29 Aralık 2009 Salı

Danimarka Dinamiti


Küçük, çoğu zaman soğuk, sarışını bol olan, kendinden kat kat büyük bir adaya sahip olan, ve insanları ülkeleriyle gurur duyan, çok güzel büyüyen ve saygı kazanan bir ülke Danimarka. Peki Danimarka bir futbol ulusu mu? Bunun cevabı herkese göre değişir sanıyorum. Bayan hentbolu ve badminton da birçok kişiye orada hitap ediyor. Fakat futbol kadar konuşulacak bir konu bulunamıyor. Futbol bu yüzden bir numara.

Tabi herşeyden önemlisi 1992 yılı Danimarka için. Bu şampiyonluğun gelmesinde herşeyden önce tutum ve hareketler, ya da oyuncuların kişilikleri ve ülkeleri için harika bir sempati görevi yapan taraftarlar çok etkiliydi. Yugoslavya’ya karşı uygulanan yaptırımlar vasıtası ile turnuvadan iki hafta önce Euro 92′ye dahil olmaları ve oyuncuları tatil yaptıkları yerlerden toplayıp turnuvada aldıkları şampiyonluk ulusun asla unutamayacağı bir olay. O turnuva öncesinde Danimarka’nın kaybedecek hiçbirşeyi yoktu fakat kazanacak çok şeyi vardı. Belki de başarının sırrı buydu. Ve bununla birlikte ağızlardan yükselen ve takıma büyük bir güven veren sloganı da unutmamak gerek: ‘Biz kırmızıyız, biz beyazız, biz Danimarka dinamitiyiz!’… Bu tezahürat onlara şampiyonluğu aldıkları maça kadar eşlik etti. Bu düşünce ve çalışma Danimarka takımını şampiyonluktan sonra inişli ve çıkışlı dönemlerde bir ‘marka’ haline getirdi.


En büyük rakipleri ve aynı zamanda en büyük dostları İsveç’e değinmeden Danimarka’dan bashetmek olmaz. Esasında tüm Danimarka ulusu rakibini eşit miktarda sever. Onlar için önemli olan sadece rakibin kaybetmesidir. Devletin tarihsel gelişmelerinden gelen özel bir rekabet ise İsveç ile olan. Deyim yerinde ise İsveç ve Danimarka ’soy düşmanları’. Almanya, İtalya ya da Fransa gibi ülkelere karşı kazanmak Danimarkalıları her daim sevindirir şüphe yok tabi ama İsveç karşısında kazanmanında iki kat daha fazla sevindireceği kesin. Bu her Danimarkalı için büyük bir olay. Ve sevinçle, şamatalı ve asla hiddetlenmeksizin kutlanabilecek bir bayram. Fakat bu karşı karşıya olmadıklarında birbirlerini desteklemeyecekleri anlamına gelmez. Ya da iki ülkenin ortak bir gayesi olduğunda. Euro 2004′te aynı grupta yer alan İsveç ve Danimarka son maçta ‘ilginç’ bir biçimde 2-2 berabere kalarak çeyrek finale el ele çıktılar. İşte Danimarka ve İsveç’i hem dost hem düşman yapan da bu. Son yıllarda Danimarka’da yükselen milliyetçiliğin en büyük sözü de bu dostluğu destekler nitelikte. ‘Eğer Danimarka kazanamıyorsa, o halde bunu başka bir İskandinav ülkesi yapmalı!’.

Ülkede iyi para kazanan profosyonellere karşı bir kızgınlık ya da bir kıskançlık mevcut değil. Her kim parasını zirvedeki bir futbolcu ve teknik direktör olarak kazanıyorsa onlar için bunu gerçekten hak etmişitir, halk bu fikirdedir. Alman stadyumlarında birkaç defa duyulan ‘pis milyonerler’ şeklindeki bir tezahüratı Danimarka futbolunda düşünmek çok zordur. Fakat normal günlük işlerde büyük bir servete varılırsa da onların gözünde hiç şüphesiz kapitalist olunur.


Seksenli yıllardaki ve doksanlı yılların başındaki Morten Olsen, Sören Lerby, Preben Elkjaer Larsen veya Laudrup kardeşler gibi birçok yıldızın oynadığı büyük Danimarka takımı bugünkü nesile büyük bir örnek teşkil ediyor. Bugün Fiorentina’da gol atan bir Danimarkalı (Jorgensen) ülkede adeta bir ‘biz’ duygusunun oluşmasına ön ayak oluyor. ‘Biz bir gol attık, biz bir maçı kazandık!’. Bu Danimarka için çok önemli.

Dünya Kupası’na 2010′da Güney Afrika’da düzenlenecek olan turnuva ile birlikte 4 kez katılan Danimarka’nın en büyük başarısı 1998 Fransa’daki çeyrek final. 1986 ve 2002′de gelen ’son 16′ ise Danimarkalıları pek tatmin etmiş değil. Şimdi tüm Danimarka ulusu 2010′da Morten Olsen ve ‘çocuklarının’ Hollanda, Japonya ve Kamerun’un bulunduğu grupta en iyisini yapıp, 1998′deki en iyi dereceden daha iyisini yapmasını bekliyor. Tabii tezahüratları da unutmuyorlar: ‘Biz kırmızıyız, biz beyazız, biz Danimarka dinamitiyiz!…’

0 YORUM:

Blog Widget by LinkWithin
 
Copyright 2009 Barbarossa. Powered by Blogger Blogger Templates create by Deluxe Templates. WP by Masterplan