31 Mart 2010 Çarşamba

Haftanın Yıldızı; Selçuk Şahin


Son günlerde, medyamızda Selçuk Şahin fetişizmi yaşanıyor. Daha birkaç hafta öncesine kadar "tü kaka" ilan edilen ön libero, bugün öyle bir konuma geldi ki medyamızı dışarıdan biri izlese demek ki Türklerin Xavi'si Selçuk Şahin'miş diyecek. Tabii ki yok böyle birşey fakat şöyle bir şey var; bugüne kadar Selçuk'a haddinden fazla suç yüklendi. Takım kötü gittiğinde baş sorumlu o gösterildi ama o, bu kadar eleştiriyi hak etmiyordu ve bana sorarsanız Selçuk Şahin, Cristian Baroni'den az bir futbolcu değil. Hiçbir zaman da olmadı!

2003 Konfederasyon Kupası, Türk futbolu için bir milat olacaktı. Belki o jenerasyon, biraz daha dikkatli olsa ve futbola "gerektiği kadar" eğilse bugün ulusal takımımızda bambaşka isimler görecektik. O turnuvada, göze batan 3 futbolcumuz vardı; Volkan Arslan, Tuncay Şanlı ve Selçuk Şahin.

Selçuk o zamanlar, Uzanlar hakimiyetinde son mutlu günlerini geçiren İstanbulspor'da oynuyordu. 2001'den 2003'e dek İstanbulspor'da 69 maçta forma giydi ve "Anadolu ağırlığı" en fazla olan milli takımımızda forma şansı buldu. Doğrusunu söylemek gerekirse bu şansı çok iyi değerlendirdi. Fenerbahçe forması ile dejenere olana dek, Türk futbolunun en büyük gelecek ümitlerinden biri olarak gösterildi. Daha sonra, alınan kötü sonuçlar Selçuk'un başında patladı ve dünya çapında bir yıldız olacağı söylenirken TSL'de bile oynatılmaması gereken(!) bir futbolcu konumuna düştü.

Selçuk, inanılmaz marifetleri olan bir oyuncu değil. Biri ona basit oynamayı öğretse çok iyi olacak ve Fenerbahçe'nin değişmez futbolcularından biri haline gelecek. Fakat Selçuk, kimi zaman öyle oynuyor ki kendi ayaklarını Xavi'ninkilerle karıştırıyor. Haliyle top kaptırılınca, başına olmadık işler geliyor. Baroni, Selçuk'un düz hali bana sorarsanız. Aralarında hiçbir fark yok ya da hadi bilemedin, çok az fark var. Baroni, en yakınındaki adama topu bırakıp kaçma derdindeyken Selçuk, biraz heyecan yaşatmak istiyor. Çoğu zaman, fazla adrenalin pompalamasından ötürü patlıyor ama kimi zaman Galatasaray'a karşı olduğu gibi coşuyor. 35 metreden gelen golü Fenerbahçeliler, Selçuk'un hayalci futbol tarzına borçlu biraz da! Ve tabii ki, Leo Franco'nun hayal gücüne.

Enzo Zidane


Önümüzdeki yıllarda üstünde ‘Zidane‘ yazan 10 numaralı bir forma göremeyeceğiz diye düşünüyorsanız biraz bekleyin…

Zidane ve eşi Veronique’nin 4 çocuğu var ve ikisi erkek. İçlerindeki Enzo Zidane Real Madrid altyapısında oynamaya çoktan başladı bile…

Enzo Zidane adını Marsilya’nın efsane isimlerinden Uruguaylı forvet Enzo Francescoli‘den alıyor. Enzo şu an 16 yaşında…Anne ve baba Zidane oğullarını medyadan oldukça uzak tutuyorlar.

Enzo Zidane 2007′de Katalunya’nın Palamos kentinde düzenlenen bir turnuvada Real Madrid ile harikalar yarattı. Finalde ezeli rakip Barca’ya da bir gol atmıştı Enzo… Final maçında babasından izlemeye alışık olduğumuz ‘topun etrafında dönme’ haraketini yapan (Rulet) Enzo insanları büyüledi. Sanıyorum bu haraketten sonra kimse Enzo’nun ‘babasının oğlu olduğunu’ inkar edemez…

Halen altyapıda oynamaya devam ediyor ve sanıyorum birkaç yıl içinde kendinden daha fazla söz ettirecektir...

Fransızlar ve Real Madrid’liler onun için şimdiden sabırsızlanmaya başladılar.

Son olarak Osasuna’ya karşı harika bir frikik gol atan Enzo ‘babamdan herşeyi öğreniyorum’ diyerek adeta yeni Zidane benim diyor…

Bizde bekleyip göreceğiz…


Oğuz Öztürk - organikfutbol.com

Ramos ve Milan?


Sevgili Sergio Ramos Milano'ya gitmiş apar topar Pazartesi günü... Gitmiş, yemek yemiş gelmiş. 

Bizim AS'ta tutturmuş Sergio Ramos Milan'la görüşüyor diye... 

Osteria del Pallone'de Oddo ve Abbiati ile buluşmuş. Bunların dışında Milan kulübünün önde gelen yetkilileri de onlarla beraberlermiş.

Şimdi, böyle bir olasılık var mı, yoksa sıradan bir yemek mi bilemiyorum. Şimdi tek söyleyebileceğim sevgili Berlusconi eğer Sergio Ramos'u gerçekten istiyorsa birinin onu rüyasından uyandırması gerektiği...

Sergio Ramos'un Real Madrid ile Haziran 2013'e kadar devam eden bir kontratı var... Şimdilerde konuşulan ise bu kontratın Perez'i kesmediği ve 2017'ye kadar uzatmak istediği... Böyle bir durum karşısında Milan'ın Ramos hayali zaten suya düşüyor. 

Ama onlara da hak vermek gerek artık.

Maldini emekli oldu, Nesta, Kaladze ve Favalli gibi isimler bıraktı bırakacak... T. Silva tek başına takılıyor. İtalyanların iş gücünü daha iyi yapmak için Sergio Ramos'u istedikleri söylenebilir. 

Zaten 'bizim' AS gazetesi kendini boşu boşuna işkillendirmiş olaiblir. Yani zaten biliyoruz kısa zaman önce de Ramos-Milan haberleri çıkmıştı ama belki de Ramos sıradan bir gezinti için de Milano'ya gitmiş olabilir...

Hazır ufak dedikodulardan bahsetmişken Raul ve Liverpool adları da yazılmaya başlandı. Tam haberleri bilmiyorum ancak Raul'un Benitez'in yanında ona 'yardımcı' olması için ileride oturabileceği söyleniyor... Raul Real Madrid camiasının futbolu bıraktıktan sonra aktif olarak çok şey beklediği bir isim... Bu durumda bu söylentinin de gerçekleşmesi zor görünüyor.

30 Mart 2010 Salı

Bayern Münih - Manchester United


Bu gece Münih'te oynanacak Şampiyonlar Ligi Çeyrek Finali öncesinde geçmişe gidilecek, anılar Bayern Münih'li ve Manchster United'lı taraftarları alıp 1999 yılına, Nou Camp'a götürecek...

11 Yıl geçti Dramatik Finalin üstünden...

Bir dakika içinde Almanlar için kaçan bir Şampiyonlar  Ligi Kupası, ya da bir dakika içinde İngilizlerin aldığı Şampiyonlar Ligi Kupası, artık hangisi tercih ederseniz...

Düşünün, o gece bir Bayern Münih taraftarısınız, Nou Camp'ta maçı izliyorsunuz... Maçın hemen başında Basler frikikten yazıyor, öne geçiyorsunuz... İkinci yarıda Scholl ve Jancker'in toplarının direkte patladığını görüyorsunuz. Takımınız sahanın tek hakimi, siz tribünde oyuncular sahada seramoni ve kupanın hayallerine dalmış gidiyorsunuz. Son bir dakika... Ve tüm hayaller bitiyor, kırmızılar kupaya uzanıyor...

2001 yılında aynı kupanın tekrar kazanılması dahi 1999'un acısını unutturamıyor...

S. Effenberg'in gece sonunda söylediği sözler işin özeti;

" Doping kontrolü için takımdan beni seçmişlerdi. Gitmem gereken yere doğru giderken Sheringham ve Solskjaer ile karşılaştım. Biz üzüntüden sarhoştuk, onlar kupa nedeniyle sarhoştu... Doping kontrolü bitti, tüm takım arkadaşlarım gitmişti, stadın ışıkları sönmüştü, ben de stadı bırakıp giderken yanımdan elinde kupayla geçen Beckham'ı gördüm... İşte o anda Tanrı'ya yemin ettim. Böyle bir şans yakalarsam bir daha kaçırmayacağım diye... 2001'de aynı kupa benim elimdeydi ancak 1999'u hiç unutmadık..."

Kimse Unutmadı... Bu gece binlerce Bayern'li akıllarındaki o dramatik finalle Manu'ya karşı takımlarını izleyecekler...


Manchester United - Bayern Munich Final 1999

Son olarak bu geceki maçın muhtemel kadroları:

Bayern : Hans-Joerg Butt - Daniel van Buyten, Martin Demichelis, Philipp Lahm, Holger Badstuber - Franck Ribery, Mark van Bommel, Thomas Mueller, Danijel Pranjic - Miroslav Klose, Ivica Olic

ManU: Edwin van der Sar - Gary Neville, Rio Ferdinand, Nemanja Vidic, Patrice Evra - Nani, Darren Fletcher, Paul Scholes, Park Ji-Sung - Wayne Rooney, Antonio Valencia.

29 Mart 2010 Pazartesi

Four Four Two | Nisan 2010


Four Four Two Nisan sayısı her zamanki gibi yine bir çırpıda okunacak kadar iyi... Kısa Kısa Nisan 2010;

- Kapakta Elano ve içeride onun röportajı... Elano'ya Erdem Kabadayı sormuş, Barış Tekin foroğraflamış... Yine bunun yanında Eto'o, Bent, Nouma, Ceyhun Gülselam, Ömet Çatkiç ve Cenk İşler röportajları bizimle.

- Yakın Markajda Feyyaz Uçar okur sorularını yanıtlamış.

- Cem Türkel'in kaleminden Güney Afrika. Harika fotoğraflar kullanılmış. 'Güney Afrika'ya gidecekseniz önce sokakları tanımalısınız...'

- Hiddink ile tekrar gösterim Erdem Kabadayı'dan bizlerle... Hollandalının eski defterleri açılmış. Fotoğraflar ise Giray Güngör arşivinden.

- Milan'ın büyük sırrını Andy Greeves yazmış. Oyuncuların kariyerlerini uzatan tedavi merkezi bizlerle...

- Ali abinin (Ece) kaleminden 'Arjantin 1986'...

- Hilal Gülyurt yazmış, Barış Tekin fotoğraflamış; Bando Es - Es...

- Altıpasta Robbie Keane, Simon Kuper Köşesi, Pique, Xavier ve Pep bize selam veriyorlar. Yine aynı bölümde sevgili dostum Hüseyin Ataş Anadolu'dan Futbol sayfası ile, Burak Eren, Rafet Baran Eryılmaz ve bende ufak katkılarımızla sizlerleyiz... 

-Poster tam bana göre; Gonzalo Higuain...

- Bu ayın Blogları ise; 

http://ygtylmz.blogspot.com/  

http://mcanmutlu.blogspot.com/

Daha önce de dediğim gibi, sizde blogunuzun bu köşede yer almasını isterseniz bana ulaşabilirsiniz.

Keyifli Okumalar...

Gelenek...


La Liga Bölüm 29...

Real Madrid Santiago Bernabeu'da yıllardır süren bir geleneği devam ettirmek için Atletico Madrid'i konuk etti.

Maç öncesinde kale arkasında açılan " Tiene Pesadillas " (Sizin Kabusunuz) pankartı yıllardır süren durumu bir kez daha özetliyordu... Tam 79.500 kişi yıllardır olduğu gibi Atletico Madrid'in eli boş dönüşünü izlemek için oradaydı...

Her derbi için mutlaka 'çok önemli' etiketi  yapıştırılır fakat iki takım içinde gerçekten çok önemliydi bu maç... Real Madrid için şampiyonluk yarışı, At. Madrid içinse tekrar Avrupa Kupaları'na katılabilmek için... 

Ve Derbi Madrileno bir anlamda gösteriydi; Trajik ve Görkemli...

Real Madrid İker, Arbeloa, Albiol, Ramos, Marcelo, Gago, Alonso, Granero, Van der Vaart, Higuain ve Ronaldo ile başladı. Sergio Ramos alışılmış pozisyonunun dışında defansın göbeğinde başladı. Ancak sıkıntı çekmedi çünkü her ne kadar sağ bek oyuncusu olsa da yapısı gereği defansın ortasında da rahatlıkla oynayabilecek bir oyuncu Ramos. Bunu dün gece de gördük. Geriye kalan isimler artık alışkın olduklarımızdı. (Gago'nun bir ara takımda olduğunu unuttuğumu varsaymazsak). Yine son dakikalarda oyuna giren M. Diarra orta alandaki alternatiflerin daha da arttığının göstergesi... Çok uzun bir sakatlık döneminden çıktı Diarra.

At. Madrid ise Gea, Lopez, Dominiguez, Ujfalusi, Valera, Simao, Tiago, Assunçao, Reyes, Forlan ve Agüero ile başladı. Bu da bilindik bir Atletico kadrosuydu. Doksan dakikanın sonunda söyleyebileceğim tek şey Sergio Aguero'nun gerçekten kötü oynadığı... Bunu söylemekten zaman zaman çekiniyorum fakat ikinci bir Aimar vakası yaşayabiliriz... Maradona'nın sevgili damadı kendini biraz toparlamazsa gündemde olan Chelsea tarnsferi büyük olasılıkla sekteye uğrayacak.

At. Madrid ilk yarıda rahat bir görüntü içindeydi. Los Blancos Reyes ile attığı  ilk golden sonra skoru korudu ve ilk yarı At. Madrid'in üstünlüğü ile bitti.

Reyes'in bu golünden sonra Real Madrid toparlanmakta zorlansa da ilk yarı bitmeden Ronaldo ve Higuain ile kaçan goller diğer devrennin sinyalleri gibiydi ki ikinci devre herşey değişti.

Atletico direndi ama sonunda boyun eğdi...

Real Madrid ise Gerçek Hız, istek ve tutkunun resmi ile beraber taraftarın desteği ile koşmaya başladı...

Tüm bunların ışığında zaten devrenin hemen başında Xabi durumu 1-1 yaptı. Real Madrid'de geldiği günden bu yana bu kadar ön planda olduğu bir maç daha hatırlamıyorum... Real Madrid'deki en iyi maçı da denebilir...

Attığı 1 gol,

Arbeloa'ya attığı harika pas ve devamında gelen 2. Real Madrid golü,

3-1 iken At. Madrid'in penaltısının başrol oyuncusu,

ve orta alanda dinamizmin ana karakteri... Tabii unutmadan;

Tam bir 'emniyet sibobu'...

Tüm bunlar Xabi Alonso'nun maçın en dikkat çeken oyuncusu olduğunun kanıtı...

Higuain yine boş geçmedi bu maçta da. Ceza alanı içindeki isteğin ve gol atma arzusunun vucut bulmuş hali olan Higuain At. Madrid defansının bir anlık 'şaşkınlığı' sayesinde gol krallığı yarışında L. Messi'yi takip etmeyi sürdürdü. Los Galacticos'a geldiği günden bu yana gelişimi ve şimdi bulunduğu nokta ile en büyük alkışı hakediyor... Ayrıca söylemeliyim, onda sanıyorum Raul'u gören sadece ben değilim. Son vuruşları, sezgileri, doğru zamanda doğru yerde olması bana hep Raul'u hatırlatıyor. Raul'un orta alan ile forveti birbirine bağlayan özelliklerinin yanına bir de daha hız eklediğiniz zaman Gonzalo Higuain'i elde ediyorsunuz.

Sanıyorum zamanında bu transferi gerçekleştirdiği için Ramon Calderon'a bir teşekkür etmek gerek... Ve Maradona'ya buradan bir selam çakıyorum; 'Damadının durumu belli, gör bu çocuğu ve Dünya Kupası'nda oynat! '...

Raul demişken, El Diablo her zamanki gibi sonradan oyundaydı; Di Stefano'nun La Liga rekorunu geçmek için. Sadece 1 gol... Ama yine olmadı, bu iş başka bir maça kaldı...

Derbi Madrileno'da bilindik sonuç ve liderliğin devamı ile biten gece...

Xabi'ye

Higuain'e

Arbeloa'ya selam,

Liderliğe devam...

Fotoğraflar @ realmadrid.com







+ Geçtiğimiz Hafta: Comunidad de Madrid

Selçuk Şahin, 2004 - 2010

2004, OL. Lyon - Fenerbahçe | Selçuk Şahin ----> G. Coupet


2010, Galatasaray - Fenerbahçe | Selçuk Şahin ----> L. Franco

28 Mart 2010 Pazar

2000-2001 Türkiye Kupası || Dört Dörtlük bir maçtı...


Nostaljiye derbi günü devam... 2000-2001 Türkiye Kupası. Bana göre derbi tarihinin en unutulmaz maçlarından biri... 

Derbi Öncesi Nostalji || Galatasaray 2-3 Fenerbahçe || 1989


1988 - 1989 Başbakanlık Kupası Finali, Ankara... 20 Ağustos 1989'da Fenerbahçe'nin 3-2 üstünlüğü ile biten maçı Metin Oktay'ın kaleminden okuyalım...

" Gerçekten Ankara'da futbol dolu bir gece vardı. Başbakanlık Kupası'nda amansız bir120 dakika ile heyecanlandık, futbola doyduk. Maçın favorisi Fenerbahçe'ydi. Galatasaray'ın Tanju, Prekazi Uğur ve Hasan'dan yoksun kadrosu daha maçın başında ibreyi Fenerbahçe'ye çevirmişti. 

Gecenin aydınlık tarafı da özellikle ikinci yarı da ve uzatma dakikalarında Fenerbahçe'nin oldu. Ankara seyircisinin uzun yıllar unutamayacağı bir futbol şöleni ile zevklendik. 

Oyunda sürat, tempo ve atılan birbirinden güzel goller sanırım uzun yıllar hatırlanacak. 

Bu maç tıpkı 4-3'lük Fenerbahçe - Galatasaray maçını hatırlatıyordu. Bu maçta da Galatasaray eksik kadrosuna rağmen 22 dakika da 2-0 öne geçti fakat yine bu üstünlüğünü koruyamadı. 

Fenerbahçe'de Oğuz sahanın en iyilerinden biriydi. Schumacher ve Simoviç'ide bunlara katabiliriz. Galatasaray'da parlayan bir de K. Bülent vardı. 

Atılan goller güzellik ve beceri açısından mükemmele varan görünümdeydi. Fenerbahçe'ye 2 gol kazandıran B. Şenol golcü görevi de yaptı. Galatasaray'ın iki paslı oyunu Fenerbahçe'nin teknik oyununa yetişemedi. Bir de Erdal formasını ıslatmadan oyunu terk etti. 

Evet, Ankara'da güzel bir oyun izledik. Bu maçın izi uzun süre hafızalarda kalacak. Böyle bir maçta kazananı da kaybedeni de tebrik etmek gerek. Hatta şapka bile çıkartmak... "

Bizim Derbi...



Aslında bizim derbi ile diğer derbiler o kadar da aynı değil...

Maçtan önce rakip taraftarı görürsün iş yerinde, markette atışırsın iddialaşırsın. Dünyanın her yerinde de bu böyledir.

Tek bir farkla;

Dünyada insanlar takımlarını bizim kadar seçme hakkına sahip değiller. Boca-River derbisinde takımınızı sosyal statünüz belirler, Celtic-Rangers derbisinde ise dininiz. Bizde ise çekirdek aile içinde bile 3 farklı takımı tutana rastlamak çok olağandır. Bu da daha fazla atışma ve gerginlik doğurur, maçı aynı odada izlersiniz. Takımınız karşı rakiple sahada mücadele ederken sizde maçı beraber izlediğiniz arkadaşınız, kardeşinizle mücadele edersiniz. İstenmeyen bir sonuçta ertesi hafta işte, okulda başınıza neler geleceğinizi düşünürsünüz. Çünkü karşı ekipten farklı değilsinizdir. Eğlenmeye de aynı yere gidersiniz, ibadet etmeye de. Tek farkınız üstünüzdeki formanın rengidir.

Kimse itiraf etmek istemese de hem Galatasaraylıların hem de Fenerbahçelilerin kalbinde yatan tek gizli günahları "Ne Galatasaray olmadan Fenerbahçe olur, ne de Fenerbahçe olmadan Galatasaray olur" cumlesidir.

Şimdi, tadını çıkartın...

Galatasaray - Fenerbahçe

28 Mart 2010 Pazar, 19:00

27 Mart 2010 Cumartesi

Madrileño Nostaljisi


Takip edenler bilirler, Atletico'nun Real'e şansı pek tutmaz. Öyle bir şanssızlık ki bu Atletico berabere kalmayı bile becerememiştir çoğu zaman. En son 2006-07 sezonunda iki maçta da berabere kalınmış. Atletico'nun son galibiyeti ise 1999-2000 sezonunda. 98-99'da bir galibiyetleri var. Ondan önceye bakarsak yine altı sezonun beşinde Real her iki maçı da kazanmış. İşte böyle Madrileño derbisi. Atletico, bugünkü maça ligde Real karşısında 10 sezondur kazanamayan bir takım olarak çıkacak. Biz de yine kazanamadığı ama son kez şampiyon olduğu sezona gidelim. 1995-96 sezonuna...

Atletico Madrid o sezonda gerçekten de iyi bir kadro yakalamıştı. Forvette Kiko ve Luboslav Penev, hemen arkalarında şutları ve frikikleriyle bir anda yıldıza dönüşen Yugoslav Pantiç, orta sahanın İspanyolları Camireno ve Vizcaino, Arjantinli Simeone ve diğerleri. Takımın başında Radomir Antiç. Real Madrid ise her zamanki gibi yıldızları kadrosunda tutuyor ama biraz tutuk bir kadro: Hierro, Redondo, Michael Laudrup, Michel, Zamorano, Quiqie Sanchez... Atletico'nun kadrosu kağıt üzerinde daha iyi. Lige de daha iyi giriyorlar ve karşısına Real çıkıyor.




Takım ideâl kadrosu ile çıktığı bu maçta 2-1 kaybediyor. Rövanşı ise 1-0 kaybediyorlar yine. Belki de 70'lerden bu yana en iyi Atletico kadrosu, yine 70'lerden bu yana belki de en kötü Real kadrosundan (Laudrup'u bir kenara koyalım) yine dahi puan alamaıyor. Sezon sonunda ise şampiyon oluyorlar, Real ise ancak altıncı sırada ligi tamamlıyor. Bazı takımların bazılarına şansı tutmuyor işte. Atletico'nun son 20 sene içerisinde sadece 3 lig galibiyeti var. Neler olacağını bekleyip göreceğiz...


26 Mart 2010 Cuma

Comunidad de Madrid derbisi...


Comunidad de Madrid derbisi La Liga'da 28. Bölümde bizimleydi dün gece...

Getafe ve Real Madrid Coliseum Alfonso Pérez'de karşılaştılar. Maç öncesinde de yazmıştım, iki kulüp birbirine çok yakın, bir metro hattı onları birbirlerine bağlıyor...

Barcelona'nın kazanması ve 'saatlerdir' lider olması Real Madrid için itekleyici bir faktördü. İki takımı birbirinden ayıran sadece 4 gol farkıydı ve bu maçta atılacak her bir gol şampiyonluk yarışında çok önemliydi...

Yağmurlu bir maçtı, oyuncuların krampon seçimleri hep dikkatimi çekmiştir. Xabi, Ramos ve Van der Vaart'ın maçın ilk dakikalarında sürekli kayıp düştüklerine şahit olduk. Maçtan önce sahaya kontrol için çıkan oyuncuların krampon tercihleri çok önemli. En ufak bir pas hatası ya da pozisyon kaybı kötü sonuçlara sebebiyet verebiliyor... 

Maç öncesi Real Madrid kadrosu İker-Arbeloa-Garay-Albiol-Ramos-Alonso-Gago-Granero-Van der Vaart-Ronaldo ve Higuain'den oluşuyordu. Lass'ın olmadığı bir orta alanda onun görevini yapmak için sezon başında kayıp olan ve zaman zaman takımda olduğunu unuttuğumuz Gago ilk onbirdeydi. Ufak bir alkışı da hak ediyor. Uzun zaman sonra tekrar ilk onbirde görev almasına rağmen dinamik ve olumlu oynadı Gago... Van der Vaart yine geçtiğimiz haftalarda olduğu gibi Kaka'nın olmadığı bir Real Madrid'de tek alternatif... Ancak bu zayıf oynadığı anlamı taşımıyor. Şimdilik, bana göre Kaka'nın yapması gerekenleri o da yapabiliyor. Higuain Real adına 100. kez sahadaydı...Granero ise bir yıl aradan sonra bu kez Real Madrid forması ile Coliseum Alfonso Pérez'deydi.

Maçın başlarında sanıyorum sahasında olmanın verdiği bir artı elektirikle maça daha istekli başlayan taraf Getafe oldu. Onlar için en önemli oyunculardan biri Real Madrid patentli Roberto Soldado... Sakatlığı nedeniyle sahada yoktu. Sezon başından bu yana attığı 12 gol ile takımının en golcü oyuncusu. Zaman zaman İspanya basını tarafından milli takım ile dahi adı geçiyordu fakat yaşadığı sakatlık bu haberlerin durmasına neden oldu.

Tüm ilk onbirin dışında Getafe'de Boateng ve Pedro Leon'a ayrı bir parantez açmalıyım.

Bütün bir doksan dakika boyunca Getafe takımının en dinamik ve en istekli iki oyuncusu orta alanda sınırlı yeteneklerine rağmen her daim iyi işler peşinde olan Boateng ve ileride sezon başından bu yana hiçbir maçı kaçırmayan Pedro Leon. Bu maç ile beraber La Liga'daki gol sayısıda 7 olmuş oldu. Kaleye dikine gidebilen ve çıkarttığı şutlarla zaman zaman tehlike yaratabilen bir oyuncu olduğunu bize gösterdi. Ya da bunun dışında belki de Getafe takımı Real Madrid karşısında zayıf bir görüntü içerisinde olduğu için Pedro Leon azmi ile göze çarptı, bilemiyorum. 

Yarım saatlik dilimde 'komşusu' Getafe'nin ağlarına tam 4 gol bıraktı Real Madrid. İlk gol Rafa Lopez'in elle kestikten sonra kazanılan serbest vuruştan geldi. Ronaldo'nun serbest vuruşlarının zaten bir penaltı gibi olduğunu artık söylemekten sıkıldık... Topun başında alışılmışın dışında bir duruş gösteren Ronaldo, serbest vuruş atılana kadar büyük bir reaksiyon gösteren kaleci Ustari'yi de kapattığı köşeden avlamış oldu... Ama o da fazla üzülmedi zaten. Serbest vuruşu kullanan adam Ronaldo'ydu... Bu gol ilk 10 dakika ufak çaplı bir direnç gösteren Getafe'nin açılmasını sağlamış oldu.

Ronaldo'nun serbest vuruşundan sonra değişen hiçbirşey olmadı.

Kendini sıkan bir Getafe ve bir o kadar rahat Real Madrid...

Sıra Higuain'deydi. Getafe'ye atağa çıkarken top kaptırmanın ne kadar kötü birşey olduğunu gösterdi Higuain. Messi ile devam ettirdiği gol krallığı yarışında hanesine bir gol daha yazdırmış oldu...

Bu 2 gole kadar İker Casillas'ın toplamda 19 dakika boyunca hiç topla buluşmaması Getafe'nin durmunu özetlemek için yeterli sanıyorum...

Ve 3. Gol yine Arjantinliden...

Dünya Kupası öncesi 'beni asla unutmamalısınız' diyen bir adam Gonzalo...

Ayağına aldığı müthiş bir pasla önce Mario'dan, sonra kaleci Ustari'den sıyrılıp topu yuvarlayıverdi Higuain... Gol hanesine bir çizik daha... Onu ayakta alkışlayan bir adam vardı;

Raul...

Bir zamanlar bunları yaptığını düşünerek...

Ronaldo'nun 4. Gol için alternatifleri aşağıda sizlere sunuyorum;

Resital

Şov

Gösteri...

Siz bir tanesini seçin ve bu cümlenin başına koyun. Sağ taraftan topu ayağına alan Ronaldo dans ede ede kaleye doğru sokuldu. Yalnız değildi, maçın başından beri vasat bir görüntü içinde olan Mario'da 'tango' da ona eşlik ediyordu. Beraber dans ede ede kaleye sokuldular, Ronaldo sert bir vuruşla Ustari'yi bir kez daha avladı...


Getafe'nin attığı 2 golün birinde maç boyunca beğendiğim Pedro Leon'un imzası var. Biri ise biraz olaylı. Casillas'ın topun peşinden koşarken ceza sahası önünde sakatlanmasıyla boş kaleye topu gönderen adam Parejo oldu. Olaya Parejo yönünden bakmak ironi oluşturuyor. O anda top tam da Real Madrid ceza sahası önündeydi ve Getafe taraftarı gol bekliyordu. Parejo'nun topu dışarı atmasıyla beraber taraftarında tepkisinin olacağına hiç şüphe yoktu. O gol atmayı tercih etti, bu kez de İker Casillas'tan büyük tepki gördü. 

Maç bittiğinde beklenen herşey gerçekleşmiş gibiydi. Ben kendi adıma oyuna sonradan giren Raul'un gol atmasını gerçekten çok istesemde bu durum yeniden bir başka maça ertelenmiş oldu.

Ve tabii Barcelona'nın liderliği saatler sonra geri alındı tekrardan...

Peki bu goller, bu farklı skorlar ve bu oyun Pellegrini'yi sezon sonu kurtaracak mı?

Bence Hayır...

Fotoğraflar : @ Sporx - Goal.com





+

Geçen Hafta : Real Madrid 3-1 Sporting Gijon

25 Mart 2010 Perşembe

Dar alanda kısa ve pahalı transferler


Athletic Bilbao takımının Bask Bölgesi'nde neyi, ne derecede ifade ettiğini anlamak çok güç değil.

Bilindiği gibi Bilbao'nun transferleri yıllar boyunca hep olay olmuştur. Diğer bir Bask takımı olan Real Sociedad, Bilbao'nun aksine transferde daha esnek bir kulüp. Sociedad yönetimi genelde takımı Basklı ve yabancı oyunculardan oluşturuyor. Real Sociedad'lılar bu durumun daha doğru olduğunu ve Bask kimliğini daha doğru ifade ettiğini söylüyorlar.

Sociedad'ın aksine tranfer politikası daha kısıtlı olan Bilbao, Bask Bölgesi'nde yetişen gençleri takıma katmak için çok fazla para harcıyor ya da oyuncunun kendisine çok fazla maaş vermek zorunda kalıyor. Çünkü kendisine A. Bilbao'nun talip olduğunu öğrenen bir futbolcu ya da o futbolcunun kulübü istenebilecek en yüksek miktarı Bilbao'nun önüne sürüyor. Bu da Bilbao'nun kulüp politikası nedeniyle 'dar alanda kısa ve pahalı transferlere' yönelmesine neden oluyor. Şimdilerde Bilbao'nun en genç oyuncularından biri olan Aurtenetxe'nin Bask Bölgesi'nin diğer bir kulübü Amorebieta'dan Bilbao'ya bir hayli pahalıya patlayan transferi de bunun bir örneğiydi.

Parlak futbolcular elde tutulamıyor

Yine, bütçesi parlak olmayan Bilbao parlayan ve yıldız olan oyuncuları da elinde tutmakta zorlanıyor. Geçmişte Zubizaretta, Ezguerro ve Del Horno Avrupa kulüpleri tarafından keşfedildikten sonra takımdan ayrılan isimler. Bunun yanında takım, iyi oyuncuları elinde tutmak için çok fazla para kaybediyor. Yıllardır A. Bilbao'da tutmayı başardıkları Yeste örneğindeki gibi... Geçtiğimiz sezonlarda Ajax'a satılan Urzaiz'in transferi ise tamamen ekonomik odaklıydı.

Son iki sezona baktığımızda geçmişte Del Horno ve Ezguerro örneklerinde olduğu gibi Bilbao yönetiminin elinde tutmakta zorlanacağı birçok oyuncu var. Bu oyuncular Bilbao takımının isteklerini zamanla karşılayamadığını gördüklerinde Bask Bölgesi'nden ayırlmaları kaçınılmaz olacak.

Yeni yıldızlar

Defansta bu sezon 15 maça çıkan 89 doğumlu San José, orta alanda her maçta görev alan 88 doğumlu Javier Martínez Aginaga, ki onu izleyen birçok büyük kulüp var, bu yeni yıldızlardan bazıları. 92 doğumlu forvet oyuncusu Iker Muniain Goñi'de en çok dikkat çekenlerden. Saydığım bu oyunculardan direk At. Bilbao altyapısından çıkan isimse Javier Martínez Aginaga. San José Liverpool'dan kiralık,ve takım Iker Muniain Goñi'yi takıma katabilmek için ufak Bask kulüplerine yüksek miktarlarda para ödedi. Bu durum gelecekte, halen sivrilmeye devam eden bu oyuncuların büyük ihtimalle satılmalarına neden olacak.

Kurtuluş nerede?

Ya Bask'lı bu oyuncular çok büyük fedakarlık gösterecekler ki günümüz futbol endüstrisinde bu pek mümkün değil, ya da At. Bilbao yüzyıllardır süren bir geleneği bozup, sponsorluk anlaşmalarını daha geniş bir yola sokacak. Bahsettiğim formaya alınan ve 'Basklı' bir petrol şirketi olan Petronor gibi reklamlar değil. Çünkü burada bile işin içine 'Bask' kelimesi girdiğinde fedakarlıklar söz konusu oluyor...

Futbol dünyasının en önemli tabularının çoğunu bünyesinde barındıran Bilbao bunları 'daha derinden' yıkacak mı bilinmez... Başkan Macua, bu 'Romantik Duruşu' biraz olsun delmeye çalıştıysa da başarılı olamadı, tepkiler büyük oldu. Önümüzdeki yıllarda 'Bask milli takımı' nın sancılı günlere gebe olduğunu söylemek mümkün.

Önemli olan bu problemler bütününden Bilbao'nun güçlenerek mi çıkacağı, yoksa aynı yerde mi seyredeceği?


Getafe CF - Real Madrid || Maç Öncesi


La Liga Bölüm 28...

Real Madrid için bir deplasman mücadelesi fakat çok yakın bir deplasman...

Comunidad de Madrid İspanya'nın 17 Otonom Bölgesi'nden biri. Başkent Madrid'i bir bölgeye katıp ufak çaplı bir tartışmayı hiçbir İspanyol istemediğinden Madrid'i ve içindeki birkaç şehri içine alan bir eyalet kuruldu zamanında... Getafe'de bu bölgenin bir şehri...

Maçın oynanacağı Coliseum Alfonso Pérez ile Santiago Bernabeu arası az bir mesafe... Madrid metrosu aralarındaki bağlantı. Bu yüzden Real Madrid'li taraftarların Getafe'ye gitmeleri hiç bir sorun yaratmayacak...

Sanıyorum bu sezon başından beri Getafe adının en çok geçtiği konu Burger King ile yaptıkları forma sponsorluğu anlaşması... Onun dışında sezon başından bu yana 'Hetafe' ile ilgili yazılacak iki şey var;

Manu Del Moral ve Real Madrid çıkışlı Roberto Soldado.

Manu del Moral Getafe'nin en tehlikeli oyuncularından. Bu sezon 6 golü var ancak rakip defansa çok rahatsızlık veren bir oyuncu. Roberto Soldado ise bildiğiniz gibi Real Madrid patentli bir forvet oyuncusu. Şu an Getafe takımının en golcüsü 12 gol ile Soldado halihazırda. Ancak Soldado'nun sakat olduğu yazıyor. Bu akşamki maçta oynayamayacak. Bu Real Madrid için olumlu bir gelişme...

Getafeliler evlerinde oynadığı maçlarda 8 galibiyet 2 beraberlik aldılar. Rakip filelere 21 gol atan takım kalesinde 12 gol gördü. Taraftarının desteği ile oynadıkları futbolu birleştirerek evinde güzel sonuçlar aldılar. Onların daha önce lig maratonunda Barcelona'yı liderlikten etmişlikleri de var, onu da hatırlatalım. Bu yönü ile Real Madrid için bir tehlike arz ediyorlar...

Yine bu maç ile ilgili Granero için ufak bir parantez açmakta fayda var...

Klasik bir 'esi takımına karşı mücadele ediyor' cümlesinin içinde şu an Granero... Getafe'den geldiğinde 'Los Galacticos' un içinde barınmasının zor olduğu düşünülünen Granero buna karşılık olarak sezon başından bu yana iyi bir performans sergiliyor. 23 maçta oynadı ve 14 tanesinde ilk onbirde başladı Esteban. Bu gece de Getafe karşısına çıkacak takım kadrosunda yer alıyor. Büyük ihtimal de oynayacak.

Getafe - Real Madrid dendiğinde geçen sezon Nisan'da oynanan ve Real Madrid'in 3-2 üstünlüğü ile biten maçtan bahsetmeden geçmeyelim. O maç tek kelimeyle muhteşemdi... O maça kadar Getafe'yi 3 maçtır yenemeyen Real Madrid sonunda şeytanın bacağını kırmıştı. Maçın son 10 dakikasında yaşananlar geriye kalan komple bir 80 dakikayı da zaman kaybı gibi göstermişti bize... Gerilim, kırmızı kart, penaltı gol... Son 10 dakika da futbol adına herşey vardı. Maç boyunca birçok gol şansını eliyle iten Higuain tüm Bernabeu'yu ayağa kaldırmıştı son dakika da attığı gol ile. Guti'nin deyim yerinde ise 'doksana astığı gol' ise sezonun en güzel gollerinden biriydi... Tüm bunların yanında Pepe'nin yaptıkları da unutulacak cinsten değildi pek tabii...

Son olarak Real Madrid'in Getafe'ye gittiği kadroyla beraber geçen yılki olaylı Getafe maçının videosu ile yazımızı bitirelim...

Real Madrid: Casillas, Dudek, Arbeloa, Ramos, Marcelo, Garay, Albiol, Metzelder, Guti, Gago, Xabi Alonso, Van der Vaart, Granero, Mosquera, Juanfran, Raul, Cristiano Ronaldo, Higuain.

Fotoğraf @ Marca


Getafe - Real Madrid

25/03/2010

21:00

Coliseum Alfonso Perez


+

Geçen Hafta;

Real Madrid - S. Gijon Maç Öncesi

Real Madrid 3 - 1 S. Gijon

Haftanın Yıldızı; Gustavo Colman


Trabzonspor'un başındayken Ersun Yanal, Belçika'ya futbolcu izlemeye gider. Germinal Beerschot takımında oynayan ve adını öğrenemediğimiz için X oyuncu diye hitap edeceğimiz futbolcu, sahada pek varlık gösteremez. Fakat, Yanal'ın aklı başka bir isme takılmıştır. Orta sahanın ortasında görev yapan bu isim, "gitar virtiözü" Gustavo Colman'dan başkası değildir.

Ersun Yanal, kariyerinde birçok Belçika orjinli futbolcu transfer etti ve epeyinde başarılı oldu. Büyük ümitlerle başlayan Trabzonspor&Yanal aşkının ilk meyvelerinden biriydi Colman ve transferi netleştiği gün, "ünlü" olmamasından ötürü dudak bükmeler hemen geldi. Fakat, sahaya çıktığı ilk maçta -ki kendisi Ankaraspor karşılaşması olur- hakkındaki soru işaretlerini silmeyi başardı.

Colman'ı Aurelio'ya benzetiyorum. Aurelio, çocuk esirgeme kurumundan alınmış gibi Trabzon'a getirilmişti üç arkadaşıyla birlikte. Diğerleri tutunamadı ama Aurelio, ismini duyurmayı başardı. Trabzonspor'da 10 numara mevkiinde oynuyordu ki epey başarılı ve golcüydü. Sonra, Trabzonspor'daki sözleşmesi bitti ve Gençlerbirliği-Fenerbahçe savaşının ardından Fenerbahçe'ye transfer oldu.

Aurelio'nun 10 numara olarak Fenerbahçe'de forma giymesi çok zordu ve oynayamadı da. Daha sonra, takımdaki eksiklikler neticesinde ön liberoya çekildi ve muhteşem tat yakalandı. Önceleri onu göndermeye çalışan Daum, ön liberodaki Aurelio'yu görünce tornistan etti ve maç kadrosunu yazdığı tahtaya ilk olarak Aurelio ismini ekledi.

Bugün aynı şeyleri Colman yaşasa Aurelio'ya benzer bir hayat hikayesi olacağına eminim. Colman, ligimizdeki ender çift yönlü orta sahalardan biri. Ama durun bir dakika, bizim ligimizde Colman'dan başka, doğru dürüst çift yönlü orta saha yok ki. Belki son birkaç yıldaki mevki değişiklikleriyle birlikte Emre Belözoğlu.

Trabzonspor şampiyon olacaksa bunu Trabzon kökenli kadronun üstüne eklenecek kaliteli ve şehre uyum sağlamış yabancılarıyla başaracak. Trabzon gibi bir şehirde yabancı olmak zor. Misal, Marcelinho kalitesinde bir futbolcu dahi hiçbir şey yapamadan ayrılmak zorunda kaldı. Colman, şampiyonluk yolunda ilerleme düşleri kuran Trabzonspor'un kilit oyuncularından biri olacaktır ve olmalı da!


24 Mart 2010 Çarşamba

Tortilla ve Futbol || Honduras


‘Muz Cumhuriyeri’ denir Honduras için. Belki de ‘Maya toprakları’ da uygun olur…

Honduras’ta, Copan şehrinde Maya harabeleri arasında bilinen bir Aşk Tanrısı bulunur… Halk bu Tanrı’dan iyi bir gelecek ister her daim. Şimdilerde Honduras halkının bu Tanrı’dan istedikleri ‘Futbol Aşkı’ doğrultusunda iyi bir gelecek…


Yolsuzluk, kaçakçılık, fakirlik, askeri darbe… Tüm bu olumsuzlukları Honduras halkına unutturan iki şey var;

Tortilla ve Futbol…

Ellerde lezzetli Tortilla sahada Honduras milli takımı… Futbol bütünleştirici bir rol oyunuyor. 1921′de Guetamala maçı ile başlayan serüven devam ediyor…

Aslında Honduras için herşeyin başı 1969 yılı… 1970 Dünya Kupası’na katılabilmek için tek engel El Salvador’du. Honduras El Salvador’u ilk maçta 1-0 yendi ve umutları yeşertti. El Salvador’lu genç bir kız ülkesine o kadar bağlıydı ki her alanda çekişme içinde oldukları Honduras’a son dakika golü ile yenilmeyi kaldıramadı ve intihar etti… Diğer maçta El Salvador Honduras’ın Meksika hayalleri 3-0 ile yıkmıştı… El Salvador’lu taraftarların ellerinde intihar eden genç kızın posterleri vardı…

‘Muz Cumhuriyeti’ halkının düşlerine ulaşmaları için 1981′in son aylarının gelmesi gerekti. Nihayet Honduras 1982 İspanya Dünya Kupası eleme gruplarında lider olmuş ve bileti kapmıştı. Ona eşlik eden de yıllar önce 100 saatlik bir ‘futbol savaşı’ yaşadığı El Salvador’du… Aşk Tanrısı halkın dileğini duymuştu. Katılmak bir zirveydi Honduras için, 1982 yazında Zaragoza ve Valencia şehirlerinde İspanya, Kuzey İrlanda ve Yugoslavya karşısında alınan 2 puan da artık bir rüya başarıydı… Üstelik ezeli rakip El Salvador 0 puanda kalmıştı… Honduras ülkeye döndüğünde kutlamalar büyüktü… Kupada gol atan Zelaya ve Laing omuzlardaydı… Boyunlarında çiçek demetleriyle beraber…


Honduras’ın 1982′den sonra yeniden Rüya alemine geçmesi yıllar aldı… Arada Copa America’da ya da UNCAF Kupası’nda kazanılan başarıların tatmin ediciliği pek azdı. 1982′de ulaşılan rüya seviye üst hedefti ve 2010 Dünya Kupası elemelerine bu hedefle başlandı…

14 Ekim 2009′da ezeli rakip El Salvador’un sahasında Carlos Pavon‘la gelen 1-0′lık galibiyet Güney Afrika kapısını ardına kadar açmıştı Honduras için… Estadio Cuscatlán‘da tribünlerde bulunan 3000 Honduras’lı o ana şahitlik ediyordu. David Suazo tüm halkı temsil edermişçesine orta alana çökmüş Tanrı’ya şükrediyordu. Aynı yılda yaşanan darbe girişimlerini ve yaşanan tüm karışıklıkları unutturan yine futboldu…

Şimdi Honduras başında Kolombiyalı Reinaldo Rueda ile beraber Güney Afrika’ya gidiyor. 1982′deki takımın ruhunu da yanlarına alarak… İspanya, İsviçre ve Şili’nin olduğu grupta hayallerinin peşinden koşmaya devam edecek ‘Muz Cumhuriyeti’…



Fotoğraflar: Honduras Devlet Arması @ Wikipedia, Yugoslavya - Honduras @ G.I

+

23 Mart 2010 Salı

G. Zola | Onun '3' Önemli Maçı...


#3 Chelsea 4-2 Liverpool (26 Ocak 1997, FA Cup, 4. Tur)  

Mavi Chelsea ile Kırmızı Liverpool'un karşılaşmasından önce 3. turda Chelsea WBA'yı 3-0 ile, Liverpool ise Burnley'i 1-0 ile geçmeyi başarmıştı. Bu iki takımın FA Cup 4. turunda eşleşmeleri kimilerine göre 'erken bir' kapışma olacaktı. Maç beklendiği gibi çok hareketli başlamıştı. İlk yarıda baskın olan taraf Liverpool'du. Zira maçtaki ilk kurşunda Liverpool'lu R. Fowler'dan gelmişti. Sağ kanattan gelen ortada topu ağlara gönderen Fowler kırmızıları daha da ateşlendirmişti. Chelsea daha ilk golün şaşkınlığını üzerinden atamamıştı ki hazırlık pasları yaptığı bir anda Liverpool'lu Stan Collymore E. Newton'un ayağından bir anda topu kapmış ve De Goey ile karşı karşıya kalıp skoru 0-2'ye getirmişti. Chelsea farkın ikiye çıkmasından sonra ataklarını sıklaştırmıştı ve bir an önce gol bulmak istiyordu. Vialli'nin başrolünde bulduğu pozisyonları cömertçe harcarken kalesinde verdiği boşluklar nedeni ile zaman zaman 3. golü yeme tehlikesi de yaşıyordu. İlk yarı Liverpool'un üstünlüğü ile bitmişti. İkinci yarıya bu kez iyi başlayan taraf Chelsea olmuştu ve nihayet taraftarlarını rahatlatan bir gol gelmişti ve fark bire inmişti. Şimdi bastırma sırası mavilerdeydi. Defanstan gelen ve Liverpool savunmasının uzaklaştırmaya çalıştırdığı bir uzun topun devamında meşin yuvarlağı bir anda ceza sahasının biraz dışında tam önünde bulan Zola çok sert ve isabetli vurmuştu... 2-2. Bu gol Chelsea'yi uyandıran ve galibiyete inandıran bir goldü. Chelsea, attığı beraberlik golünün üstünden çok geçmeden Di Matteo'nun pasında kaleci ile karşı karşıya kalan Vialli'nin golü ile 3-2 öne geçmeyi başarmıştı. Fakat Chelsea'nin durmaya niyeti yoktu. Sağ kanattan kazanılan bir serbest vurrşta Zola'nın ortasına kafayı vuran Vialli'ydi... 4-2... Chelsea taraftarlarının bir türlü unutamadığı bu enfes maç aynı zamanda Zola'nında kariyerinde en iyi oynadığı maçlardan biri olarak kaldı hafızalarda...

#2 Nijerya 1-2 İtalya (5 Temmuz 1994, ABD 94, Son 16) 

Zola ABD'de gerçekleşecek olan Dünya Kupası'ndan önce Serie A'da Parma forması ile 19 gol atarak güzel bir sezon geçirmişti ve teknik direktör Arrigo Sacchi tarafından Dünya Kupası kafilesine dahil edilmişti. İtalya , Meksika-İtalya ve Norveç bulunduğu gruptaydı ve bu gurup belki de kupanın en ilginç grubuydu. Tüm takımlar 4'er puan toplamışlardı ve averaj hesabı ile gruptan çıkanlar Meksika ve İtalya olmuştu. Zola ise gruptaki tüm maçlara yedek soyunmuştu ve artık görev alacağı anı bekliyordu. Gruplardan sonra son 16'ya kalan İtalya'nın rakibi Nijerya olmuştu. Herkesin mutlak favorisi İtalya'ydı tabi ama Nijerya'da Uche, Finidi, Okocha ve Amokachi gibi isimlerle altın çağlarından birini yaşıyordu. Maç başladıktan sonra şaşırtıcı bir şekilde maça baskılı olarak Nijerya başladı ve dakika 25'te Amunike'nin golü geldi. İlk yarı bu skorla ve cılız oyunla devam etti. Oyunun sakinliği ikinci yarıda da devam ediyordu. Dakika 65'te teknik direktör Sacchi'nin yanında Zola belirdi. Maç boyunca etkisiz bir görüntü çizen Signori yerini Zola'ya bırakıyordu. Şimdi İtalya'nın galibiyet ve gol umudu Zola'ydı. Maça çok hırslı başlayan Zola'nın bu hırsı onun sadece 10 dakika sonra, 75'te kırmızı kart görmesine neden olmuştu. Herkes şok geçirmiş gibiydi. Zola ağır adımlarla sahayı terketmişti ama soyunma odasına gitmemişti. Tek yaptığı iki elini birleştirip reklam panolarının arkasından maçı izlemekti... Olası bir yenilgide Zola'da günah keçilerinden biri olabilirdi. Fakat öyle olmadı. Saha kenarında dua eden Zola'nın yüzüne Tanrı bakmıştı ve dakika 88'de kuyruklu yıldız Roberto Baggio durumu 1-1 yapıp maçın uzatmalara gitmesini sağlamıştı. Uzatma dakikalarında da Zola aynı yerinde maçı izlemeye devam ediyordu ve dakika 100'de Roberto Baggio ceza sahası içinde düşürülüp yerde kaldı. Herkes nefesini tutmuştu. Ve Roberto topu ağlara gönderdi. Zola için dramatik olan bu maç aynı zamanda İtalya'nın zaferi ile sonuçlanmıştı. Zola kırmızı kartından sonra bile İtalya'nın almış olduğu galibiyeti için Tanrı'ya şükrederken aynı zamanda bu onun için unutulmaz maçlarda da yerini alıyordu... 

#1 Chelsea 1-0 Stuttgart (13 Mayıs 1998, UEFA Kupa Galipleri Kupası, Final)

Yaklaşık 30.000 kişi Stockholm'un Rasuna stadyumu'nda gelecek sezon tarihe karışacak olan UEFA Kupa Galipleri Kupası Finali'ni izlemek için oradaydı... Finalin adı Chelsea-Stuttgart olmuştu. Almanların başında tanıdık bir isim olan Löw vardı. Chelsea'de ise aynı zamanda takımın 9 numarası olan Vialli...Stuttgart'da Bobic, Balakov ve Soldo gibi isimler sahadaki yerini almıştı. Chelsea'de ise De Goey, Dan Petrescu, Leboeuf, Wise, Flo, Poyet ve Di Matteo sahadaydı. Zola ise hafif sakatlığından dolayı yedekti...İlk yarı boyunca maç bir kilit halinde oynanmıştı. İki tarafta istemesine rağmen gol bir türlü gelmiyordu. Dakika 70'e kadar durum böyle devam etti. Maç karşılıklı ataklarla devam ederken Zola 70'te oyuna giriyordu. Tıpkı 1994'teki gibi gol ve galibiyet umudu olarak... 94'teki hırsına 4 yılın getirdiği tecrübe de eklenmişti ve ondan beklenilenlerin de farkındaydı... Dakika 71'ti... Zola oyuna gireli hemen hemen 1 dakika olmuştu. Harika bir vuruş yapan Zola takımını öne geçirmişti ve bu gol aynı zamanda kupayı İngiltere'ye getirmişti.

Kariyerinde bu üçü kadar önemli ve unutulmaz maçı mutlaka vardır G. Zola'nın. Kimilerinin aklında gollerden sonra yaptığı sıcacık gülümseme ile kalan Zola, kimilerinin aklında da bu maçlarla kaldı zamanında...


Foto : Zola - Ali Sami Yen, 1999 @ Guardian


Matadorlar ve Vikingler...


Bu iki ülke milli takımlarının son yıllarda birbirleri ile yaptığı önemli maçlar gözüme çarptı. Şimdilerde kimsenin elini bükemediği ve öptüğü İspanya çok çektirmiş vikinglere... Danimarka en iyi zamanında bile diş geçirememiş İspanya'ya.

1984 Avrupa futbol Şampiyonası'nda Yugoslavya'ya 5 atan, Belçika'yı da 3-2 ile turnuva dışına iten Danimarka, yarı finalde İspanya'ya penaltılarla kaybederek elenmekten kurtulamamıştı. 2 yıl sonra 1986 Dünya Kupası'nda, grupta Uruguay ve Almanya gibi devleri averaj takımına çevirip 2. tura çıktıklarında karşılarında yine İspanya vardı. Queretaro'daki 2.tur maçı öncesi, Cezayir ve Kuzey İrlanda'yı zar zor geçebilmiş İspanyolların çok zorlanacağını düşünen otoriteler, Danimarka'nın maçı 5-1 kaybetmesiyle şaşkına dönmüşlerdi.

1994 Dünya Kupası elemelerinde İspanya'yla aynı grupta yer alan Danimarka, evindeki maçta rakibini 1-0 mağlup ederek uzun yıllar sonra rakibine karşı ilk galibiyetini alıyordu. Elemelerin son haftasında, finalleri garantilemiş İspanya'nın ardında 2. sırada bulunan vikingler, grubun son maçında İspanya karşısına çıkıyordu. Sevilla'daki maçta alacakları 1 puan bile onları finallere taşımaya yetecekti ancak maçı 1-0 kazanan İspanya, bir kez daha Danimarka'ya trajik bir mağlubiyet tattırıyor, grupta üçüncü sıraya düşen Danimarka, final vizesi alamıyordu.

1996 Avrupa futbol şampiyonası elemelerinde de aynı gruba düşen iki takım arasındaki maçlarda İspanya, rakibini sahasında 3-0 mağlup ederken, deplasmanda da 1-1 berabere kalıyordu. Danimarka, bir kez daha rakibini yenememiş ama grupta ikinci olarak Avrupa şampiyonası vizesini almayı başarmıştı. Euro 2008 elemelerinde de aynı gruba düşen iki eski dostun kapışmasından galip çıkan 2 maçta da rakibini yenen İspanya oluyordu. Danimarka ise İsveç ve İspanya'nın arkasında kalarak bu turnuvaya katılamamıştı.

Bakalım bu iki ülkenin sürekli biryerlerde kesişen yolları ne zaman tekrar kesişecek. Ya da şöyle diyelim; Danimarka İspanya'ya ne zaman diş geçirebilecek ?


Foto : Spain vs Denmark, USA 94 qualifying, @ Flickr



22 Mart 2010 Pazartesi

Denis Law | City ile United Arasında Bir İskoç...


Denis Law...

1956'dan 1974'e kadar büyük saygıyı hak eden bir kariyer...

İlk takımı denemeye gittiği Huddersfield Town'du... İlk teknik direktörü Archie Beattie, O takımda yer almasına rağmen sonradan söylediği bu sözler için pişman olacaktı;

" Onun yıldız olma olasılığını az görüyorum. Denis cılız, zayıf ve gözlüklü..."

İlk takımı olan Huddersfield Town'da 80 maçta gösterdiği performans 1960 yılında onun 55.000 Sterlin'e Man City'ye transfer olmasını sağlamıştı... Bu Ada tarihinin o ana kadar yapılmış en pahalı transferdi ve bir rekordu. City'de 1 sezonun ve attığı 21 golün ardından yine rekor bir transfer gerçekleştirmişti. Bu kez durağı İtalya'ydı ve onu 110.000 Sterlin karşılığında kadrosuna katan takım Torino'ydu...

İtalya'da geçirdiği 1 sezonda mutlu olamadı... Onun esas yeri Ada, hatta Manchester'dı. Onun için City ya da United farketmezdi, aşık olduğu şehir Manchester olmuştu...

Torino'dan sonra ona bu kez Manchester şehrinden kucak açan United tarafı olmuştu... 

Rekor adam yeni bir rekorla sevdiği şehirdeydi...

Bu kez de United'ın Torino'ya ödediği 115.000 Sterlin Ada rekoruydu...

Bu transfer 11 yıllık bir Manchester United efsanesinin doğuşuydu. Daha geldiği ilk sezon United'lı taraftarlar ona yeni ismini çoktan vermişti... 'The King...' 1964 yılında kazandığı 'Avrupa'da yılın futbolcusu' doruk noktası olmuştu Law için... İskoç efsanesi Man Utd tarihinin B. Charlton'dan sonra en golcü futbolcusu olmuştu...

309 maç, 171 gol...

İskoçya milli takımının 55 maçta attığı 30 gol ile en golcü futbolcusu da Law'dı...

1973'te o artık bir Man Utd efsanesiydi. Dışarıdan birçok teklif vardı... İnter, tekrar Torino ve içeriden Liverpool onu isteyen takımlardı. Fakat o belki de daha önce bahsettiğimiz Manchester aşkından tekrar mavilere gitmeyi göze almıştı. Tek istediği Manchester'da yaşayabilmekti...

1973-1974 son sezonu oldu Law'ın... City ile United arasındaki adam bir efsane olarak futbolu yine aşık olduğu şehirde bıraktı. Tabii o zamanlar United taraftarı kırmızı forma ile efsane olan Law'ı alkışlarla rakip takım City'ye uğurlamıştı. Bizim bu günlerde pek alışık olmadığımız bir biçimde... 

Denis Law City ile United arasında bir köprü kurmuştu... Belki de hem mavilerin hem de kırmızıların aynı anda sevebildiği tek oyuncuydu... Son zamanlarda yaşanan Tevez transferi gibi yer yerinden oynamamıştı... İki kulüpte pankartlar ile bu transferi kullanarak birbirlerine asla sataşmamışlardı... İşte o zaman futbolu güzel kılan bu ayrıntılardı... Şimdi ne Denis Law gibi futbolcular kaldı, ne de o zamanki City ve United taraftarı...

Arşivden konuyla alakalı bir yazı;

+

Manchester - Alay Şehri - 

21 Mart 2010 Pazar

Boca Juniors - River Plate | Tanrı oynansın istemedi



Maçtan önce gerekli sinerji için yazımızı yazıp Superclasico'yu beklemeye koyulduk. Saat 20:00'ı gösterdiğinde ekran başındaydık.

Müthiş bir yağmur vardı. Bu yağmur belki de maçı daha güzel yapacaktı... Şiddetli yağmura rağmen bilindik bir derbi atmosferi vardı La Bombanera'da. 

Sahaya atılan konfetiler maçı geç başlattı, yağan yağmur ise iptal olmasına neden oldu...

Bu yağmur saha çizgilerinin silinmesine dahi neden oldu...

Sahada top sürmek ve paslaşmak çok zordu gerçekten. İki takım oyuncuları da bütün olumsuzluklara rağmen maçın hakemine maçı bitirmek istediklerini söylese de sonuç çıkmadı ve Superclasico Arjantin Federasyonu'nun belirleyeceği bir tarihe ertelendi...

Derbiyi yazmak için birkaç gün daha bekleyeceğiz...

Fotoğraf @ Olé... Riquelme top sürüryor. (Sürmeye çalışıyor). Maç daha yeni iptal olduğu için durumu en iyi anlatan fotoğraf bu. İlerleyen saatlerde daha iyilerini bulursam koyacağım.



Derbilerden söz açılmışken bugün bir tane daha vardı fakat ilginç bir şekilde çok arka planda kaldı. Bizde bahsetmedik. Panathinaikos kendi evinde Olympiakos'a 0-1 ile kaybetti. Golü atan Matt Derbyshire oldu... Bu derbiye de ithafen geçmişte yazmış olduğumuz bir yazıyı da hatırlatmış olalım...

- Atina Ateşi -

Boca - River... (21.3.2010)



Hikayeyi zaten bilirsiniz...

'Öldükten sonra beni River bayrağına sarın' der Boca'lı bir taraftar. 'Neden?' diye sorduklarında cevabı nettir; 'Hiç değilse bir pislik öldü diye bizimkiler sevinir...'

Olé yazarlarından Herman Soro'nun dediği gibi Güney Amerika'da bu maç bir ölüm kalım meselesidir ve bunu Boca'lı taraftarın söylediği sözden anlıyoruz...

Şımarık çocuk River ve alttakilerin takımı Boca...

Hayır,

Bu cümle rekabeti anlatmak için yeterli değil...

Bu maç bir kimlik savaşıdır.

Bir şehrin, hatta bir ülkenin kendisi ile verdiği bir kavganın resmidir...

Boca Juniors ve River Plate... 

Bu iki takım yılda iki defa Simon Kuper'inde dediği gibi 'Futbolun asla sadece futbol olmadığını' tüm dünyayaya gösterir. 

Derbilerin babası,

Super Clasico bugün saat 20:00'da  sahne alacak...

Ekran Başındayız...

Boca Juniors (4-3-1-2): Garcia; Ibarra, Munoz, Luiz Alberto, Morel; Medel, Mendez, Gimenez; Riquelme; Gaitan, Palermo.

River Plate (4-4-2): Vega; Ferrari, Cabral, Ferrero, Diaz; Almeyda, Ahumada, Rojas; Gallardo; Funes Mori, Canales.

İzleyin;

Gallardo (River), Gaitan (Boca)...

"Taraftarımızla beraber kazanmak istiyoruz. Tek istediğimiz güzel bir oyunla ve gollerle izleyenlere zevk vermek... Bu maçtan mutlu ayrılmanın tek yolu galibiyet..."

Martin Palermo


Aşağıdaki video 2004 Libertadores Kupası'ndan... Bu derbi tarihinin en olaylı ve en zevkli maçlarından ikisi oynanıyor. İlk maç River'ın sahasında... Boca Juniors kazanıyor 1-0. La Bombanera'da Maç 1-2 River üstünlüğü ile bitiyor, olay penaltılara kalıyor... Herkes atıyor, River'da sarışın çocuk Maxi'yi Abondanzieri engelliyor, Boca finale koşuyor...




Real Madrid 3-1 Sporting Gijon


Bölüm 27'de ufak bir reklam arası...

Real Madrid şimdi Zaragoza - Barcelona maçından çıkacak sonucu bekliyor...

Maç öncesi yazımızda da söylediğimiz ilk onbir aynıydı Real Madrid'de...

İker - Arbeloa - Garay - Ramos - Marcelo - Lass - Alonso - Granero - Van der Vaart - Higuain ve Cristiano Ronaldo...

İlk yarıda istenilen oyun sahada yoktu. Hafif durgun olan Real Madrid karşısındaki Sporting Gijon'a da dakikalar geçtikçe puan için umut veriyordu... Maçın başlamasıyla birlikte ilk dakikalarda oyun Gijon yarı alanına yayılsa da gol gelmedi... Marcelo ve Arbeloa ile kanatlardan ortalarla gol bulmaya çalıştı Real Madrid fakat hem gelen ortaların çoğunun isabetsizliği, hem de zamanlama hataları golü getirmedi. Ayrıca yine Gijon'un defansta çok adamla Real Madrid'i karşılaması Real'in öne geçmesini engelleyen faktörlerden biriydi.

Bundan önceki 26 maçta 71 gol atan Real Madrid ilk yarıda gol atamadı Sporting Gijon'a...

İlk yarı bittiğinde orta alanda çok fazla defansif bir görüntü çizen Lass - Xabi ikilisinden birinin oyundan alınacağını düşünmüştüm, ardından Guti'nin Lass'ın yerine oyuna girdiğini gördük...

Guti'nin yaratıcılığı arka planda kalsa da Real Madrid'in hücum başlangıçlarını fazlasıyla etkiledi... Dağııtığı paslar, mükemmel olan orta alanı toparlama kabiliyeti, atakları başlatmadaki başarısı...

2. yarıda tüm Bernabeu Real Madrid'den gol bekliyordu...

Ancak;

Dakika 53'te Real Madrid altyapısından yetişen Barral Casillas'ı avlıyordu...

Güzel bir goldü, golden sonra Bernabeu çimlerine imza atarak sergilediği gol sevinci Real Madrid taraftarını kızdırsa da futbolun güzellikleri içinde gösterilebilecek bir andı...

Barral attığı bu gol ile Real Madrid'de galibiyeti getiren isim oldu...

Evet,

Yanlış yazmadım. Maç esnasında da aklımdan geçirmiştim. O gole kadar maç 0-0'a gebe bir halde ilerliyordu... Barral'ın bu golü Real Madrid'li 11 oyuncunun da gözlerinin açılmasını sağladı bir şekilde...

Van der Vaart Kaka'nın yokluğunda mutlaka iyi bir performans sergilemesi gerektiğinin farkındaydı... Ronaldo'nun bilindik serbest vuruşundan sonra topu ceza alanında önüne alan ( Elle oynama olduğunu söylemek zorundayım ) Van der Vaart, Barral'ın golünden 2 dakika sonra skoru 1-1 yaptı...

Bu golden sonra maçın hakemine Gijon kalecisi Pablo'nun sert itirazları oldu, bu sarı karta sebebiyet verdi...

Van der Vaart'ın attığı gol o dakikaya kadar devam eden Gijon'un direncini de bir şekilde kırdı... 

Dengesi ve oyun konsantresi alt üst olan Gijon karşısında Real Madrid'i öne geçiren gol Marcelo'nun ortasında Ronaldo'nun indirdiği topu kafayla tamamlayan Xabi'den geldi...

Şampiyonluk yarışında Barcelona ile çekişen Real Madrid'de Higuain'de gol kralıığında Messi ile çekişiyor... 

Bu maçta Higuain gol atamayacak derken çıkıp kendi pozisyonunu yarattı, önünü boşalttı ve topu köşeye gönderdi...

Higuain durmadı;

Real Madrid rahatladı, liderlik devam etti...

Bölüm 27'de kalan; Real Zaragoza - Barcelona...

Real Madrid 3-1 Sporting Gijon
Goller: Van der Vaart (55'), Xabi Alonso (57'), Higuain (68') / Barral (53') (Sporting Gijon)



Real madrid Vs Sporting Gijon 3-1 20.03.10

Fotoğraflar : @AS ve Sporx

Blog Widget by LinkWithin
 
Copyright 2009 Barbarossa. Powered by Blogger Blogger Templates create by Deluxe Templates. WP by Masterplan