30 Ekim 2011 Pazar

Neymar yeni Robinho mu olacak yoksa yeni Ronaldo mu?

Neymar için bir 'canavar' olduğunu söylemek yanlış bir kelime olmaz. Örneğin Barcelona'da forma giyen Lionel Messi gibi üstün özellikleri olan oyuncular için bu kavramı kullanmak oldukça doğal. Real Madrid'in yeni hedefi Neymar'ı da bu kelime ile tarif edebilmek mümkün.

Neymar'ın yeteneklerinin yanında başka anlamlarda da zaman zaman canavara dönüştüğü bir gerçek. Bir dönem Santos'u çalıştıran Dorival Junior ile aralarında yaşananlar buna kanıt olacak şekilde. Bir maçta Neymar'ın yere düşürülmesi ile penaltı kazanan Santos, Teknik Direktör Junior'un isteği üzerine başka bir oyuncu ile penaltı atışını gole çevirdi. Ancak genç Neymar, hocasının bu kararına adeta delirdi ve ona omuz silkti. Saha içinde kavga etmeye bile kalkıştı. Arkadaşları onu sakinleştirmeye çalışsa da başarısız oldular.

"Biz Brezilya futbolu için bir canavar yarattık" diyor Simoes. Neymar kalan maçlarda yeteneklerini kullanmak istemedi. Bu Santos için kötüye işaretti. Bunun devamında o dönem Teknik Direktör olan Dorival Junior, Neymar yüzünden işini kaybetti. Bu durum, Neymar'ın yetenekleri dışında da bir canavar olduğunun kanıtıydı.

Kulüpler için büyük yeteneklerinin yaptıkları sebebiyle gözünü yumdukları da Brezilya'da bir gerçek. Örneğin geçmişte büyük yetenek olan Romario, alkol ve kadınlar ile çok zaman geçiriyordu. Daha eskilere gidersek Garrincha'nın çok büyük bir alkol problemi vardı ve sık sık sarhoş olması ile meşhurdu. Ve hatta şimdi, Fluminense forması giyen Deco ve Fred'in geçmişte Garrincha'nın yaşadığı sıkıntının benzeri için klinik bir tedavi gördüğü söyleniyor.


Romario, geçen yaz Neymar'ın Brezilya Milli Takımı kadrosuna dahil edilmesi ve Dünya Kupası'nda oynaması için lobi faaliyetlerinde bulundu. Ancak takımın patronu Dunga, disiplin eksiklikleri bulunan Neymar'ı Güney Afrika'daki Dünya Kupası'na götürmeme kararı aldı.

Daha sonra Neymar'ın Twitter'dan yazılanlardan sonra başının mahkeme ile derde girmesi, ceza almasına sebep olabilirdi ancak delil yetersizliğini uygun bulan mahkeme, genç oyuncuya herhangi bir ceza vermedi.

Brezilya Milli Takım formasına kavulan Neymar, ilk olarak ABD'ye karşı fantastik bir oyun ile beraber 2 güzel gol kaydetse de, Dunga onu yine sonraki maçlarda düşünmedi. Daha sonra Dunga Milli Takımdan ayrılıp yerine Menezes gelince Neymar'a yeniden bir şans doğdu. Ancak Menezes'te geçmişte Neymar'ın Santos Teknik Direktörü Dorival Junior ile yaşadıklarından ötürü endişeli ve mutsuz olduğunu söylemeyi ihmal etmemişti.

Neymar, sahadaki dikkat çekici olumsuz tavırlarından vazgeçmemeye devam etti. Sao Paulo kalecisi Rogerio Ceni ile yaşadıkları, futbol ahlakına uymayan davranışlardı.

Kendisinden yaşça büyük olan ve Brezilya futboluna damga vurmuş olan Ceni'nin karşısına bir maçta penaltı kullanmak için geçen Neymar, önce top vurur gibi yaptı, ardından Ceni'nin boşa atlamasından sonra topu sağ köşeye yuvarladı. Bu durum Santos taraftarları için güzel bir durum olsa da Ceni'nin genç Neymar tarafından aşağılanması Real Madrid'in yıldızı Kaka tarafından dahi eleştirildi. Akabinde FIFA dahi bu tarz penaltı atışlarını yasaklamak zorunda kaldı.


Bu tür hareketler, zararsız görünebilir. Ancak Neymar, büyük yeteneklerinin ve artan hayranlarının yanında, bu gibi davranışları sebebiyle aynı sayıda da düşman kazanıyor.

Brezilya'nın efsane kaptanlarından Cafu, "Neymar'ın disipline ihtiyacı var" diyerek büyük uyarıyı gerçekleştiriyor.

Ronaldo'nun büyük bir hayranı olduğunu her fırsatta dile getiren Neymar, Real Madrid'in kendisini tranfser etmek adına ilgilenmesi ile İspanyol kulübünde Ronaldo gibi efsane olmak yolunda adımlar atabilir. Ronaldo da yaptığı açıklamalar ile Neymar'ın Santiago Bernabeu'da geçmişte kendisinin yaptıklarını yapabileceğini söyledi.

Ancak Ronlado'nun bu söylediklerinin doğru çıkacağı kesin değil. Sonuçta Pele, Robinho Real Madrid'e giderken de aynı şeyleri söylemişti. Ancak zamanla Real Madrid'de sorunlar yaşayan Robinho, takımdan ayrılmak zorunda kalmıştı ve sık sık disiplinsizlik suçları ile karşı karşıya olmuştu. Robinho ile Neymar arasındaki benzerlikler gözle görülür biçimde. Her iki oyuncu da Santos takımından yetişen yetenekler.

Robinho ve Neymar'ın menajerleri ise aynı kişi. Wagner Riberio, şimdilerde Robinho'nun Real Madrid'e gidişindeki gibi Neymar için İspanyollarla görüşme halinde.

Tüm dünyayı etkileyen Neymar, Real Madrid'e transferi halinde yine 'Canavar' olmaya devam edecek gibi görünüyor. Ancak hangi canavar? Robinho mu, Ronaldo mu?

Fotoğraf: Brazil v Ghana - International Friendly By: Clive Rose @Getty Images Sport
Tekrar gösterim
Goal.com

28 Ekim 2011 Cuma

Parayla saadet oldu mu? Futbolun yükselen ekipleri | Bölüm 1


Son yıllarda futbol, dünya futbolu çok gelişti. Özellikle ekonomik ve sosyal olarak dünyada pek varlık gösteremeyen ülkelerin, bu yönlerden gelişmesi futbolu da çok etkiledi son 10 yılda. Öncelerde futbol, dünya çapında 8-10 takımın kontrol ettiği bir futbol hâlindeyken; şimdilerde her kıtada, hatta ve hatta her ligde birden çok lider takım var artık.

Bu saydığımız nedenlerin sonucunda da dünya çağında ve yerel bazda gelişen futbolcular, kişiler, takımlar, kulüpler var. Biz bu yazımızda sizler için son 10 yılda ekonomi ve sosyal etkenler sayesinde gelişmeye başlayan, liglerinde ve kıtalarında söz sahibi olmaya başlayan takımları sizler için inceleyeceğiz. Lafı fazla uzatmıyoruz ve işte son yılların yükselen takımlarının ilk bölümü sizler için sıralıyoruz...

Manchester City

Sanırız Manchester City için 3 senedir söylenen tek bir şey var: "Parayla saadet olmaz..." Ancak her ne kadar bu lafı ve ideolojiyi destekleyenler çok sayıda olsa da, Manchester City bu sene inanılmaz bir yükselişin içine girdi. Arap işadamı Khaldoon Al Mubarak'ın 3 sene önce satın aldığı takım, akıl almayan bir para sisteminin içinde bulmuştu kendini. Bundan sonra da büyük çaplı transferler, yenilenen stadyum, gelip giden sağlam hocalar derken Manchester City bir türlü başarıyı yakalayamamıştı. Ancak bu sene başında Roberto Mancini'nin takımının başında güven oyu vererek kalması, Joe Hart gibi bir kalecinin ortaya çıkması, takıma Gael Clichy, Samir Nasri, Sergio Aguero gibi muazzam isimlerin dahil edilmesi çıtayı daha da yükseltti. Geçtiğimiz sene kadro yapısını ve istikrarı oturtamayan Mancini; Kompany, Yaya Toure, David Silva ve Aguero gibi 4 önemli ismi takıma oturtarak düzeni sağladı. Bunun kanıtı ve sonuçlarının ortaya çıkması da çok uzun sürmedi ve City lige muhteşem bir giriş yaptı. Avrupa'ya istedikleri gibi başlayamamalarının nedeni tecrübesizlik olarak gözükse de, ligde kendi sahalarında güçlü Tottenham'ı yenmeleri ve deplasmanda şehrin diğer takımı olan United'ı 6-1 skor ile darmadağın etmesi City tehlikesini yeterince ortaya çıkardı. Bakalım bu sefer parayla saadet olacak mı? Hep birlikte göreceğiz...

Paris Saint Germain

Fransa futbolunun başkent temsilcisi ve ekollerinden biri olan PSG de bu sezon farklı, bembeyaz bir sayfa açarak yola başlayanlardan. Son lig şampiyonluğunu 17 sene önce, 1994 yılında kazanabilen Paris ekibi, bu şampiyonlukla beraber tarihinde sadece 2 lig kupasına sahip konumda. Özellikle son 2-3 senedir orta sıra takımı konumuna gelen ve çoğunlukla Avrupa Ligi, ya da uzun süre bildiğimiz adıyla UEFA Kupası'nda katılabilen PSG için de her şey çok farklı. 2011 yılının Mayıs yılında Katar şirketleri tarafından %70 hissesi alınan kulüp, itibar ve ekonomik olarak bir anlamda çağ atlamış oldu. İlk önce Traore, Coupet, Makalele, Giuly gibi yaşı geçmiş oyuncularla yollarını ayıran başkent ekibi; takımın futbol direktörlüğüne de öncelerde Milan ve Inter'i çalıştırmış olan Leonardo'yu getirerek büyük sükse yaptı. Bununla da kalmayan Paris Saint Germain, hatrı sayılır Avrupa kulüplerinin de transferler listelerinde olan Milan Bisevac, Jeremy Menez, Blaise Matuidi, Diego Lugano, Kevin Gameiro, Mohamed Sissoko, Salvatore Sirigu kimi birbirinden kalteli ayakları kadrosuna katmayı başardı. Şu anda 10 haftası geçmiş olan Fransa 1. Ligi'nde lider bulunan takım bu sene bir şeyler yapacak gibi gözüküyor. Bakalım onlar da City gibi ilk senenin tecrübesizliğinden ve şanssızlığından etkilenecek mi?

Napoli

İtalya futbolu... Ateşli, saldırgan, çılgın, akla hayale sığmayacak özelliklere sahip olan bir futboldur İtalyan futbolu. Ve tabii ki Napoli de bu futbol furyasının en büyük temsilcilerinden biridir İtalya'da, dünyada. Napoli denince akla her zaman Diego Armando Maradona gelmiştir. Ancak bundan sonra Napoli denince akla yükselen bir yıldız, dünya futbolunda söz sahibi olacak yeni takım olarak gelecek. Çünkü Napoli hiç beklenmedik bir şekilde, gümbür gümbür geliyor! Aslında bu sezon lige, geçen senenin sonlarında oynadıkları oyunu oynayarak başlayamadı Napoli; ancak sayıca çok fazla büyük takımın bulunduğu puan tablosunda 5. sırada olmaları da gayet normal en nihayetinde. Geçen sene Cavani, Hamsik, Lavezzi üçlüsüyle Serie A'yı sallayan çizme temsilcisi, gösterdiği üstün performans ile bu sene Şampiyonlar Ligi'nde oynamaya hak kazanmıştı. Bu sene kadro yapısını çok değiştirmeyen Napoli; kadrosuna Gökhan İnler, Goran Pandev, Miguel Britos gibi takım oyununu çok başarılı oynayabilen oyuncuları kattı. Özellikle son şampiyon oldukları 1990 sezonundan sonra, yani tam 21 sene sonra bu kadar büyük moralle lige başlayan İtalyan ekibinin durmaya da niyeti yok gibi. Bakalım ileriki zamanlarda Napoli neler yaşayacak, yaşatacak biz futbolseverlere?..

Newcastle United

Newcastle United deyince, akla o yıllar önce kaçırdıkları malum şampiyonluk gelir. Tarihlerinde ilk kez yaklaştıkları o şampiyonluk kupasına ulaşamayan Newcastle, özellikle son 10 yıllık periyotta tam bir asansör takımına dönmek üzereydi. Ta ki İngiliz işadamı Mike Ashley kulübü satın alana kadar. İngiliz futbol tarihinin en köklü kulüplerinden biri olan Newcastle United, aynı zamanda İngiliz futbolunun en büyük taraftar topluluklarından ve en güzel stadyumlarından birine de sahip. Uzun yıllar düşe kalka aayakta durmaya çalışan takım, sonunda kendine gelerek büyük bir yükselişe geçmeye başladı belki de. Kulübün el değiştirmesinden önce çok büyük sıkıntılar yaşayan ve yine düşmemeye oynayan ekip, bu sezon başlangıcı ile beraber tarihinde yepyeni bir sayfa açtı. Satılan oyunculardan gelen paralar ve kulüe sağlanan maddi gelir, futbol takımının önünün açılmasına olanak sağladı. 2011-12 sezonun başında kaptanlığı uzun yıllardır takımda bulunan tecrübeli defans oyuncusu Coloccini'ye veren takım, sorunlu yıldızı Joey Barton'u da takımdan def ederek belki de huzur katsayısını arttırmış oldu. Bunun dışında Davida Santon, Yohann Cabaye, Gabriel Obertan, Demba Ba, Hatem Ben Arfa gibi genç ve kaliteli oyuncuları kadrosuna katan Kuzeydoğu İngiltere ekibi, taraftarlının uzun yıllardır çektiği başarılı takım hasretini de bu sene gidermiş olacak belki, kim bilir? Zaten Newcastle'ın 10 haftadır devam eden lig tablosunun 4. sırada yer alması da buna bir işaret...

Yazının ikinci bölümünde, dünya futbolunda yükselişe geçmiş olan diğer takımları da bulabileceksiniz...

Fotoğraf: SSC Napoli v Udinese Calcio - Serie A By: Giuseppe Bellini @Getty Images Sport

Arda Okvay, Goal.com

27 Ekim 2011 Perşembe

Şehrin diğer çocuğu artık büyüdü!

Manchester Derbisi, Türk izleyicisi için özellikle Manchester City'nin yeni sermayedarları sonrası yaptığı yatırımlar ve kurduğu takım ile beraber daha ilgi çekici bir hal almaya başlamıştı. Bunun sonucu olarak da geçtiğimiz Pazar günü oynanan maçın bu kadar çok konuşulması ise oldukça doğal.

Manchester şehrinde iki renk vardır; Mavi ve kırmızı. Şehrin iki takımı olan City ve United'ı temsil eden bu renkler, gerçekten de iki takım taraftarlarını birbirlerinden ayıran tek neden. Tüm Manchester aynı partiye oy verir, tüm şehir Liverpool'a karşıdır ancak iş City, United rekabetine geldiğinde işler bir anda değişiverir.

Çoğu Manchester United taraftarının Malcolm Glazer'in kulübün sahibi olmasına verdiği tepkinin tam tersine, City taraftarları Şeyh Mansour'dan oldukça memnun görünüyorlar. Bu gelişimden geçmişteki kötü sonuçlar nedeniyle memnuniyetle bahsediyorlar. Onlara göre eğer kaliteli oyuncularla birlikte güzel bir futbol sergilenecekse hiçbir problem yok. Böyle bir durumda City'liler kulübü kimin finanse ettiği ile ilgili haberlerle ilgilenmiyorlar bile.

Bu sezon Premier Lig'de daha önce oynanan ve Manchester United'ın Arsenal'i 8-2 yenmesi ile sonuçlanan maçın yanında bu karşılaşma, hem daha büyük bir rekabete konu olması, hem de 6-1'lik bir sonuç çıkması sebebiyle daha ilgi çekici bir hal alıyor. Manchester City'nin son yıllarda büründüğü 'büyük' takım durumu, Manchester derbisini bu sezon daha dengeli bir yapıya dönüştürecek etkenlerden biriydi. Nitekim, karşılaşmanın ilk yarısı 0-1 City'nin üstünlüğü ile tamamlandı ve bizler, ManU'nun en kötü bir gol bulup puanların paylaşılacağını düşündük ancak tamamen yanıldık.

Maçtan önce evinde arkadaşları ile havai fişeklerle oynayan ve küçük çaplı bir yangına sebep olan yaramaz Mario Balotelli, Manchester United karşısında perdeyi açan isim oluyor ve 'Cantonavari' bir sevinç ile Old Trafford'da ezeli rakibe atılan golün keyfini sürüyordu.

Yaşı çok büyük olmayan hiç kimse, Manchester United'ın son yıllarda 6 gol yediğine şahit olmamıştı. Hele ki kendi sahasında, hiç... İkinci yarıda bulduğu goller ile ezeli rakibini 6-1 yenen Manchester City, bunun yanında belki de daha önce Manchester United'ın farklı yendiği Ipswich Town, N.Forest, Roma ve Arsenal gibi takımların da ufak bir gülüş çekmelerini sağlamıştı.

Elbette Manchester City'nin aldığı bu 6-1'lik galibiyetin farklı nedenleri de var. İlk yarı boyunca çok iyi konsantre olan iki takımdan Manchester United, kimsenin nedenini bilmediği bir şekilde, çok disiplinli olması ile nam salmasına rağmen oyundan bir anda düşünce Manchester City'nin de golleri ard arda geldi ve karşılaşma bir anda farka gitti. Roberto Mancini'nin nasıl bir teknik ile futbolcularını bu maça hazırladığı ve ne gibi isteklerde bulunduğu bir yana maç esnasında ruh olarak sahada olamayan United tarafı, kesinlikle böyle bir yenilgiyi haketti. Ve anladık ki, Manchester şehrinin 'üvey' evlat muamelesi gören minik çocuğu City, artık büyüdü ve kendi ayaklarının üzerinde durabilir hale geldi...

2011-2012 sezonu ile beraber ilk dokuz haftada yakaladıkları gol ortalaması, gol krallıklarında ilk sıralarda bulunan oyunculara sahip olmaları (Sergio Agüero, Edin Dzeko), ligin en çok şut çeken takımı olmaları, en çok asist yapan oyunculara sahip olmaları (David Silva, Samir Nasri), ve geçtiğimiz yıllara nazaran artmaya başlayan seyirci desteği ile bu sezon Manchester City şampiyon olabilir. Şimdi büyüyen bu çocuk, Chelsea'nin Roman Abranovich'ten sonra elde ettiği saygınlığı daha da fazla kazanmalı. Sonuç olarak her ne kadar fark atsa da ezeli rakipleri, İngiltere'nin değil dünyanın da en zengin ve prestijli takımlarından bir tanesi. Bakalım sezon sonu olası bir şamopiyonluk, City'ye neler getirecek?

Goal.com

Fotoğraf: Manchester United v Manchester City - Premier League By: Laurence Griffiths Getty Images Sport

26 Ekim 2011 Çarşamba

Türk futbolunun iki ayağı da toprakta!

88 yıldır iyisiyle kötüsüyle, acısıyla tatlısıyla, büyüğüyle küçüğüyle geçinip giden Türk futbolu hayatını kaybetmek üzere! Yıllardır biz bu oyunu güzel oynamaya çalıştık. Dünyada futbol oynanan her ülkede olduğu gibi kavgalar oldu, gerek takım gerekse de kişiler arasında; ama biz futbolu sadece "futbol" olarak oynamak istedik, ancak buna izin vermedirler...

Yıllar önce derbilerde deplasman taraftarının yasaklanmasıyla bir kalp krizi geçirmişti Türk futbolu. Ancak kısa sürede yapılan müdahalelerle hayata geri dönmüştü. Uzun yıllar tedavi gördükten sonra ayağa kalkmaya hazırlanıyordu Türk futbolu! Kulüp takımlar Avrupa'da gittikçe ileri turlara kalıyor, ligde her sezon akıl almaz şampiyonluk yarışları oluyor, transferlerde yıldızlar birer ikişer geliyor, kulüpler dünyaya açılıyordu. Ancak geçtiğimiz sezon sezon sonunda, bu sefer şike(!) ile ikinci kalp krizini geçirdi Türk futbolu ve bu sefer kolay ayağa kalkamadı. Çünkü bu olay sanılan kadar küçük çapta değildi ve futbolumuzu derinden etkileyecekti. Ancak Türk futbolu yine hayata yenilmedi ve yatalak da olsa yaşamaya devam etti. 2-3 aydır mutluydu da Türk futbolu, hayata futbol ile tutunmaya çalışıyordu. Ancak bugün bir kez daha yıkıldı...

Diğer olaylar yetmezmiş gibi futbolumuz üzerinde, tam dayanışmanın yaşanması gereken günlerde derbi deplasmanlarındaki seyircilere yine yasak koyuldu. Türk futbolu ne acıdır ki, bir kez daha kalp krizi geçirdi bugün ve artık hayattan umudunu kesmeye başladı! Peki biz hayattan, futboldan umudumuzu kesmeli miyiz? Futbola her zaman inandığımız, futbolu hep sevdiğimiz şekilde sımsıkı sarılmalı mıyız ona? Bence sarılmalıyız! Çünkü futbol, dünyada bir çok şeyden daha öte bizim için, futbolseverler için...

Dünyanın her tarafında var kavga, ölüm, şike, teşvik, hakem hatası, yanlış karar, kendi kalesine atılan gol, hat-trick, yanlış anons, gol sevinci... Dünyanın her tarafında oynanıyor futbol. Çoğu ülke de bizim gibi zor süreçler geçirdi. Ancak hiçbir futbol ülkesi, bizimki kadar futbola çomak sokmadı. Hep bir yanlış aradık, hep bir hata gözledik futbolda! Hangi hakem hata yapsa onu idam ettik, hangi oyuncu topu ıskalasa ona şikeci dedik, kim telefon ile görüşme yapsa teşvikçi dedik, hangi kaleci hatalı gol yerse hatır var dedik... Dedik de dedik! Ama her zaman futbolun içinde olan şeylerdi bunlar ve biz de futbolu böyle yaşadık. Ancak futbolun içine yetkili kişilerin çomak sokması bitirdi futbolumuzu!

Ben, sen, öbürü, bütün hepsi... Herkes futbolu her zaman sevdiği gibi izlemeye devam edecek, ancak Türk futbolu eskisi kadar zevk verecek mi artık? Bunlardan sonra Avrupa futbolundan daha fazla şevkle izleyecek miyiz futbolumuzu? Bunu zaman gösterecektir, ancak Türk futbolu bir kalp krizi daha geçirirse yaşayamaz artık, hayatını kaybeder...

19 Ekim 2011 Çarşamba

Beckham'ın anlaşılamayan stili! Duran topların efendileri | Bölüm 2

Duran topların efendilerini anlattığımız bu yazı dizisinde, dizinin ilk baskısında Brezilyalı efsane futbolcu ve frikik dehası Juninho Pernambucano'ya yer vermiştik. Estetik stili, inanılamayan frikik goller, frikik kullanırken topun dibine girişi, futbolculuk kariyerindeki efendiliği, bitmek bilmeyen kariyeri... Bu yönlerden değerlendirmiştik Pernambucano'yu sizler için. Şimdi karışık olarak listelediğimiz bu yazı serisinin ikinci baskısındaki ismimiz, İngilizler'in "Sir" unvanı verdiği bir isim...

Sir David Beckham

İngiltere futbol tarihini en iyi 15-20 oyuncusu arasına rahatlıkla sokabileceğimiz bir isimden bahsediyoruz tabii ki de, David Beckham'dan. Manchester United'da başlayan kariyeri ve dünya yıldızı olması, oradan da Los Galacticos'a geçisi, daha sonra yenilik yapma amacıyla Los Angeles yolunu tutması, arada Milan heyecanı yaşaması ve son dönemeçte tekrardan Los Angels'a gelmesi. Bu saydığımız 5 takım, Beckham'ın 15 yılı aşan kariyerinde forma giydiği takımlar. Beckham o kadar sezon forma giydi, o kadar sezonda o kadar maç oynadı, o kadar maçta o kadar iyi performanslar sergiledi ki; bunları yazıya dökmemiz imkansız denecek kadar düşük olasılıkta...

Yazımızın asıl konusunu biliyorsunuz zaten: frikik ustaları. Yazı dizisinin ilk baskısında sambacı Juninho'ya selamı çakmıştık. Bu sefer de gemimizin rotasını İngiltere'ye, daha doğrusu İngiliz yıldız David Beckham'a çevirdik. İngilizler'in gözbebeği, altın çocuğu, 'sir'ü, kaptanı, futbol çilingiri, kısacası her şeyi... Hani eskilerden bir deyim vardır ya "anlatılmaz, yaşanır" diye; işte Beckham da tam o deyime uyan bir futbolcu. Dünya tarihinde izlemeyen veya izleyemeyen kişilerin çok şey kaybettiği, onu izleme şansına sahip olan kişilerin de çok şey kazandığı bir oyuncu o. Bir de onun o frikikleri yok mu işte! İngiltere'de, Manchester'da, Milano'da, Madrid'de, Los Angeles'da... Burada oynanan maçlarda frikik düdüğü çaldı mı kaleye yakın bir yerde, hep o sarışın yakışıklı çocuk geçerdi topun başında. Kendine has, ellerini beline koyduğu o karizmatik duruşu ve topa gelirken sanki birisi iple onu çekiyormuş gibi kendisini sola bırakması, o enstantenelerden sonra da zımba gibi vuruşları... Beckham'ı Beckham yapan o frikiklerdi belki de futbol tarihinde!

17 Ağustos 1996'da Manchester United-Wimbledon maçı oynanır. Manchester United maçta 2-0 öndedir ve daha 20 yaşında olan David, o maçta 10 numaralı forması ile maçtaki yerini almıştır. Maçın ortalarında rakip takım kalecisi Neil Sullivan'ı ileride gören Beckham, uzaklardan attığı gol ile adını duyurur o maçta. O golü atmasının sebebi olarak ise, aslında takım arkadaşı Charlie Miller için yapılmış özel ayakkabıların yanlışlıkla ona verildiğinin söylemesidir. O golden sonra toplara iyi vurabildiğini anlayan genç David, o günden bugüne dünya tarihine kazınmış frikikleri atmaya başlamıştır.

David Beckham için, pardon pardon, Sir David Beckham için sadece frikik konusunda bile söylenecek çok şey var; ama hem sizin yazıyı okuma şevkinizi kırmamak, hem de Beckham'ın sadece frikik özelliğini anlattığımız bu yazıyı bozmamak için yazımızı burada bitiyoruz.

Ertem Şener tarzı ile bitirelim bu güzel yazımızı...

Sir David Beckham'ın frikikleri asla unutulmaz futbol tarihinde! Kim unutabilir ki babasının mutfak tesisatçısı, annesinin kuaför olduğu o sarı kafalı çocuğun, düşer gibi attığı frikikleri?

17 Ekim 2011 Pazartesi

Ronaldo'nun R.Madrid'den ayrılması ve geçmişte Galacticos'un ilk simgesinin yok oluş hikayesi.

Barcelona'da 1996-1997'de 49 maçta 47 gol atan Ronaldo o sezon doğmuştu. Kimilerine göre aynı sezon sergilediği bu performans onun dünyanın en iyi futbolcusu olmasını çoktan sağlamıştı bile. Ardından Inter'de harika geçen iki sezon, yaşadığı ağır sakatlık ve Real Madrid'de yeniden doğuş...

Ronaldo Luiz Nazario Lima, 2002'de Real Madrid'e imza attığında ondan çok şey bekleniyordu. 2002 Dünya Kupası'nda sakatlığının ardından yeniden doğmuştu ve bu kez tıpkı eski günlerdeki Ronaldo'yu futbol dilencilerine Real Madrid'de izletecekti. Öyle de oldu. İlk geldiği sezon 44 maça çıktı, 30 gole imzasını koydu. Ertesi sezon yine 48 maçta 31 gol kaydetti. 2004-2005 ve 2005-2006'da da toplamda 39 gol atan Ronaldo, 2006-2007'de Fabio Capello tarafından bileti kesilerek takımdan gönderildi.

Ocak 2007'de Roma Olimpiyat Stadı'nda oynanan Roma-Milan maçında tribünlerde oturup maçı izleyen 'dişlek', gazetecilerin ilgi odağıydı. Ronaldo Milan'a transfer olmuştu. Marca gazetesi o gittikten sonra 'Ronaldo yine mutlu' başlığını atmış ve oyuncuyu böyle uğurlamıştı. Florentino Perez'in 2005-2006'nın ardından takımdan ayrılmasından sonra göreve gelen ve 'İngiliz tarzı bir başkan olacağım' diyen Calderon'da Capello'ya tam destek vermişti.

Fabio Capello Real Madrid'e geldiğinde disiplinini bir şekilde hissettirebilmişti. İtalyan hoca, Dünya Kupaları tarihinin en çok gol atan oyuncusunu bir hamlede Santiago Bernabeu'nun kapısından yollamıştı. İlk başlarda bu kadar, Ronaldo'nun geçmiş sezonlarda Real Madrid'de yaptıklarına bakıldığında 'felaket' ve 'yanlış' olarak lanse edilmişti. Capello'nun 2006-2007 sezonununa kötü başlaması da bu tezi öne sürenleri haklı çıkartıyordu ancak sezon sonu öyle olmadı.

Capello'nun ilk sezonunda Real Madrid ilk haftalarda son 16 yılın en kötü sezonlarından birini yaşıyordu. Yakaladıkları gol ortalamasıysa çok kötüydü. Tüm bunların yanında son sezonların en golcü oyuncusu Ronaldo Milan'a satılmıştı ve tüm oklar Capello'nun üzerine çevrilmişti. Real Madrid Ronaldo ilk gittiğinde '9' numarasını kaybetmişti belki ama zamanla Nistelrooy ve Raul ipleri ellerine alacaklardı.

Real Madrid nihayetinde kupasız geçen yıllara son vermişti. Ronaldo'nun gidişinden sonra topa tutulan Fabio Capello, bu kez Marca ve AS tarafından göklere çıkartılıyordu.

Sezon sonu gelen şampiyonluktan sonra, Ronaldo'nun geçmişte onca yaptıklarına rağmen Real Madrid'den ayrlışı o sezon için 'gaza getirici' bir unsur olarak yorumlandı. Ramon Calderon'un sık sık dile getirdiği gibi 'çalışan formayı kapar' feslefesinin yavaş yavaş yerleşmesi de yine baz çevrelere göre Ronaldo'nun ayrılışı sayesinde uygulamaya konabilmişti.

Ronaldo ayrılsa dahi halen Real Madrid'in bazı taraftarlarınca geçmiş sezonlardaki inanılmaz başarısı sebebiyle halen çok seviliyordu. Hatta bazı kesimlere, çift haneli sayılara ulaşan Ruud Van Nistelrooy bir türlü yaranamıyordu. Ancak Fabi Capello Ronaldo'nun son hali hakkında böyle düşünmüyordu. Ona göre Ronaldo artık tam bir profosyonel sayılmazdı ve bir yüktü. Bü yüzden de Milan'a göndermişti. Sezon öncesi Ronaldo'nun yapılan antrenmanlarda Capello'nun direktiflerine uymaması, İtalyan teknik adamın tezlerini de doğrular nitelikteydi. Kulüpteki personel buzdolaplarını kilitliyordu! Hatta bir gün Capello, "Bu kadar şişman olduğun halde neden zayıflamak için kilo vermiyorsun? Eski Ronaldo'yu istiyoruz" diyerek son kez onu kurtarmaya çabalasa da bu bir işe yaramadı.

Ronaldo'nun gidişi ile birlikte ilk Galactico döneminin de simgelerinden biri yok olmuştu. Raul, bu işten galip çıkan oyuncu olmuştu. Takımda yeniden İspanyol çekirdek ön plandaydı ve ertesi sezonda bu çekirdeği bozmayan Bernd Schuster, takımı tekrar şampiyon yapmıştı. Ronaldo'nun ayrılmasından sonra büyük işler başaran Real Madrid, lig şampiyonu olmasının yanında tüm zamanların en iyi lig performanslarından birini de sergilemeyi başarmıştı...

Fotoğraf: Real Madrid v Racing de Santander (7 May 2005) By: Denis Doyle @Getty Images Sport
Tekrar Gösterimdir.

16 Ekim 2011 Pazar

Juninho'ya selam olsun. Duran topların efendileri | Bölüm 1

"Futbol gayet basit bir oyundur aslında. Yaklaşık 100 metre uzunluğunda, 50 metre genişliğinden oluşan çim sahada, 22 tane futbolcunun topun peşinden koştuğu bir oyundur futbol." lafını sadece 100 yıl önceki futbol anlayışı için söyleyebilirim sadece. Çünkü günümüzde futbol öyle bir hâl aldı ki; ne futbolsuz yaşayabiliyoruz, ne de futbol ile hep mutlu... Çünkü futbol hayatımıza işleyen bir şey olmuş! Faulleriyle, taraftarlarıyla, maçlarıyla, hakem hatalarıyla, golleriyle, kornerleriyle, kadrolarıyla... Her şeyiyle içimize işlemiş futbol, futbolsever olan bizleri en derinden etkilemiş.

Futbola etki eden, futbolda yaşanan olumlu-olumsuz bir sürü şeyi arka arkaya sıralayabiliriz. Ama hem hayattan, hem de futboldan zevk almak için bardağın hep dolu tarafında bakmalıyız işte! Futbol; maç içinde verilen paslarıyla, kaleye çekilen şutlarıyla, kendisinden hızlı olan bir topa yetişemeyen futbolcusuyla, kenarda oyuncularına haykırarak ulaşmaya çalışan teknik direktörleriyle harika bir oyun, sanat, zanaat... Bir de futbolu güzel kılan şeyler, futbolcular var! Öyle futbolcular var ki topu alıp götüren, onunla dans eden -Messi, Ronaldo gibi-, öyle futbolcular var ki topu ayağına yapıştıran, onu vücuduyla hareket ettiren -Xavi, Lampard- gibi, bir de öyleleri var ki, topu füze gibi her noktadan kaleye yollayabilen -Ronaldinho, Juninho, Ronaldo- gibi...

Şimdi bu konu için niye böyle bir giriş yaptığımızı düşünebilirsiniz, hatta bana oradan soruyor da olabilirsiniz. Bu yazının asıl konusu olan duran top ustalarını okurken, o işin ne kadar farklı ve yetenek gerektiren bir şey olunması gerektiğini anlatmaya çalıştık sadece. Çünkü futbol eskisi gibi değil! Futbol, bir oyuncunun ayağına geçirdiği siyah ayakkabısının ucuyla topa vurması değil artık, futbol bir yetenek, beceri işi bu zamanda. İşte futbolda yeteneğini konuşturan, futbolda frikiklerde sanki sanat yaparmış gibi golleri atan oyuncuları araştırdık biz de sizler için.

Juninho Pernambucano

Brezilya'da doğup futbolcu olmayan, daha da özele indirgeyelim; Brezilya'da doğup futbol oynamayan çocuk var mıdır dünyada? Bizce yoktur, Juninho da Brezilya'da doğan ve futbolun vazgeçilmezleri olan çocuklardan biri. Onu diğerleinden farklı kılan en büyük özelliği ise frikikleri. Mevcut futbol kariyerini sürdüren 36 yaşındaki futbol cambazı, futbol kariyerine ülkesinin Recife kulübünde başlamıştı. Daha sonra Vasco da Gama'ya giden sambacı, adını bütün dünyaya duyurmasını sağlayan Lyon'a transfer oldu oradan da. Burada 8 yıl giyen futbol ustası, Fransa'da birbirinden inanılmaz ve insanüstü frikik golleri atan Juninho için, futbolu ve frikikleri açısında pek bir şey söylemeye gerek yok aslında. 17 Mayıs 2009 tarihine kadar, yani Lyon ile geçirdiği 7 sezonda 44 tane frikik golü atmış bir isim sambacı. Ayrıca Şampiyonlar Ligi'nde de kaydettiği 14 frikik golü ile rekor kırmayı da başarmış bir isim. Onun olayı sadece frikik atmak değil. Genllikle uzaktan ve acayip bir şekilde attığı frikiklerle dikkat çekmiştir Juninho. Kaleye en azn 30 metre uzaklıktan kullandığı frikiklerinde topun dibine giren ve topa acayip bir şekilde falso veren sambacı, bu frikik stiliyle özdeşleşerek dünya futbolunda kendine yer edindi. 2009'da Nice maçında 48 metreden kullandığı frikik ve topun kimseye değmeden kaleye girmesi de kırdığı başka bir rekor Juninho'nun. Didier Drogba ve Cristiano Ronaldo'nun, duruş ve vuruş stili olarak Juninho'dan esinlendiklerini söylememize bile gerek zaten. Onun için sadece frikiklerinden oluşan videosunu izlerseniz, ne demek istediğimizi anlayabilirsiniz.


Fotoğraf: Juninho Pernambucano of Brazil strikes the ball By: Stu Forster @Getty Images Sport

14 Ekim 2011 Cuma

Euro 2012 Elemeleri'nde yaşanan hayal kırıklıkları

2010 Dünya Kupası'nın bitmesinden kısa bir süre sonra başlayan ve geçtiğimiz haftaya kadar devam eden bir eleme grupları heyecanı yaşandı Avrupa'da. Son kez 16 takımlı oynanacak olan Avrupa Şampiyonası için sadece 16 bilet vardı ve bunlardan iki tanesi de ev sahibi ülkeler Ukrayna ve Polonya'ya aitti. Yani eleme gruplarından sadece 14 takım o turnuvaya gidebilecekti...

EURO 2012 elemeleri en nihayetinde son buldu ve kalan 14 biletten 9 tanesi grup birincilerine, son kalan 5 biletten bir tanesi de en iyi grup ikincisine gitti. Böylece grup biricincisi olan Almanya, Rusya, İtalya, Fransa, Hollanda, Yunanistan, İngiltere, Danimarka, İspanya; en iyi grup ikincisi olan İsveç de turnuva için ayrılmış olan 14 biletten 10 tanesi kazanan takımlar oldular. Geriye sadece 4 bilet kaldı ve bu 4 bilet için 8 takım, geçtiğimiz günlerde çekilen kura sonucunda eşleştikleri takımlar ile kıyasıya bir mücadeleye girecek, bunun sonunda da EURO 2012'ye giden son ülkeler bu takımlar olacak.

Eleme grupları oynandı, birinciler belirlendi, en iyi ikinci uçaktaki yerini aldı, play-off kuraları çekildi, takımlar birbirleriyle yapacakları maçlar için hazırlıklara başladı... Başladı ama tüm bunlardan önce de eleme gruplarında bazı yaşananlar, görülenler, izlenenler, olanlar akıllara kazındı. En şaşırtıcı şey ise, tabii ki turnuvaya gitmesi beklenen takımların elenmesi veya play-off oynayacak olmasıydı. Biz de sizler için EURO 2012 elemelerinde hayal kırıklığı yaratan ve futbolseverlerin beklemeyeceği sonuçlar alan takımları araştırık. İşte o takımlar:

SIRBİSTAN


EURO 2004 ve 2008'e katılamayan, 2006 ve 2010 Dünya Kupası'nda da gruplardan ileriyi göremeyen Sırbistan; bir kez daha ülkesini ve futbolseverleri şaşırttı. Genel olarak iyi bir kadroya sahip olan, çoğu ülke futbolunda olmayacak kadar büyük ve ateşli bir taraftar kitlesine sahip olan ve son yıllarda futbolunun çıkışa geçtiği bir ülke olan Sırbistan, EURO 2012 eleme gruplarında da ilk 2'ye giremedi ve Avrupa Şampiyonası için ayrılan biletlerden birine el uzatamadı. İtalya'nın dışında Estonya, Slovenya, Faroe Adaları ve Kuzey İrlanda gibi kendisine göre kolay takımların olduğu bir gruba düşen Sırbistan, oynadığı 10 maçta 3 beraberlik ve 3 mağlubiyet alınca 3. olmaktan kurtulamadı. Sırplar, kendileri için daha önemli olan bu turnuvaya gidemeyince hem vatandaşlarına, hem de dünyadaki futbolseverlere bir kez daha şaşkınlık yaşatmış oldu. Kadrosunda Vidic, Ivanovic, Kolarov, Subotic, Tosic, Stankovic, Jovanovic, Krasic, Ljajic, Pantelic, Zigic gibi dünyanın kalburüstü takımlarında forma giyen oyuncuları bulunduran, ama Vladimir Petkovic gibi çok da başarılı ve iyi denemeyecek bir hoca ile gruplarda boy gösteren Sırbistan, tüm bu olumlu ve olumsuz etmenler bir araya gelince turnuva başlamadan elenmiş oldu. Bunun üzerine teknik direktör Petrovic görevinden istifa ederken, takımın belki de en iyi iki ismi Nemanja Vidic ve Dejan Stankovic de milli takımı bıraktığını açıkladı. Sadece turnuvadan elenmekle kalmayan Sırbistan, kadro ve prestij olarak da büyük güç kaybetmiş oldu.

İSVİÇRE


2010 Dünya Kupası'nda ve ev sahibi olduğu EURO 2008'de gruplardan çıkamayarak son yıllarını kötü geçiren İsviçre'de de işler farksız gitti eleme gruplarında, aynı Sırbistan gibi! 5 takımdan oluşan ve sadece İngiltere'nin demir baş olduğu bir gruba düşen ve kadro kalitesi, futbol mentalitesi ile bu gruptan rahatça çıkabilecek olan İsviçre, oynadığı 8 maçta sadece 11 puan toplayarak grupta 3. oldu ve EURO 2012 biletini kapamadı. Özellikle son yıllarda dünya futboluna servis ettiği genç futbolcular ile adından söz ettirmeye başlayan ve kadrosunda, kulüp bazında kaliteli takımlarda forma giyen oyuncuları barındıran İsviçre, aynı Sırbistan gibi tüm futbolseverlere bir şok yaşattı. Benaglio, Ziegler, Barnetta, Djorou, Behrami, Gökhan İnler, Frei gibi kaliteli isimlerin başını çektiği takımdaki en büyük esik belki de zayıf bir taraftar kitlesi ve isiktrarsız bir antrenörün takımın başında bulunmasıydı. EURO 2008'den sonra takımın başına getirilen Ottmar Hitzfeld, takımı 2010 Dünya Kupası'na götürmüş ama gruplardan çıkartamamıştı. O senelere göre daha gelişmiş ve kaliteli bir kadroyu elinde tutan Hitzfeld, EURO 2012 elemelerinde de takımına başarıyı yakalatamadı ve takımı ile beraber evde kaldı. Elemelerde başka hayal kırıklığı yaratan takım olan İsviçre de bu nedenlerden dolayı evde kaldı...

PORTEKİZ


İkinci olan ve play-off oynamaya hak kazanan bir takımın nesi başarısız diye kızıyor olabilirsiniz! Ancak Portekiz gibi dünya çapında sayılı takımlarda oynayan isimlere ve dünyanın sayılı yetenekli oyuncularına sahip bir takımasınız, normal bir grupta almış olduğunuz ikincilik bile başarısızlık sayılacaktır. Nitekim Portekiz, kendisine göre daha zayıf takımlardan kurulu olan bir grupta ilk sırayı alamadı ve EURO 2012 bileti şansını play-off maçlarına bıraktı. 2006 Dünya Kupası'nda 4. olan Portekiz, 2010 Dünya Kupası'na da 2. turda veda etmişti. Ev sahibi olduğu EURO 2004'te finalde Yunanistan'a kaybeden Akdeniz temsilcisi, EURO 2008'de de çeyrek finalde turnuvaya veda etmişti. zaten son 4 büyük organizasyona giderek daha düşük dereceler alan bir takımın, niye bu kadar istikrarsız ve başarı yakalayamayan bir takım olduğu da ortaya çıkıyor. Büyük bir çoğunluk tarafından dünyanın en iyi oyuncusu olarak lanse edilen Cristiano Ronaldo ve Nani, Bruno Alves, Bosingwa, Raul Meireles, Quaresma gibi yıldızlara sahip olan Portekiz; kadro içindeki uyumu ve istikrarı yıllardır yakalayamadı. Teknik direktör konusunda da senelerdir sıkıntı çeken takım Paulo Bento ile kendini bulsa da, EURO 2012 elemelerinde 5 takımın yer aldığı H grubunda yaptığı 8 açta 16 puan alabildi ve son maçta da Danimarka'ya yenilerek grubu 2. tamamladı. Portekiz için bu çok büyük bir hayal kırıklığı olurken, play-off'lara katılımak yine de büyük bir teselli oldu.

İSKOÇYA


Ada temsilcisi, İngiltere'den sonra Britanya'da futbol anlamında en söz sahibi takım olan İskoçya da gruplarda takılan takımlardan. Aslında İskoçya'nın en büyük dezavantajını ve başarısızlıktaki en büyük anahtarı yazının başında söyleyesek daha iyi olur! Yıllardır sadece Glasgow Rangers ve Celtic'in şampiyonluk yarışı yaptığı, sıralamanın hep önceden tahmin edildği bir lige sahip İskoçya. İşte bu yüzden ne adam gibi yerli oyuncular çıkarabiliyorlar, ne de liglerinden milli takıma sağlam bir yardım geliyor. Böyle olunca da tek çareleri sürekli destek veren bir taraftar kitlesine sahip olmaları ve yurtışında oynayan sayılı kaliteli oyuncuları oluyor. Craig Levein gibi hayatında en fazla orta sınıf takımları çalıştırmış bir hocanın başınad bulunduğu bir takım olan İskoçya'nın eline baktığı 3-5 tane oyuncu var sadece. Cardiff'te oynayan Kenny Miller, Liverpool'dan Charlie Adam, Manchester United'da forma giyen kaptan Darren Fletcher ve Aston Villa'da forma giyen defans oyuncusu Alan Hutton. Böylece 3-4 tane "iyi" olan, "çok iyi" denebilecek oyunculara sahip olan, o denli de istikrarsız ve başarısız bir antrenöre sahip olan İskoçya'dan çok bir şey beklenemezdi; ancak 5 takımın bulunduğu, liderin belli olduğu ve Çek Cumhuriyeti gibi kendisiyle aynı düzeyde takımın yer aldığı bir grupta 5. olmaları da çok büyük hayal kırıklığı oldu EURO 2012 öncesinde...

BELÇİKA

Efsane Belçikalı oyuncu Georges Leekens'in çalıştırdığı takımda, belki de çoğu üst düzey milli takımlarda olmayan futbolcu topluluğu yer alıyor. Ulusal lig düzeyi olarak çok ileri olamasalar da, yurtdışında forma giyen oyuncuları bir hayli kaliteli! Kompany, Verthongen, Van Buyten, Witsel, Hazard, Vermaelen, Dembele, Chadli, Fellaini, Lukaku gibi sayısız yetenkli, genç ve başarılı isimlere sahip olan Belçika'nın en büyük dezavantajı düştüğü gruptu belki de. Almanya gibi ldierlin belli olduğu, Avusturya ve Türkiye gibi kendisiyle aynı düzeyde olan, dişli rakiplerle aynı gruba dşmüştü Belçika. Nitekim grup sonunda ortaya çıkan tablo da beklenildiği gibi şekillenmişti. Oynadığı 10 maçta 3 beraberlik, 3 tane de mağlubiyet yüzü görmüştü Belçikta eleme gruplarında. Lig düzeyinin düşük olmasının yanında, takımında bulunan üst düzey oyuncuların yaşadığı sakatlık problemleri de bir hayli etkiledi Belçika'yı. Vermealen, Hazard, Fellaini, Lukaku gibi takımın başını çeken ve yıldız diyebileceğimi oyuncuların uzun süreli sakatlıklar yaşaması Belçika'yı en derinden vuran şey oldu belki de ve bunun sonucunda Orta Avrupa takımı EURO 2012'ye gidemedi.


Arda Okvay / Goal.com

Fotoğraflar: Paul Gilham - Jasper Juinen - Valerio Pennicino - Thorsten Wagner - Michael Regan by Getty Images Sport.

13 Ekim 2011 Perşembe

Maviler, Euro 2012 öncesinde kendilerinden emin ve hazırlar. Peki takım nasıl olacak?

2006 Dünya Kupası'ndaki büyük zaferin ardından iki ileri bir geri yapan ve yıllardır kayda değer bir başarı elde edemeyen İtalya, 2006'dan beri ilk kez bir şampiyonaya favori ve kendinden emin olarak gidiyor. Özellikle dünya şampiyonluğundan sonra, şampiyon olan kadrodaki oyuncuların yaşlılığından etkilenen ve onlardan boşalan kadroda uzun sürekaliteli bir ekip yaratamayan Azzurri, bunun cezasını 2008 Avrupa ve 2010 Dünya Şampiyonası'nda fazlasıyla çekmişti. Ama 2012'deki turnuva öncesinde her şey biraz daha farklı görüyor. Azzurri'nin mevkii bakımından seçeneklerine ve genel kadrosuna biraz göz atalım...

Kalede uzun yıllardır devam eden bir Buffon hegomanyası var. Başarılı bir 2006 World Cup'tan sonraki yıllarda yaklaşık 1 yıllık sakatlık hem Buffon'u, hem de İtalya'yı bir hayli etkilemişti. Büyük organizasyonlarda yer alsa da, özellikle sakatlığın etkileri Buffon için zor bir sınav olmuştu. Ancak şimdi Buffon yine eski günlerindeki gibi formda ve onun arkasında onu aratmayacak Sirigu, Marchetti, Amelia, Viviano, De Sanctis gibi kaleciler var. Mavilerin EURO 2012'de kale bakımından sıkıntı çekmeyeceği aşikar gibi gözüküyor...

İtalya'nın son şampiyonluğunu aldığı 2006'daki dünya şampiyonasında defansı bir hayli iyiydi, ancak bir haylide yaşlıydı. Yaş ortalaması 3'nin üzerleinde bir defans hattı ile dünya şampiyonluğunu kazanan İtalya, ondan sonraki yıllarda bunu cefasını da yeteri kadar çekti zaten. Şimdi İtalya'nın defans hattı daha genç, ancak dünya şampiyonluğundaki kadar güvenli ve iyi mi orası meçhul işte! Sağ bekte belli başlı adaylar var, ama orası için en büyük aday formda olan bir Maggio. Sol bekte ise sıkıntı hat safhada. Santon, De Ceglie gibi isimler güven vermiyor; kimi zaman da Chiellini orada deneniyor. Orası içinse şuanlık en büyük aday Palermo'lu Balzaretti. Onun da ilerleyen yaşı ve istikrarsız form grafiği en büyük sorun İtalya için. Stoperde ise ilk 11 olarak oynayabilecek 4 adaya var direkt: Chiellini, Ranocchia, Barzagli, Bonucci. İtalya'nın en rahat yeri sayı bakımından stoper mevkii.

Orta saha ise, takımın en bol ve en kaliteli yeri genel olarak baktığımızda. Genellikle 4-3-1-2 taktiğini deneyen Prandelli, son zamanlarda o 3'lüde De Rossi-Pirlo-Montolivo üçlüsünü oynatıyor, ki bu üçlü bu şekilde devam edecek gibi. Önlerinde ise Aquilani, Giovinco, Marchisio gibi isimler değişmeli oynuyor şu anlarda. Ancak orta saha-forvet arasındaki köprü olayını en iyi şekilde yapmak için en iyi tercih Aquilani olarak gözüküyor o tarafta.

Forvette ise, futbol kariyerinin en iyi dönemişini yaşayan Cassano ve onun yanında bol alternatifi olan bir ikili duruyor. Cassano'nun yeri, takımda yeri en kesin olan oyuncuların başında geliyor. Onun yanına Balotelli, Pazzini, Gilardino, Osvaldo, Quagliarella, Ogbonna, Paloschi gibi sayısız alternatif yerleştirilebilir. O yüzden Prandelli'nin ofans hattında sıkıntı yaşayacağını düşünmüyorum.

İtalya'nın genel tahmini ilk 11'i bu şekilde. Maviler, EURO 2012'ye gitmeden önce bu denli favori, kendilerinden emin ve hazır bir şekildeler. Onlar için en büyük sorun takımın içindeki uyum. Ancak yapılacak 4-5 hazırlık maçı ve Prandelli'nin motivasyonu ile bu olay da rahat bir biçimde çözümlenecektir.


Fotoğraflar: #129038890 Italy v Northern Ireland - EURO 2012 Qualifier By: Claudio Villa @Getty Images Sport / #129054202 Italy v Northern Ireland - EURO 2012 Qualifier By: Giuseppe Bellini @Getty Images Sport

Cassano formda olmazsa İtalya zorluk yaşayacaktır. Formda olduğundaysa... Kim bilir?

Antonio Cassano, İtalya'nın Kuzey İrlanda'yı 3-0 yenerek Euro 2012 elemeleri C Grubu'nu namağlup bitirmesinde öne çıkarak manşetler çıktı.

14 ay önce yeni teknik direktör Cesare Prandelli tarafından tekrar milli takıma çağrılan Cassano'nun hemen gösterdiği etki Marcello Lippi'nin kulaklarını çınlatmıştır, çünkü ikinci kez göreve geldiği dönemde 'FantAntonio'yu takıma hiç çağırmaması bütün ülkede tartışma yaratmıştı.

Ancak Cassano'nun elemelerdeki iyi konumu Sampdoria Başkanı Riccardo Garrone ile yaşadığı tartışma ile kesintiye uğradı. Prandelli kendisini oynatmak istese bile, Cassano bu mesele çözülünceye kadar kendini kadro dışında buldu.

Ancak Milan'a transfer olarak milli formaya yeniden kavuşan Cassano, Prandelli yönetiminde gol sayısını altıya çıkardı ve takımın hücumdaki etkinliğini artırdı. Elemeler boyunca Mario Balotelli, Giuseppe Rossi, Giampaolo Pazzini, Alberto Gilardino ve Alessandro Matri inişli çıkışlı performanslar sergilerken, Cassano istikrarını korudu.

Bir gazeteci ile girdiği münakaşa nedeniyle İtalya Futbol Federasyonu Başkanı Giancarlo Abete'nin uyarısına Cassano Kuzey İrlanda karşısındaki kritik performansı ile cevap verdi. İlk önce Gareth McAuley ve Ryan McGivern'in arasından mükemmel bir çapraz koşu yaparak Daniele De Rossi'nin enfes kestiği topla buluştu ve iyi bir voleyle golü buldu. Ardından Alberto Aquilani'nin zekice pasında kaleci Maik Taylor'u avlayıp farkı ikiye çıkardı. McAuley bir gün torunlarına İtalya adına nasıl gol attığını anlatabilmek için elinden gelen her şeyi yaparak İtalya'nın üçüncü golüne imza attı, ama o sırada Cassano çoktan duşun yolunu tutmuştu bile.

İspanya'nın ardından Euro 2012 elemelerinin en yüksek ikinci topa sahip olma oranı ile İtalya dokuz maçtan yedisinde kalesini gole kapadı. Prandelli elemeler boyunca düzenli olarak stoper, kısmen bek mevkilerinde değişiklik yapsa da defans her zaman güven verdi. Orta sahada lige de iyi başlayan De Rossi, Andrea Pirlo ve Claudio Marchisio ise takımın 2012'de şampiyonluk ümitlerini güçlendirdi.

Üç ya da dört yıl sonra futbolu bırakacağını açıklayan Cassano, Euro 2012 hazırlık kampında 30 yaşına basmış olacak. Euro 2012 oyanayabileceği son büyük turnuva olabilir.



Elemelerde oyunun kaderini değiştiren bir oyuncu olduğunu ispatlayan Cassano, aynı şeyi Almanya, İspanya, Hollanda ve diğerleri karşısında da göstermeli.

Önümüzde sekiz ay gibi uzun bir süre var ve Cassano'un şu ana dek çok iyi geçirdiği Euro 2012 sürecini nasıl tamamlayacağını görmek için beklemek zorundayız. İşin kolay kısmı geride kaldı, aslı zor kısım yeni başlıyor. Cassano formda olmazsa İtalya zorluk yaşayacaktır. Formda olduğundaysa... kim bilir?

Üç ya da dört yıl sonra futbolu bırakacağını açıklayan Cassano, Euro 2012 hazırlık kampında 30 yaşına basmış olacak. Euro 2012 oyanayabileceği son büyük turnuva olabilir. Elemelerde takımı gibi eksiksiz performans sergileyen Cassano için son hüküm Haziran ayında verilecek.

Goal.com

Fotoğraflar: Italy v Northern Ireland - EURO 2012 Qualifier By: Claudio Villa (Getty Images Sport)

9 Ekim 2011 Pazar

Ashley Young, Darren Bent, Theo Walcott ve Fabio Capello'nun pişmanlığı ile beraber uyanışı...

2010 Dünya Kupası'nda forma giymiş oyunculardan yalnızca 7 tanesinin Karadağ maçının kadrosunda yer aldığını düşünürsek, Fabio Capello'nun, Güney Afrika'da yaşanan büyük başarısızlığın ardından hatalarından nasıl dersler çıkarttığını anlayabiliriz.

İngilizler, gelecek sene Polonya ve Ukrayna'da oynanacak olan Avrupa Şampionyası için yerlerini ayırtmayı başardılar. 2-0'lık üstünlüklerini koruyamayıp beraberliğe razı olmaları ve Wayne Rooney'nin aptalca gördüğü kırmızı kart gibi zor koşullara rağmen.

Öyle ya da böyle, İngiltere görevini tamamlayarak kupaya katılmaya hak kazandı ve bunu, her daim eleştiri oklarının hedefinde bulunan Fabio Capello'ya borçlular.

Ashley Young açılış golünü attı ve daha sonra, Darren Bent'in golüne de asistle katkıda bulundu ki, bu Dent'in son beş maçındaki dördüncü golüydü. Theo Walcott ise özellikle ilk goldeki müthiş katkısıyla maça imza atmayı başardı.

Young, Bent ve Walcott. Üçü de Güney Afrika'ya götürülmezken, Capello'nun bu kararları ülke çapında büyük tartışmalara neden olmuş ve oyuncular da İtalyan menajere tepkilerini açıkça göstermekten çekinmemişlerdi. Walcott, Capello'nun hata ettiğini söyleyecek kadar ileri de gitmişti.

Görünen o ki, Capello, artık, Premier Lig'de formda olan oyuncuları milli takıma seçmesi gerektiğinin farkına varmış gibi görünüyor. Aklın yolu bir. Young ve Bent, kulüpleri adına son yıllarda çok büyük işlere imza attılar ancak Capello, oyuncuların bu performansını milli takıma da taşıyabileceğini son 12 ayda fark edebildi.

İşin daha ilgi çekici kısmı şu ki; İngiltere, şu an için, bu oyuncuları Güney Afrika'ya götürmemiş olmasının ekmeğini yiyor olabilir. Euro 2012 bileti cebe konulurken, özellikle bu üç oyuncu, son derece arzulu ve motive olmuş bir şekilde oynadılar.

Bu performanslar ile, Güney Afrika'da Aaron Lennon gibi oyuncuların gösterdiği korkak performanslar arasında belirgin farklar bulunuyor. Young, Bent ve Walcott, tecrübesizliklerinden ya da milli formayla başarısız olacaklarından korku duymuyorlar.

Dün akşam atılan iki gol, bu söylediklerimizin kanıtı. Rooney ileri uçtaki rolünü ifa ederken, Bent, Young ve Walcott hareketli oyunları ve birbirleriyle olan uyumlarıyla birlikte ilk yarıda, takımlarını Karadağ'a karşı üstün kılmayı başardılar.

İlk gol 10. dakikada Young'dan geldi. United'ın kanat oyuncusu, Walcott'un sağ kanattan yaptığı müthiş ortayı iyi takip etti ve golü atmayı başardı.

31. dakikada bu kez Young golü yaratan isimdi. Önce Rooney'nin ara pasını kontrol etti, daha sonra ise Bent'e adeta 'al da at' dedi ve fark ikiye çıktı. Aston Villa'nın golcüsü, halen, ceza sahası dışında çok az tehlike vadediyor ancak ceza sahası içinde son derece etkili bir bitirici olduğu da aşikar.

Darren Bent, Karadağ karşısında Young ve Walcott ile uyumlu oyunu ile dikkat çekti

Sahanın diğer bölgelerinde de, İngiltere'nin 2010'daki o kötü performansından nasıl kurtulduğu ve ne derece önemli bir gelişim sağladığı görülüyordu.

Örneğin Joe Hart, İngiltere formasıyla çıktığı 14 maçta mağlubiyet yüzü görmeyerek, Euro 96'dan bu yana hiçbir İngiliz'in elde edemediği bir seriyi yakalamış durumda. Capello onu Güney Afrika'ya götürdü, ancak Hart'tan önce yaptığı iki kaleci seçimi olan Rob Green ve David James ile takım felakete sürüklendi.

Capello'yu, hatalarından ders çıkarttığı için övüyor muyuz? Ya da tam tersine, bu kadar basit olan gerçekleri Güney Afrika'da göremediği ve işleri batırdığı için yeriyor muyuz? Yılda 7.1 milyon avro kazanan biri için, cevap: Her ikisi de.

Genç, aç ve bir şeyleri kanıtlama çabasındaki oyunculardan oluşan bir İngiltere kadrosu, Euro 2012 hedefleri için en ideal seçim. Capello'nun, kulüplerinde formda dönemler geçiren oyuncuları milli kadroya davet etme seçimi de aynı şekilde önemli. Rio Ferdinand'ı, yani John Terry'den önceki kaptanını, kadroya almayarak bu tavrını netleştirmiş oldu.

Podgorica'daki maçın ikinci yarısı, İngiltere'nin önünde daha yapacak çok şeyi olduğunun kanıtı gibiydi. Rooney'nin kırmızı kartı nedeniyle Avrupa Şampiyonası'nda en az bir maçı kaçıracak olması da çok büyük bir kayıp. Ancak kadroda yer alacak olan tüm oyuncular, bazı şeyleri ispat etmek istercesine oynayacaklardır.

Goal.com TR

Fotoğraflar: Michael Regan and Laurence Griffiths (Getty Images Sport) - Montenegro v England - EURO 2012 Qualifier

Blog Widget by LinkWithin
 
Copyright 2009 Barbarossa. Powered by Blogger Blogger Templates create by Deluxe Templates. WP by Masterplan