30 Aralık 2010 Perşembe

2. Yıl...

30 Aralık 2008'de 5 dakikada tema ve adını belirleyip açtığım blogum bugün 2. yılında. Çok değil aslında ancak 2 yılda 1000'in üzerinde post olması benim için ayrı bir sevinç kaynağı.

Bloga çok şey borçluyum. Öncelikle hayatıma soktuğu onlarca değerli insan ve bu ortamda bana birçok imkan sağladığı için...

Blogun baş ucunda şu yazı durur;

"Futbolu konuşuyorum, onun kültürü ile yaşıyorum…

Bunu yaparken günlüğümün etrafındaki topluluğa feyz alacakları şeyler sunmak, onların geri beslemelerinden ise feyz alacak şeyler çıkarmak da beni yazmaya devam ettiren önemli bir dürtü...

En ipe sapa gelmez konulardan, oturaklı düşünülmüş yazılara kadar en gizli konuları bile bu kadar rahat aktarabiliyor bu ortam içersinde insan. Enformasyon çağının, teknolojinin kıskacındaki insanın internet ortamında düşünelerini belirtmeden durmaktansa o ortamda yazı yazması daha mantıklı...
"

Bu paragraf blogun baş ucunda durdukça devam...

Herşey daha çok küçükken maçlardan sonra kendi kendime dosya kağıtlarına notlarını tutmamla başladı. O notların yerini blog aldı belki ama, hâlâ da devam ediyorum...

2 yıl içinde okuyan, okutan, yorum yazan, paylaşan, emek veren, öven, yeren herkese çok teşekkürler...

25 Aralık 2010 Cumartesi

"Sevgili Santa..."


Premier Lig takım menajerleri yeni yılda Santa Claus'dan takımları için ne gibi hediyeler isteyebilirler?

Arsene Wenger - Arsenal; "Sevgili Santa, benim evimin bacasından Shay Given'i at!..."

Gerard Houllier - Aston Villa; "Sevgili Santa, Robbie Keane Tottenham'da mutsuzmuş... Onu bana ver"

Alex McLeish - Birmingham City; "Sevgili Santa, Sağ açık sıkıntımız var. Shaun Wright-Phillips'i Manchester'dan Birmingham'a getir!.."

Blackburn Rovers; "Sevgili Santa, Bize Maradona'yı getir!... O olmazsa Shearer da olur..." (Hintliler bakalım ne yapacak?)

Ian Holloway - Blackpool; "Sevgili Santa, lütfen, bize Pascal Chimbonda'yı ver. " (Blackpool defansa takviye istiyor.)

Owen Coyle - Bolton; "Sevgili Santa, çok şey istemiyorum. Oyuncumuz J. Elmander bizimle kontrat yenilesin!..."

Carlo Ancelotti - Chelsea; "Santa, Ray Wilkins'i gönderdiler. Sıra bana gelmesin!..." (Ancelotti kendini düşünmekten takımı unutmak üzere. Defansa M. Sakho'yu da dileyebilir)

David Moyes - Everton; "Çok şey istemiyorum Santa... Leeds'ten aldığımız Beckford eski takımındaki gibi bir peformans yakalasın!..."

Mark Hughes - Fulham; "Santa, bize galibiyet ver. Ligin başından bu yana 2 galibiyetimiz var. 10 beraberlik!..."

Roy Hodgson - Liverpool; "Santa, Torres daha çok gol atsın, Real Madrid ve Barça ona göz dikmesin. Bir de, deplasmanda 1 galibiyetimiz, 6 yenilgimiz var!..."

Roberto Mancini - Manchester City; "Tevez'in kalmasını isterdim ama o oldu gibi Santa... Bize Şampiyonluk ver!..."

Sir Alex Ferguson - Manchester United; "Sevgili Santa, seninle akran sayılırız... O yüzden dikkat et. Tek istediğim Wayne Rooney'in eski formunu yakalaması..."

Alan Pardew - Newcastle United; "Para!..."

Tony Pullis - Stoke City; "Pennant kalıcı olsun... Bonservisini alsak kâfi..."

Steve Bruce - Sunderland; "Ligde iyi gidiyoruz. Tek istediğimiz Newcastle United'ın bizi 5-1 yendiği maçın intikamını almak Santa! 2011 de bize farjklı galibiyet getir..." (31 Ekim 2010 Newcastle 5-1 Sunderland)

Harry Redknapp - Tottenham Hotspur; "Takımım penaltı atamıyor sevgili Santa Claus. Yeni yılda bol bol penaltı golü atalım!" (Tottenham ligin en çok penaltı kaçıran takımı)

Roberto Di Matteo - West Bromwich; "Biraz tutarlılık Santa! Sürpriz maçları kazanıyoruz, çok basit maçlarda puan kaybediyoruz..." (Deplasmanda Everton'a 4-1 yenebilen West Bromwich, kendi evinde Stoke City'ye 3-0 mağlup olma gibi başarılar gösterebiliyor)

Avram Grant - West Ham United; "Beni kovmasınlar yeter!..."

Mick McCarthy - Wolves; "17 maç yaptık. Dış sahada galibiyetimiz yok! Santa, 2011 yılı bize deplasmanda galibiyet getirsin!....."

Carlitos Carroll

Newcastle United menajeri Alan Pardew, Andy Carroll için 'Benim Tevez'im Carroll' demişti geçtiğimiz günlerde. Yine 2006'da kısa süreliğine de olsa West Ham United'da Carlos Tevez ile çalıştığı için Carroll'a 'Ondan Carlitos gibi takımı için savaşmasını bekliyorum' diyerek temennisini de belirtmişti. The Sun'da Pardew için bir yılbaşı hediyesi hazırlamış. Kısa süreli bir ameliyattan sonra Pardew için 'Carlos Carroll'ı' elde etmişler...(+18)

Feliz Año Nuevo! *


İspanya'da yeni yıl 'poz' savaşları yaşanıyor gibi. Sport, Xavi'ye ilginç bir poz vermesi için çalışmış. Marca ise daha 'cool' bir fotoğrafı tercih etmiş.

* Mutlu Yıllar!

24 Aralık 2010 Cuma

Bir brezilyalı iyidir‚ iki tanesi idare eder ama üç tanesi? Shakhtar Donetsk için o da fena sayılmaz...


Mircea Lucescu'nun Shakhtar Donetsk'i Şampiyonlar Ligi'nde Arsenal'in bulunduğu gruptan 15 puanla lider çıktı. 5 galibiyet ve sadece 1 yenilgi ile. Grubun en güçlü takımı konumundaki Arsenal ile oynadığı maçlardan ilkini İngiltere'de 5-1 kaybedip kendi evinde 2-1 kazanan S. Donetsk, şimdi son 16'da Roma ile eşleşerek çeyrek final rüyasının hiç zor olmadığının tekrar farkına vardı.

Lucescu bizim için özel bir teknik direktördü, birkaç yıldır da çalıştırdı S. Donetsk bu yüzden özel bir takım. Türkiye'de çalıştırdığı takımlarda istikrarı ile nam salan Rumen hoca, şimdilerde aynı istikrarı Ukrayna'da gösteriyor. Onun takımının maçtan önce ilk onbirini yazmak çok zor bir iş değil. Ya da hangi sistemle sahada olacağı. Çünkü Lucescu sistemi çoktan oturtmuş ve onu her maç uygulamıştır. Tıpkı Turncu formalı Shakhtar'da olduğu gibi...

Shakhtar Donetsk, yıllardır süre gelen Ukrayna futbolunda her daim Dinamo Kiev'in arkasında kalan bir kulüp oldu. Bunun için birçok atılım yapıldı fakat 2004 yılına kadar gerçek anlamda bir gelişme sağlanamadı. 2004 yılı Shakhtar için önemliydi çünü o yaz, Beşiktaş'tan ayrılan (ya da kovulan) Mircea Lucescu ile anlaşıldı. Bu anlaşma aynı zamanda gelecek şampiyonlukların da habercisiydi. Nihayet Shakhtar, Dinamo Kiev'in tahtını sallamayı başarmıştı. Avrupa Kupaları'nda da birçok hayali olan Shakhtar Donetks, doğru insanı bulmuştu.

Lucescu'nun bu sezon Avrupa'da 15 puan toplaması onun takımının zirvesi değil. Kazandığo lig şampiyonlukları ve Ukrayna kupaları bir yana, Finali İstanbul Şükrü Saraçoğlu Stadı'nda oynanan UEFA Kupası'nı da Ukrayna'ya götürmesi takım için zirve oldu. Beşiktaş ve Galatasaray'dan yaşadığı başarılara rağmen gönderilen Lucescu, bir tokat gibi aynı topraklarda UEFA Kupası'nı kazanmıştı.

Bu sezonda Dinamo Kiev'in önünde gider Shakhtar, bu rahatlığı Şampiyonlar Ligi'nde de gösterme başarısını yakaladı. Arsene Wenger'in Brezilyalı oyuncular için söylediği "Bir brezilyalı iyidir‚iki tanesi idare eder ama 3 tanesi t.direktörü kovdurur." sözleri Lucescu ve Shakhtar için geçerli değil gibi görünüyor çünkü Srna, Rat, Fernandinho, Jadson, Luiz Adriano, Willian gibi içinde Brezilyalı oyuncuların fazla olduğu kemik kadro, Ukrayna takımını başarıdan başarıya götürüyor. Yine bu isimlerin yanına Arsene Wenger'in sözüne sadık kalarak takımdan gönderdiği Eduardo'yu da eklediğimizde daha güzel bir kadro bizi selamlıyor.

Arkasında büyük bir maddi güç bulunduran, herkesin düşüncesinin aksine Brezilyalı oyuncuları ile başarılar yakalayan ve Lucescu gibi bir nimete sahip olan Shakhtar Donetsk, büyümeye devam ediyor.


Oğuz Öztürk - Goal.com

Afellay

Ibrahim Afellay'ım yeri bende ayrıdır. Nedeni FM 2005'te yanlışlıkla Türk Vatandaşı gözükmesinden başka bir şey değil... Umarım başarılı olur.

23 Aralık 2010 Perşembe

Bursaspor için 'artı' Türk Futbolu için 'eksi'

Bursaspor için 2009-2010 şampiyonluğu ayrı bir tecrübe olsa da, bu şampiyonluğun devamında gelen Şampiyonlar Ligi tecrübesi daha başkaydı. Tribünler 'Real Madrid' i istemişti tezahüratlarında, heyecan çok büyüktü. Real Madrid gelmedi belki ama Bursa'ya Manchester United geldi. Belki de son oynadıkları Rangers maçı haricinde çok üzücü bir tablo verdiler biz futbol dilencilerine. Fakat orada Bursa'nın adının yazması dahi bir başarıydı aslında Bursasporlular için.

Peki, Bursaspor oynadığı 6 Şampiyonlar Ligi maçında ne kazandı, ne kaybetti?
Bursaspor taraftarı için, özellikle Bursalı olan bir futbolsever için hiç şüphe yok ki en büyük kazanç, Bursa şehrinde, takımının stadyumunda Avrupa'nın üst düzey takımlarını görmek ve onları ağırlamaktı. Her ne kadar Pablo Batalla ve Sercan Yıldırım dışında gol sevinci yaşayabilen olmasa da, bu tablo ilk yıl için yeterli görülebilir Bursaspor taraftarları için. Deplasmanda 6-1 biten Valencia maçında Batalla'nın attığı tek gole sevinebilmek, Bursaspor taraftarının kazancıdır aslında. Ancak şöyle bir gerçeği de asla unutmamak gerekir. Eğer alınan 1 puan ve atılan 2 gol bir sevinç ve gurur uyandırıyorsa, Türk futbolunda bir geriye gidiş var demektir. Bu bir gerçek.

Galatasaray'ın 2000 yılında UEFA Kupası'nı alması, Fenerbahçe'nin de 2007-2008'de Şampiyonlar Ligi'nde yaptıkları kulüpler bazında Türk Futbolu için zirve olarak gösterilebilir. Bu iki takımın yaptıklarına bakıldığında memleket futbol Bursaspor'un tek golü için büyük bir sevinç duyuyorsa eğer, üzülerek futbolumuzun Avrupa arenasına girdiğimiz dönemlere benzediğini söyleyebiliriz.

Bu noktada başarı, tecrübe ya da başarısızlık kavramlarını iki başlık altında incemelek daha doğru olacak. Bursaspor'un grubu puansız ve korkulduğu gibi gol atamadan kapamaması yeşil-beyazlılar için ilk yıl başarısı olabilir. Diğer başlıkta ise Türkiye Ligi'nin şampiyonu adına bu tablo, Bursaspor'un kendisinden bağımsız ülke futbolu için başarısızlıktır. Hiç şüphe yok ki, Türkiye Ligi'nin beşinci şampiyonu olma ünvanını hakkı ile elde eden Bursaspor, gruplarda ligde 2009-2010 yılında yaptığı gibi sürpriz sonuçlar alabilir ancak olmadı. Şimdi, Bursaspor'un yapması gereken gelecek yılda bu kulvarda yer alması halinde üzerine daha fazlasını koymaya çalışması olmalı.

Bursaspor'un Süper Lig'de gösterdiklerini Şampiyonlar Ligi'nde gösterememesini ‘tecrübe’ ile açıklamak mantıklık olabilir ancak Manchester United maçlarında kaleye gidememek, şut atamamak gibi sorunlar maalesef tecrübe ile değil; yetersizlik ile açıklanabilir. Bursa'daki Macnhester United maçında Turgay Bahadır'ın yakalanan ilk gol pozisyonunda topu filelerle buluşturamaması, tam da bahsettiğim şey aslında. Bunun tecrübe ile alakalı olduğunu söylemek güç. Bu, kendine güvenmemekten ileri geliyor. Turgay Bahadır o golü atsa ve Bursaspor çok farklı bir sonuç alsa hangimiz çıkıp tecrübeden bahsedebilecektik? Yine farklı kaybedilen birkaç maç içinde bulunan gol pozisyonlarından, kaçan fırsatlardan söz etmemiz mümkün.

Bursaspor bir adım daha ileri gidemez mi?

Evet, gidebilir. Öncelikle şuna iyi bakmak gerekiyor. Bursaspor stadına bundan 5-6 yıl evvel gelen takımları hatırlayın, bir de bu sezon gelen takımlara bakın. İşte Bursaspor seneye tekrar bu arenada yer alması durumunda bunun üstüne koymak zorunda. Sportif ve oynanan futbol açısından Bursaspor yaptığı hataları mutlaka görmek zorunda. Sivasspor örneği, Bursaspor'un ders alması için yeterli bir örnektir...

Oğuz Öztürk - BirGün

22 Aralık 2010 Çarşamba

La Liga'da devrenin 11'i

Kaleci

Diego Lopez (Villarreal)

Victor Valdes ve Iker Casillas'tan daha az gol yediği söylenemez. Ancak ligin ilk yarısının en etkili ve istikrarlı ismi oldu. Villarreal'in bu sezonki başarısında payı büyük. 16 maçta 108 kurtarış yapan Lopez, kritik müdahaleleriyle birçok maçta puan ya da puanları kurtaran isim oldu. Ciddi bir kaleci sıkıntısı içinde olan Arsenal'in transfer listesine girdiği iddia ediliyor.


Savunma

Carles Puyol (Barcelona)

Barcelona'nın saha içindeki lideri. Geçtiğimiz sezon gelen şampiyonluğun mimarlarından birisi. Savunmayı toparlayan ve takım arkadaşlarını motive eden Puyol, istikrarıyla İspanya Milli Takımı'nın da vazgeçilmez isimlerinden birisi.



Ricardo Carvalho (Real Madrid)

Portekizli savunma oyuncusunun Real Madrid'e gelmesine şüpheyle bakanlar oldu. Ancak Jose Mourinho'yla beraber mükemmele yaklaşan savunma hattının en önemli parçalarından birisi oldu. Raul Albiol'un sakatlığı sonrası giymeye başladığı Real Madrid formasının hakkını sonuna kadar veriyor. Tecrübesiyle savunmada güven veren bir yapısı var.


Juan Forlin (Espanyol)

Barcelona maçından önce Espanyol son 7 maçta kalesinde sadece 2 gol görmüştü. Arjantinli savunma oyuncusunun performansı, Espanyol'un Şampiyonlar Ligi vizesi için mücadele ediyor olmasında büyük etken. Sadece 22 yaşında olmasına rağmen Mauricio Pochettino’nun vazgeçilmezleri arasında yer aldı. Kısa süre için Avrupa'nın devlerini peşinde koşturacağına kesin gözüyle bakılıyor.


Orta saha

Santi Cazorla (Villarreal)

Sakatlığı nedeniyle Dünya Kupası şampiyonu olan İspanya'nın kadrosunda yer alamadı. Geçtiğimiz sezonki kötü gidişte Cazorla'nın sakatlığı da büyük etkendi Villarreal için. Ancak bu sezon Cazorla geri döndü demek çok doğru olur. Orta sahadaki yaratıcılığı ve Nilmar&Rossi ikilisiyle olan uyumu, Villarreal'in 3. sıraya kadar yükselmesini sağladı. Sezon ilk yarısı boyunca istikrarını korudu.


Angel Di Maria (Real Madrid)

Mesut Özil ile beraber Real Madrid'in flaş transferi olarak lanse edildi. El Clasico'ya kadar harika bir performans sergileyen Arjantinli yıldız, kısa sürede İspanya'ya adapte oldu. 16 lig maçında 5 gol ve 5 asist yapan Di Maria, Real Madrid hücumunun önemli isimlerinden biri. Sevilla maçında attığı galibiyet golüyle de takım için ne kadar gerekli olduğunu bir kez daha gösterdi.


Andres Iniesta (Barcelona)

Dünya Kupası sonrasında sakatlıklar nedeniyle sıkıntı yaşayan Xavi'nin yarattığı boşluğu çok iyi doldurdu. Orta sahadaki önemli katkısını golleriyle de süslemeye başladı. David Villa ile aralarında telepatik bir iletişim sistemi kurduklarından şüphe etmeye başladık. Önümüzdeki ay açıklanacak Ballon D'Or'u alması, kimseyi şaşırtmaz.


Xabi Prieto (Real Sociedad)

Real Sociedad orta sahasında istikrarıyla dikkat çeken Prieto, Pep Guardiola'nın da içinde yer aldığı birçok önemli futbol adamını kendisine hayran bırakmaya devam ediyor. Küme düşmesine rağmen Sociedad'dan ayrılmaya başarılı orta saha oyuncusu, takımı eski güzel günlerine taşıyabilecek inanca ve kaliteye sahip.


Hücum

Lionel Messi (Barcelona)

Bu futbol dahisini anlatmaya yetecek kelime sayısına sahip bir dili dünya üzerinde bulmak mümkün değil. Geçtiğimiz sezon kaldığ yerden devam ediyor futbol sanatçısı. 17'si ligde olmak üzere 27 gole ulaşan Arjantinli yıldız, kısa süre önce evine götürdüğü Altın Ayakkabı'ya bir kardeş daha getirmek için emin adımlarla ilerliyor. Messi'nin içinde olmadığı bir liste hazırlamak imkansız.


Fernando Llorente (Athletic Bilbao)

Dünya Kupası'nda İspanya'ya katkısı yadsınamaz. Lige de iyi bir başlangıç yaptı Llorente. 15 karşılaşmada attığı 10 golle krallık yarışında ben de varım diyor. Ara transfer döneminde adını sık sık duyacağımız isimlerin başında geliyor.



Cristiano Ronaldo (Real Madrid)

Real Madrid'in Barcelona'yı takip ettiği gibi takip ediyor Messi'yi Portekizli yıldız. Arjantinli'nin ensesinde her daim Ronaldo'nun nefesi olacak. Real Madrid'in tartışmasız en etkili gol silahı Ronaldo.







Diego Lopez

Puyol - Carvalho - Forlin

Cazorla - Prieto - Iniesta - Di Maria

Messi - Llorente - Ronaldo


@Goal.com

Premier Lig'de ilk devrenin en iyi 10 golü

1. David Jones (Wolves - Stoke, 14 Ağustos 2010) Bu gol için sezonun en akıllıca atılmış frikik golü olduğunu söylemek yanlış olmaz. Ligde zorlu günler geçiren Wolves, sezonu bu nefis golle açmıştı.



2. Gareth Bale (2) (Stoke - Tottenham, 21 Ağustos 2010) Bale, Maicon'u Şampiyonlar Ligi maçında sahadan silmesinin bir hafta öncesinde ligde Stoke maçında 2 gole imza atmıştı. Bu gollerinden ikincisi, uzun süre hafızalardan silinmeyecek cinstendi.



3. Carlos Vela (Arsenal - Bolton, 11 Eylül 2010) Arsenal, Bolton'ı müthiş bir performansla 4-1 mağlup etmişti. Maçın son golü ise hazırlanış itibariyle harikaydı. Golden önce tam 24 pas yaptı Arsenal takımı



4. Dimitar Berbatov (2) (Manchester United - Liverpool, 19 Eylül 2010) Hiç kuşkusuz Bulgar golcü, bu tarihte yaptığı hat-trickle Old Trafford'daki en güzel günün yaşadı. Aralarından en güzeli ise, Reina'yı hareketsiz bırakan nefis vuruşuydu.



5. Alex (Chelsea - Arsenal, 3 Ekim 2010) Brezilyalı savunma oyuncusunun Arsenal'e attığı enfes frikiği...


6. Javier Hernandez (Stoke - Manchester United, 24 Ekim 2010) Manchester United'ın genç yıldızı, Stoke'u attığı akıl dolu kafa golüyle yıkan isim olmuştu.


7. Johan Elmander (Wolves - Bolton, 13 Kasım 2010) Bu sezonki performansıyla dikkat çeken İsveçli golcünün en güzel golü, Wolves'a attığı yetenek kokan goldü.



8. Luke Varney (Blackpool - Wolves, 20 Kasım 2010) Luke Varney'in çaprazdan yaptığı nefis vole vuruşuyla gelen harika gol...


9. Mark Davies (Bolton - Blackpool, 27 Kasım 2010) Bolton Wanderers'ın Owen Coyle ile adeta sınıf atladığını gösteren bir gol. Müthiş bir organizasyon...



10. Samir Nasri (2) (Arsenal v Fulham, 4 Aralık 2010) Arsenal'i bu sezon adeta sırtlayan isim olan Nasri, Fulham galibiyetinde de attığı nefis golle önemli rol oynamıştı.

@Goal.com

21 Aralık 2010 Salı

Karlar Düşer...

İngiltere'de maçlar iptal oluyor. Ancak Ada, daha zor günlerde futbol oynandığına şahit olmuştu vakti zamanında...

Best

Brian Clough, 1970

Hull - Charlton, 1971

Arsenal - Manchester United, 1926

Sheffield Wednesdayli Ron Springett, Highbury'de üşüyor... 1967

Liverpool, 1969


@Daily Mail

20 Aralık 2010 Pazartesi

Yassu Lefterimu!


Geçmiş yılları geri getiremezsiniz, ama anılarınız hep sizinledir, ister kendi sahanızda ister deplasmanda, rakip sahada oynayın. anılarımda fener'in yaman futbolcusu ve giderek ilahı olan büyükada'lı lefter küçükandoniadis'in hep yeri olmuştur. radyoda muvakkar ekrem talu ya da sulhi garan'ın "naklen" anlatttığı futbollu, gazozlu, leblebili, "çocuk haftası" ve "binbir roman"lı çocukluk günlerimden bugüne, gönlümün bir köşesinde hep yer verdiğim bir "kalo anthropo", benim deyişimle okkalı bir insandır lefter.

Anneannemin teyzemle birlikte gittiği halk pazarında bana aldığı ve o günler için büyük yenilik sayılan madeni fb tokalı plastik kemeri takardım kısa pantolonlarıma. plastik kemerler koptu gitti, lefter'li yıllardan lefter'siz yıllara, sarı-lacivert çubuklu formalardan çubuksuzlara, zaman gelip geçti. ama o, aklımızda hep kaldı; top sihirbazı, aynı zamanda efendilik ve vefalılık simgesi olarak.

O, bu topraklarda yaşayan bir bizanslı'dır, bir osmanlı'dır ve gerçek bir türk'tür. yeşil sahaların devini son olarak haziran 1960'ta ankara 19 mayıs stadyumu'nda izlemiştim, türkiye'nin iskoçya ile oynadığı millî maçta. ilk golü metin atmış, sonra da "ordinaryüs" lefter'in iki şık golü gelmiş, genç şenol da skoru tayin etmişti: 4-2 sanıyorum, ilk kez britanya adaları'ndan bir millî takımı yeniyorduk. 18 yaşında bir genç olarak çok mutlanmıştım. lise sonrasında yüksek öğrenim için yurtdışına gittiğimden bir daha onu işbaşında görme olanağım olmadı. kayıplı çıkan benim. sahaya 9 kez de kaptan olarak çıkan lefter'in millî maçlarda attığı toplam 22 gol rekorunu ancak geçen yıllarda hakan şükür kıracaktı. ama futbol tarihimizde istanbullu rum kökenli vatandaşımız lefter küçükandoniadis'in 1948 nisanı'nda yunanistan'la atina'da karşılaşan türkiye millî takımı'nın galibiyet golünü atması kadar anlamlı kaç gol vardır ki?

1925 doğumlu lefter gerçekten yetenekliydi. çok genç yaşta büyükada'da futbol oynarken dikkatleri çekti. abisi beyoğluspor'da oynuyordu. ancak, onu taksim kulübü kaptı. taksim'in birinci takımında oynadığı zaman yaşı henüz 16'ydı. iki yıl boyunca istanbul mahalli liginin en gözde oyuncuları arasında gösterildikten sonra diyarbakır'da tam dört yıl süre ile askerlik görevini yerine getirecekti. şimdilerde çoğunun operet askerliği yaptığı profesyonel futbolcularımızı düşünüyorum da... ama o günlerde askerlik gerçekten uzun sürerdi, çünkü 2. dünya savaşının türkiye üzerine yaklaşan gölgesi silahlı kuvvetlerimizin mümkün olduğunca güçlü tutulmasını zorunlu kılıyordu.

Mehmetçik lefter, 1946 yılının aralık ayında terhis olup istanbul'a döndüğünde bu kez onu taksim'den transfer etmek için fenerbahçe kulübü bekliyordu. açık profesyonelliğin olmadığı o günlerin 200 lirasına fenerbahçeli oldu lefter. büyükada'nın ele avuca sığmaz çocuğu 1947'den 1965'e sarı-lacivert formasıyla türk futbolünde gerçek bir efsane olacaktı. leftet yurtdışında futbol elçimiz olarak da dikkatleri çekti. 1951-52'de 20 bin lira karşılığı transfer olduğu italya'nın fiorentina, 1952-53 sezonunda ise fransa'da nice takımında oynadı. ama o büyükada'sız yapamıyordu. yurda döndü ve 1965'e dek yeniden fenerbahçe'yi başarıdan başarıya götürdü. ne çalımlar, ne frikikler, kornerler, ne penaltılar attı; rabbim, şapka çıkartırdı. ah o günlerde bizde tv olsaydı da yıllar sonra, soluk ve çizilmiş siyah-beyaz birkaç film karesi yerine, onu "banttan" izleyebileydik... onu top koştururken görmeyenler şanssızmış, karşısında oynamayanlar ise ne kadar da şanslıymış diye düşünürdük, eminim.

"müdafilerin" korkulu rüyası "ser muhacim" lefter, futbola erken başladı, geç bitirdi. yeşil sahalara veda ettiğinde 38 yaşındaydı. ama nüfus kâğdı 41 yazıyordu. öyle ya, minik ustaya taksim kulübünde lisans çıkarabilmek için yaşını büyütmek zorunda kalmışlardı. fenerbahçe formasıyla 615 maça çıkan ve 18'i ezelî rakip ama dost galatasaray'a, toplam 423 gol atan lefter, gerçekten uzun verimli bir yıldızdı. taraftarın "ver lefter'e yazsın deftere" sloganı boşuna çıkmamıştı. hele üstad bir "ceza alanı"na girmesin, ince bir bilek hareketi, bakmışınız top filede.

Ne var ki, bir metin oktay'ın, bir can bartu'nun, bir hakan şükür'ün tersine, lefter, ne futbol oynadığı yıllar ne de eline geçen paralar açısından alın terinin gerçek karşılığını pek alabildi. tıpkı bir başka doğal yetenek beşiktaşlı şükrü gülesin gibi. ii. dünya savaşı sırasında millî maçlar yapılamadı. millî maçların yeniden başladığı dönemde bile, türkiye'nin oynadığı millî maçlar yılda birkaçı geçmiyordu. bereket, lefter 1948 olimpiyatlarfna katılan ve 1954 dünya kupası finallerinde oynayan millî takımımızda yer aldı. genelde yabancı arenalara uzak bu kısır ortama karşın, "ilklerin adamı" lefter, gene de türkiye'de millî formayı 50 kez giyerek "altın şeref madalyası'nı alan ilk futbolcumuz olmayı başaracaktı.

Fenerbahçe formasıyla, amatör mahalli liglerin dışında, 2 kez istanbul profesyonel ligi, 3 kez türkiye şampiyonluğu da yaşayan lefter'in "jübile"si yapıldı, ama futboldan kopmadı. önce, yunanistan'da egaleo ve güney afrika'da johannesburg takımlarında oyuncu-antrenörlük yaptı. ardından samsunspor, orduspor, mersin idman yurdu ve boluspor'da teknik direktör olarak sahaya çıktı. son yıllarda spor yazarlığını sürdüren futbol virtüözü lefter, saha dışındaki efendiliğiyle de hep sevildi ve hep sevdi. çapkın mıydı? belki. ama karda yürüdüğünde izini belli etmedi. eşini ve yavrularını hep el üstünde tuttu.

Türkiye'nin gelmiş geçmiş en büyük futbolcuları sayıldığında adı ilk sırada gelen lefter, büyükadalılıktan da hiç vazgeçmedi. istanbullu ünlü birçok rum kökenli sporcunun yaptığı gibi, örneğin sofyanidis, kasapoğlu, yunanistan'a göç etmeyi de hiç mi hiç düşünmedi. o, mahallesinden, komşularından, bakkalından, kasabından, manavından, tozlu futbol sahasından, eşeklerinden, faytonlarından, vapurlarından hiç kopmadı. "ohi pedimu!"...kahvede, lokantada dost masalarındaki yerini hiç boşaltmadı. bizdendi, bizlerle kaldı. bizlere ne haç, ne hilal, ne de davud'un yıldızı fark eder, bizler insan'ı severiz çünkü. eskiden olduğu gibi, bugün de aynı evde, adalar belediyesi tarafından adı verilen "fenerbahçeli lefter sokak"ta oturan 77'lik delikanlıya, türk futbolunun ölümsüz oyuncusuna, çocukluğumun kahramanına, gençliğimin gururuna "yassu lefterimu!" diyorum, canı gönülden.

Artun Ünsal - 2002...

Dayan Lefter!

17 Aralık 2010 Cuma

Jose Mourinho kime göz kırpıyor?

Transfer dönemi yaklaştıkça Jose Mourinho'nun forvet hattına istediği isimlerin listesi de kabarıyor. Tabii bu isimler genelde İspanyol ve İngiliz basınının öne çıkarttığı futbolcular. Real Madrid'in tüm bu isimlere rağmen ara transfer dönemini sessiz geçmesi de bir ihtimal halihazırda.

En çok ismin geçtiği mevkii, 'El Pipita' Higuain'in de sakatlanmasından sonra o bölgede alternatiflerin azalması ile birlikte forvet... Gonzalo Higuain'in takımda var olduğu maçlarda dahi o bölgeye bitirici özellikleri ve duruşu daha sağlam bir forvet oyuncusunun monte edilme ihtiyacı yeni bir şey değil aslında. Higuain güzel ve estetik bir gol attığında bu sorun ortadan kalkmış gibi görünüyor ancak Arjantinli kendisinden atması beklenen golü yapamayınca homurdanmalar yeniden başlıyor ve Higuain için 'Real Madrid için bir sınıf aşağıda' söylemleri hemen başgösteriyor.

Karim Benzema'nın da varlığı Real Madrid için 'yetmez ama evet' tarzında diyebiliriz. Peki, Gonzalo Higuain ve Karim Benzema'nın bile takımda kaldığını düşünüsek Real Madrid için üçüncü bir forvet oyuncusu kim olur? Ya da olmalı?

Öncelikle gelecek veya gelmesi ihtimal olan forvet oyuncusu Benzema ve Higuain'den kesinlikle daha faydalı olabilecek ve bir gömlek üstün bir oyuncu olmalı. Tabii ki Jose Moutinho bu mevkii için Higuain'in alternatifinin Benzema ile birlikte ikiye çıkmasını istiyorsa alınabilecek oyuncu sayısında artış olacaktır. Ancak ben Gonzalo Higuain'den de daha faydalı olacak isimlerin üzerinde duracağım.

Carlos Tevez, Manchester City'deki problemlerinin ardından artık oralarda 'bağlasalar durmam' moduna girmiş durumda. Ancak Arjantinlinin durumu çok karışık. Ailevi nedenler onu tekrar bir şekilde Arjantin'e yönlendirecek gibi. İspanya kapıları onun evine dönme arzuları nedeniyle kapanabilir ancak Carlos Tevez'in derdinin sadece İngiltere ve Manchester City ile sınırlı olduğu fikri, onu Real Madrid için çekici bir adam yapıyor. Ancak hikayenin ve gelişmelerin sonucunu beklemek gerek.

Diğer adaylar ise Tevez kadar cazip görnmeselerde ilgi çekiciler. Emmanuel Adebayor ve 'Bezelye' Javier Hernandez, İngiliz basınının 'pöykürdüğü' isimler arasında. Tıpkı Tevez gibi Mancini ve taknik heyet arasındaki sorunlar Adebayor ile de var. Togolu arkadaşımız genelde Jorge Valdano'nun ilgilendiği Real Madrid transferlerinde listenin başını çekiyor. Jose Mourinho'nun tarzını çok beğendiği Adebayor için ilk düşünülen seçenek 30 Haziran 2011 yılına kadar kiralık olarak Santiago Bernabeu'ya getirmek. Plase ve şaşırtıcı olanı ise ManU'lu 'bezelye' Javier Hernandez. Meksikalı oyuncunun Guadalajara'dan Manchester'a geldiğinden bu yana etkilediği isimler arasında Jose Mourinho'da bulunuyor. 7 Milyon Sterlin'e Sir Alex Ferguson'un takımına katılan Javier Hernandez'in henüz çok yeni olduğu takımından ayrılması zor olsa da, onda 'yeni Hugo Sanchez' havası gören Real Madrid bu oyuncu için teklif yaparsa eğer 25 milyon avro gibi bir miktarı gözden çıkartması gerekecek. Tabii Jose, Fergie'yi kandırmak için onun çok beğendiği bir ismi yanar dönerli bir meyve tabağında Javier Hernandez için ikram da edebilir: Lassana Diarra...

Son olarak diğer 'dedikoduları' da verelim: Edin Dzeko, Diego Milito, Eto'o, Asamoah Gyan.

Kaynaklar: Daily Mail, Marca, Guardian, Goal.com / Fotoğraf: @GettyImages

Beşiktaş'ın rakibi Dinamo Kiev. "Gitmeyenler en azından ekran başında..."

16 Aralık 2010 Perşembe

Scarlett Jhonsson, Seks, Aston Martin, Nelson Mandela, Xabi Alonso?

Real Madrid orta sahasının yönetmeni Xabi Alonso FIFA'nın bir anketine katılmış. Kısa sorular ve kısa cevaplar şeklinde. Zevkli olmuş. En son ne zaman sarhoş olduğundan, en seksi kimi bulduğuna ve Red Hot Chili Peppers'ın Otherside'ına kadar... Paylaşalım istedim.

- Medeni durum?

"Evliyim, 2 çocuğum var."

- Bitirdiğin bir okul var mı?

"Üniversiteyi üçüncü sınıfta bıraktım"

- Futbolu bıraktığında neler olacak?

"Aileme vakit ayıracağım bolca"

- En sevdiğin şarkıcı ya da grup?

"Andres Calamaro"

- En sevdiğiniz şarkı?

"Red Hot Chili Peppers -Other Side"


- Favori aktör ve aktirstiniz?

" Robert de Niro ve Julianne Moore. "

- İzlediğiniz en güzel filmler?

" The Great Escape ve Shawshank Redemption. "

- Okuduğunuz en iyi kitap?

" Great Gatsby"

- Futbol dünyasında en iyi arkadaşınız kim?

"Beraber oynadığım herkes arkadaşım. Ancak çocukluğumdan beri tanıdığm Cristian Alberdi'nin yeri ayrı. Alcorcon'da oynuyor."

- En sevdiğin şehir?

"Madrid ve Londra"

- Bir gece yapılabilecek en güzel şey?

"Ailem ve arkadaşlarımla keyifli bir akşam yemeği"

- Nereyi ziyaret etmek istersiniz?

"Alaska ve Yeni Zelanda"

- Hayalinizde hangi araba var?

"James Bond'un Aston Martin'i"

- En seksi kadın kim size göre?

" Scarlett Johansson."

- Seks için Aşk gerekli mi?

"Evet."

- Seksten sonra sahada performansın artıyor mu?

"Bu herkes adına farklı"

- Eşin seni sevdiği halde bir gece aldatsa affeder misin?

"Hayır"

- Eşcinsel evlilikler hakkında ne düşünüyorsun?

"Herkes kendi tercihini yaşamakta özgür olmalı"

- Ailenizden ne öğrendiniz?

"Alçakgönüllülük, Doğruluk, ve hayatta istediklerini almak adına çalışmak..."

- En son ne satın aldınız?

"Bir saat"

- En son ne zaman sarhoş oldun?

"2010 Dünya Kupası Şampiyonluğu kutlamalarında"

- İspanya dışında hangi ülkeyi desteklersiniz?

"İngiltere"

- Tarihten en çok kimleri seviyorsunuz?

"Nelson Mandela ve Winston Churchill"

- Favori giyim markanız?

"Adidas"

- Kimi özlüyorsun?

"Büyükannemi"

- Issız adada olsanız yanınıza ne alırdınız?

"Bir radyo"



---> El Pipita: "Jose'nin bazen konuşmadan dahi isteklerini anlıyorsunuz..."

---> Xabi Alonso: "Kendimi Emektar Hissetmiyorum"

---> Sami Khedira; Ne Cömert Ne Cimri.

---> Mesut Özil: "Müslümanım, ancak arada bir şarap içmek sağlığa kesinlikle iyi gelir..."

---> Sergio Ramos: "Barcelona'da oynamak mı?"

AEK 2002-2003


UEFA Avrupa Ligi'nde Juventus, bu akşam sahasında Manchester City ile berabere kalması halinde tüm karşılaşmalarını (6) başladığı gibi eşitlik ile bitirerek AEK'nın da bir rekoruna ortak olmuş olacak.

2002-2003 sezonunda Şampiyonla Ligi'nde mücadele eden AEK, Real Madrid, Roma ve Genk ile aynı gruba düşmüştü. Gruba deplasmanda 0-0 biten Genk maçı ile başlayan AEK, İkinci maçta Roma maçında da 0-0 berabere kalmıştı. Üçüncü maçında yine evinde Real Madrid'i ağırlayan AEK galibiyete çok yaklaşmıştı ancak Guti skoru 3-3 yaparak buna engel olmuştu. Santiago Bernabeu'daki rövanşta ise AEK adına durumu 2-2 yapan Centeno, takımının bir beraberlik daha almasını sağlamıştı. Son iki maçında da Genk ve Roma ile de 1-1 berabere kalan AEK, UEFA Kupası'na gitmeye hak kazanmıştı ve gruptaki tüm maçlarını berabere tamamlayarak bir rekorun da sahibi olmuştu.

Gruptan çıkması için Manchester City'yi yenmesi gereken ve Lech Poznan'ın kaybetmesini beklemesi gereken Juventus, bakalım bu rekora ortak olacak mı?

UEFA Şampiyonlar Ligi, 2002/2003 @Wikipedia

14 Aralık 2010 Salı

"Yeni Figo..."

Simao Sabrosa ve Ricardo Quaresma...

İki oyuncu da Sporting Lizbon okulunun birer şaheseri. Simao 1992-1997 yılları arasında Sporting altyapısında oynadıktan sonra A takıma çıktı ve sadece iki yıl 53 maçta forma giydi. Daha sonra Sporting'in başka bir altyapı ürünü olan Luis Figo Barcelona'dayken İspanya'ya gitti ve kendisi için 'Figo'nun veliahtı' dendi. Figo 2000 yılında Real Madrid'e transfer oldu ve Simao mevkisinde tek olmasına karşın 'abisinin' ardından sadece 1 yıl daha Camp Nou çimlerinde kaldı.

Ricardo Quaresma, Simao'dan bir sonraki nesil alt yapı ürünlerinden. 2001 yılında yükseldiği A takımda tıpkı Simao gibi sadece 2 yıl kaldı. Aynı dönemde Cristiano Ronaldo'da A takıma çıktı ve aslında Quaresma'yı izlemeye gelen Alez Ferguson Ronaldo'yu aldı götürdü... Quaresma ise Simao'dan sonra 'yeni bir Figo' damgası ile Barça yolunu tuttu. 2003-2004 sezonunda bir yıl Barcelona'da kalan Quaresma, daha sonra Porto'nun yolunu tuttu.

Şimdi bu iki adamın hikayesi Türkiye'de, Beşiktaş'ta kesişiyor. Bir zamanlar Figo'nun ardından bir türlü aynı etkiyi bulamayan Barça tarafından denenen ve yeterli bulunmayıp takımdan gönderilen bu iki isim, tek çatı altında yıllar sonra tekrar buluşarak biz futbol dilencilerine zevkli anlar yaşatmak için çabalayacaklar...

Son söz de Sportin CP altyapısına... Helal olsun yeniden... Böyle bir sıralama yaparak Avrupa ve Dünya futboluna katkı yapmak hiç kolay değil... Figo - Simao - Quaresma - Ronaldo - Nani - ?...

13 Aralık 2010 Pazartesi

105 km/h



Cristiano Ronaldo'nun frikiğine farklı bir bakış.

Real Zaragoza ağlarını da muazzam bir frikik golü ile süsleyen Cristiano Ronaldo, önceden yapılmış hız tablosunda kendine yer buldu. CR7'nin 'kariyerimin güzel bir anı' dediği bu vuruş, Usain Bolt ve bir taşıttan daha hızlı.

Portekizli biraz daha gayret ederse eğer, Çitanın 115 km/h'lik hızına yetişmiş olacak...

Fotoğraf: Marca

Didier Ya Konan


Hannover 96'nın Fildişili oyuncusu Konan, takımının Stuttgart'ı yendiği maçın ardından...

Noel tatili öncesi sarı kart gören futbolcu dedikodusunu çok duyuyoruz da, Dider Ya Konan kostümleri giyerek olayı fazla abartmış gibi!

Fotoğraf: Spiegel

Eric Cantona vs Arsenal


12 Aralık 2010 Pazar

"Very Happy"


Newcastle United taraftarlarının takımın patronu Mike Ashley'i pek sevmedikleri, daha doğrusu çok fazla güvenmedikleri bir gerçek. Zaman zaman St James' Park'ta aleyhinde birçok pankart açıldığı da olmuştu. 2008-2009 sezonunda küme düşen Newcastle United'ı satma girşimleri ve taraftarın sevgilisi olan Kevin Keegan'ı da kulüpte çok az zaman tutması bunlara neden olan birkaç etkenden bazıları. Kulübü satma kararından vazgeçmesi ve takımın 2009-2010 sezonunda tam 102 puan toplayarak tekrar Premier Lig'e geri dönmesi onu yine mutlu etmişti.

Bu günlerde onun bu fotoğraftaki gibi sırıtmasına neden olacak gelişmeler topluluğu da var. Sezon başından geçtiğimiz bir haftaya kadar takımın başında bulunan İrlandalı Chris Hughton'ı da tekmeleyen Mike Ashley, göreve Alan Pardew'i getirerek yeniden başarı yollarını aramaya başladı. West Bromwich'e karşı alınan mağlubiyetin ardından boş kalan koltuk için adaylardan biri yeniden kulüp efsanelerinden Alan Shearer'dı ancak Mike Ashley tekrar riske girmek istemedi ve takımın başına Pardew'i getirdi.

Charlton Athletic'i 2008'de küme düşürdükten sonra sahayı alkışlar arasında turlayan ve farklı bir kişiliğe sahip olan Pardew'in Premier Lig'de kendisini kanıtlaması için son şans olabilir Newcastle United. Açılışı da Liverpool'u 3-1 yenerek yapınca hem kendisi mutlu oldu, hem de tribünde Mike Ashley 'pişmiş kelle' ye büründü...

7 Aralık 2010 Salı

Pek Tanıdık Bir Hikâye; Sarı-Lacivertin düşüşü... Oxford United.


Premier Ligin henüz bilinmediği zamanlarda...

1981–1982 sezonunun sonuydu...

Bol paralı işadamlarının henüz adına futbol denilen güzel oyuna el atmadığı zamanlardaydı. Ada futbolunun köklü takımı üçüncü ligde yaşam mücadelesi veriyor, ülkenin en büyük bankalarından Barclays Bank’a olan borçları nedeniyle sıkıntılı günler yaşıyordu. Kuruluşu 1893 tarihine dayanan takım, 1967–1968 sezonunun sonunda üçüncü ligi şampiyon olarak bitirmiş, sekiz sene ikinci ligde mücadele ettikten sonra, 1975–1976 sezonunda tekrar üçüncü lige düşmüştü. Mali sorunların bir türlü üstesinden gelemeyen kulüp, 1982 senesinde kapanma aşamasına gelmişti. Ancak o günlerde beklenmeyen bir olay gerçekleşiyor, 1923 doğumlu Çekoslavak asıllı medya patronu Ian Robert Maxwell, kulübü satın alarak gereken maddi desteği sağlıyordu.

1983 yılında yeni başkan Maxwell, yakın şehrin takımı ve ezeli rakibi Reading Town ile birleşme önerisini getirdi. Yeni kurulacak takım “Thames Valley Royals” adını alacak, maçlarını iki şehrin ortasında yere alan Didcot kasabasında oynayacaktı. Takımın başına, İngiliz futbolunda o dönemin önemli isimlerinden Jim Smith’i getirmeyi planlayan başkan, yardımcılığını da Maurice Evans’ın yapmasını önermişti.

Ancak iki takımın taraftarları, tarihlerini ve ezeli rekabeti ön planda tutarak bu birleşmeye şiddetle karşı çıktı. Uzun süren protestolar neticesinde, o birleşme asla gerçekleşmedi. Öncelerı, bu birleşme gerçekleşmezse kulübün üzerinden desteğini çekeceğini açıklayan para babası medya patronu, taraftar gücü karşısında geri adım atmak zorunda kalmıştı. Başkanın tehdidine boğun eğmeyen taraftarlar dik duruşları sayesinde kazanmıştı.

1985–1986 sezonunun sonunda, ‘”Ada Futbolu”nda bir takım 1. ligde kalmayı son maçında garantiledi. Sezon boyunca küme düşmesine kesin gözüyle bakılan sarı–lacivertliler, o sezon ligi 18. sırada bitirerek kümede kalmanın sevincini yaşarken, 22 takımlı ligde Ipswich Town, küme düşmesi daha önce kesinleşen Birmingham City ve West Bromwich Albion’la birlikte bir alt lige düştü.

Kaderin cilvesi olsa gerek, sarı-lacivertli takım o zamanki adıyla “Süt Kupası” olarak bilinen Lig Kupasını, Queens Park Rangers’ı finalde üç golle geçerek, Avrupa Kupalarında oynamaya hak kazanmıştı. Ancak Heysel faciası yüzünden İngiliz takımlarına verilen Avrupa kupalarından men cezası nedeniyle kupalara katılamadı.

İki sene öncesinde kadar kapanmasına kesin gözüyle bakılan takım, şimdi ülkenin en üst liginde kıyasıya mücadele ediyor, üstelik onemli kupalardan birini kazanıyordu. Televizyon kanallarında başkan Maxwell’in kupa kutlaması esnasındaki neşeli görüntüleri yer alıyor, Wembley stadını dolduran sarı-lacivert renklere bürünmüş taraftarlar takımları ile birlikte zaferi kutluyordu.

Sonra...

1986–1987 sezonunda takım bir sezon daha kümede kalmayı son haftalarda garantiledi. 1987 senesinin Mayıs ayında Robert Maxwell başkanlığı oğlu Kevin’e bırakarak, bölgenin daha önemli takımı Derby County’i ele geçirererek başkanlık koltuğuna otururken, o senenin Mart ayında teknik direktör Maurice Evans’la yollarını ayıran eski takımı, üç senelik birinci lig macerasının sonunda 1. ligden düşüyordu.

Güzel günler geride kalmıştı...

İkinci lige düşmesiyle birlikte takımın başına Liverpool’un efsane defans oyuncularından Mark Lawrenson getirildi. Ancak bu beraberlik uzun sürmedi. Takımın golcüsü Dean Saunders’ın Liverpool’a satılmasını sindiremeyen yeni teknik direktör kısa sürede görevinden ayrıldı. O tarihten sonra sıklıkla teknik direkör değiştiren takım, 1993–1994 sezonun sonunda üçüncü lige düştü.

1. lige dönmenin özlemi ile geçen yıllarda kulüp inişli çıkışlı görüntü sergiliyor, borcu giderek kabarıyordu. 1998 senesinin kış aylarında kulüpteki kriz iyice büyümüş, kulüp çalışanları paralarını alamadıkları gerekçesiyle haklarını mahkeme kapılarında aramaya başlamıştı. Durumdan rahatsız olan taraftarlar, ‘Fighting for Oxford United's Life (FOUL) adına bir oluşumun çatısında birleşti. O dönem 15 milyon Sterlin borcu olan kulüp, 1 Sterlin karşılığında Firoz Kassam adındaki işadamına satıldı. Ancak yeni işadamı da kulübün kötü gidişine çare olamadı. 2006 senesinin Mart ayında, kulübü iki milyon Sterlin karşılığında satışa çıkartırken, o sezonun sonunda takım amatör kümeye düşüyordu...

Yakın geçmişte, tarihi Wembley stadında ülke futbolunun önemli kupalarından birini kazanmış takım artık amatör kümelerde eski günlerine ağıt yakacaktı...

Robert Maxwell’e gelince…

O dönem dünyanın en büyük medya patronu olarak bilinen ve 70’li yıllarda İşçi partisinden milletvekilliği yapmış işadamının, 5 Kasım 1991 tarihinde Kanarya adaları açıklarında yatından düşerek boğulduğunu yazdı gazeteler.

Kimilerine göre, adı İngiltere’de o dönemin en büyük yolsuzluk davalarına karışmış 68 yaşındaki işadamı, İsrail gizli servisi Mossad tarafından zehirlenerek öldürülmüştü. Ölümünden sonra, İngiltere’nin en büyük bulvar gazetelerinden, Maxwell’in de sahip olduğu Daily Mirror, eski patronlarının Mossad’a şantaj yaptığını ve bu yüzden öldürüldüğünü manşetlerine taşırken, eski bir Mossad görevlisi Maxwell’in bir dönem kendileri adına çalıştığını açıklıyordu.

10 Kasım 1991 tarihinde toprağa verilen işadamının mezarı, Kudüs’te bulunan Har Zeitim Mezarlığında yer almaktadır.

Bu yazının yazıldığı saatlerde 24 takımlı League Two’da 14. sırada yer alıyor sarı-lacivert renkli Oxford United. İngiltere’nin güney batısında, başkent Londra’ya 60 mil uzaklıkta dünyanın en bilindik üniversitelerinden biriyle adını duyurmuş 165 bin nüfuslu o şirin kasabanın kendi halinde takımı… Sahasında en son oynadığı maçı, 7647 taraftarının önünde Northampton Town takımına karşı 3–1 kazandı.

Uzun seneler amatör kümelerde can çekiştikten sonra, geçtiğimiz sezon League Two’ya terfi eden, bir zamanlar ülkenin en üst liginde kupalar kazanmış, zaman içinde birleşmenin eşiğinden dönmüş, sonrasında siyasetin ta içinden gelen, seveni az zengin bir babadan oğula devrolmuş, sayısız teknik direktörün görev yaptığı, yönetimlerin her fırsatta taraftarı “bırakmakla” tehdit ettikleri, çalışanların paralarını alamadıkları, borç batağında, özünü, ruhunu, kimliğini kaybetmiş köklü sarı–lacivertli takımın, Oxford United’ın hikâyesi bana pek tanıdık geldi!

Ya size?

Sahi, siyasi gücü arkasına almış, parası sevdasından büyük bir başkan oturunca koltuğa, herşey göz açıp kapayıncaya tozpembe olur, onca yara bir akşam da kapanır mı dersiniz?

Ziya Adnan

6 Aralık 2010 Pazartesi

Fluminense 1984

Brezilya'da Fluminense oynanan son maçların ardından şampiyonluğunu ilan etti. Bu 26 yıllık hasretin de son bulması anlamına geliyordu. Fotoğraf, 1984 yılında Brezilya'da şampiyonluğunu ilan eden Fluminense takımı. Teknik Direktör Carlos Alberto Perreira. Fotoğrafta 1984 şampiyonluğunun mimarlarından Aldo - Paulo Vitor - Duílio - Vica - Leomir - Renato - Romerito - Renê - Washington - Assis Tato yer alıyor. 

1984 yılında şampiyon olan Fluminense takımı 39 puanla bunu başarmıştı. 15 galibiyet, 9 beraberlik ve sadece 2 yenilgi. Son olarak 2010 şampiyonluğunda takımın en golcü oyuncularından birinini 10 gol ile eski Fenerbahçeli Washington olduğunu hatırlatalım.

5 Aralık 2010 Pazar

Rusya ve Katar'a Güvenmek Gerek

FIFA, 2018 Dünya Kupası için Rusya'yı, 2022 içinse Katar'ı uygun gördü. Bu iki ülke tüm dünyaya bu organizasyonların altından kalkabileceğini gösterme niyetinde. Peki, neden Rusya ve Katar?

Öncelikle seçimlerden önce büyük favori olarak görülen ancak 22 oyun, sadece iki tanesini alabilen İngiltere'yi düşünelim. Ülkede oynanan üst sınıf futbol, mükemmel stadyumlar, futbolun beşiği sıfatı ve tabii ki ateşli taraftarlar bu ülkenin artılarıydı. Diğer adaylardan İspanya ve Portekiz ortaklığına geldiğimizde iki ülkenin dünya futboluna armağan ettiği büyük yıldızlarını ve mükemmel altyapı ağını hemen görüyoruz. Amerika Birleşik Devletleri'ne baktığımızda da 1994 Dünya Kupası'nı başarıyla idare ettiğini söyleyebiliriz. Avustralya ise düzenleyeceği ilk Dünya Kupası sebebiyle var olan müthiş potansiyelini mükemmel bir organizasyon ile futbolseverlere sunabilirdi. Hollanda ve Belçika ortaklığında öne çıkanlar ise iki ülke arasındaki harika ulaşım olanakları, Avrupa futboluna bıraktıkları güzel bir futbol mirası daha önce bu tip bir organizasyonu beraber düzenlemiş olmaları idi.

Peki FIFA, yukarıda saydığımız ve ellerinde birçok güçlü etkeni bulunduran ülkeleri değil de, neden Rusya ve Katar'ı tercih etti? Bu iki ülkenin taşıdığı potansiyellerin riskli olduğunun farkında olan FIFA, öncelik olarak bu kararı verirken Günay Afrika 2010 Dünya Kupası'ndan hareketle farklı coğrafyalarda bir turnuva görmek istedi. FIFA'nın verdiği bu kararlar iki ülkenin lojistik ve güvenlik açısından henüz oturmaması sebebiyle eleştirilse de, FIFA 2010'dan sonra bir kez daha futbolun dünyayı birleştirici bir unsur olduğunu göstermek istedi ve Rusya ile Katar'ın bu düşünceye katkı yapabileceğine yürekten inandı.

Daha önce Dünya Kupaları'nda başarılı maçlar çıkartan Rusya, bunun yanında derin futbol gelenekleri olan bir ülke. Yabancılara çokta açık bir turizm etkisine sahip olmayan Rusya, Dünya Kupası sayesinde ülkesini dünyaya açma fırsatını da yakalamış olacak. Tarihten gelen ve soğuk savaş dönemi ile günümüz arasında sıkışıp kalan Rusya, nihayet futbol sayesinde kendisini bir kez daha kanıtlama fırsatını yakalamış durumda. Küresel dostluk ve işbirliğini futbol sayesinde pekiştirecek olan bu soğuk ülke, tüm dünyaya yeni bir Rusya ile merhaba diyecek. Dünya futboluna Lev Yashin ve daha birçok efsane isim kazandıran Rusya'da genç futbolcular, şimdi kendilerini bu kez yaşadıkları coğrafya üzerinde kanıtlayacak olmanın mutluluğu içerisindeler. Turnuva oynanacağı sırada 37 yaşında olacak olan Arsenalli Rus forvet oyuncusu Andrey Arshavin, bu konu ile ilgili yaptığı açıklamada Rusya'nın geleceğini şekillendirdiğini belirterek, aynı zamanda ülkede sosyal bağlılığın ve iş imkanlarının da artacağının altını çizdi.

FIFA'nın 2022 için uygun gördüğü ve uzmanlar tarafından riskli bir seçim olarak lanse edilen Katar ise müthiş bir pazar görünümünde ve tüm Asya ve Arap dünyası adına bu organizasyonun altından kalkmak zorunda. Futbolun kültürel farklılkları birleştirici bir unsur olduğu düşünüldüğünde ise Katar gerçekten de doğru bir seçim sayılabilir. Katar'ın yakın olduğu Orta Doğu coğrafyasında ise diplomatik olarak karışık bir görüntü içinde olan düzen, yine daha önce birçok kez olduğu gibi futbol sayesinde rayına oturmuş ve daha barışçıl bir hal alabilecek. Dünyanın en hassas bölgelerinden biri olan Katar'ın bulunduğu coğrafya, FIFA'ya göre futbol sayesinde tüm dünya tarafından kabul görecek. Bunlar göz önüne alındığında Katar gerçekten de doğru bir seçim olabilir.

Dahası, Katardaki futbolun gelişimi için bu turnuva bulunmaz bir nimet. Belki küçük bir ülke olabilir ancak orada futbola beslenen tutku çok büyük boyutlarda. Dünya için hızla çok büyük bir seyehat merkezi haline gelen Katar'ın ekonomik olarak sıkıntı yaşamayacak olması da onlar için artı bir yön niteliğinde. Katar için ufukta görünen tek sorunun, yaz aylarında yaşanacak olan sıcak iklim olacak ancak teknoloji ve bulunacak yeni çözümler sayesinde bunun da üstesinde rahatlıkla gelinebilir. Sonuç olarak FIFA'nın 2022'yi Katar'a vermesi sayesinde futbol yeni topraklara daha fazla yayılmış olacak ve dünyanın taptığı spor olan futbol, çok kültürlü bir hale gelmiş olacak. Bu iki ülke için sorulacak son soru düzenleyecekleri Dünya Kupaları'nda başarılı olup olamayacakları. 2010'da Güney Afrika'nın turnuvaya gruplarda veda etmesi ve tarihte ilk kez bir ev sahibinin gruplardan bir sonraki aşamaya katılamaması gerçepi biraz can sıkıcı olsa da, genel anlamda ev sahibi ülkelerin yaptığı birçok sürpriz de mevcut. En güzel örnek kesinlikle 2004 Avrupa Şampiyonası'nda kimsenin şans tanımadığı Yunanistan'ın kupayı kaldırmasıydı. Peki ya, 2002 Dünya Kupası'nda Türkiye'nin, 2010'da ise Uruguay'ın yarı finale kadar geleceğini bur turnuvaların öncesinde düşünmüş müydünüz? Yine 1994 yılında Bulgaristan'ın yaptıkları ve 2007'de Asya Kupası'nı kazanan Irak ile bu örnekler çopaltılabilir. Rusya ve Katar'ın kendi evinde nasıl bir performans sergileyeceği konusunda çok büyük endişelere gerek yok. Hepimiz biliyoruz ki hem Rusya, hem de futbolu 2022'ye kadar gerçekten büyük bir gelişim gösterecek olan Katar, hem performans, hem de turnuvayı düzenleme açısından hepimizin gurur duymasını sağlayacak.

Gianluigi Longinotti-Buitoni, Goal.com Kurucusu. (Çeviridir)

1 Aralık 2010 Çarşamba

Real Madrid'i Sevmek...

Rekabetinin konusu İspanya'yı aşan, topraklarımızda da belki de İspanyollardan fazla konuşulan Real Madrid - Barcelona rekabeti gün geçtikçe yeni bir boyut kazanıyor. Özellikle Real Madrid'in son maçta yaşadığı 'hezimetin' ardından çoğalan 'Real Madrid sevilir mi?' tarzı sorular artık sıkça gündeme gelmeye başladı. Evet, Real Madrid sevilir...

Durum her zaman bir ülkeyi ikiye bölen benzersiz bir rekat olmayı başardı. Barcelona ve Real Madrid, her biri yüzbinlerce üyesi olan ve her konuda birbirlerini alt etmeye çalışan devler. O kadar büyük ki, iki kulüp İspanya Futbolunun son 50 yılına damga vurmayı başardı. Bu iki takım son 23 şampiyonluğun 21'inin sahibi oldular ve bu durum gelecekte de değişeceğe benzemiyor.

Geçmişte yaşanan ne varsa her maçtan önce nefretin daha da artmasına neden oluyor. Bu nefret elbette sahaya atılan bir domuz kafasından ibaret değil. Aslında bu rekabeti 'savaş' olarak nitelendirmekte hiç yanlış olmayacaktır. En doğru cümle ise belki de Real Madrid ve Barcelona'nın bir terazinin iki tarafı olduğu. Birbirlerini dengeleyen iki takım... Burada iki takımın birbirlerinin başarılarına ihtiyaç duydukları sonucu rahatlıkla ortaya çıkıyor. Barcelona'nın kendini kanıtlaması için güçlü bir Real Madrid'e, Real Madrid'in kendini kanıtlaması için güçlü bir Barcelona'ya ihtiyacı var. Real Madrid cephesi geçmiş yıllarca Barcelona'nın kötü günler geçirdiği dönemde rekabetin kötüye gittiğini dahi savunmuştu. Her iki tarafın kazandığı başarılar birbirlerini teşvik ediyor. Burada en güzel sözü, Real Madrid başkanı Florentino Perez dile getiriyor; "Eğer Barcelona olmasaydı, onları biz yaratırdık..."

Kimse General Franco'nun siyah beyaz dönemlerde yaptıklarını inkar edemez elbette. Hatta Real Madrid'i ve kulübün stadı Santiago Bernabeu'yu 'halkı oyalamak' adına (burada altını çiziyorum) 'kullanmış' olmasını da inkar edemez. Fakat bugünlerde Barcelona'yı destekleyen insanların Real Madrid'in Şampiyonlar Ligi Kupaları'na ithafen 'Onlar siyah beyaz yıllardaydı' demelerine karşılık ben de 'Franco da Real Madrid'i kullandığında heryer siyah beyazdı' diyebilirim rahatlıkla. Tüm bunların ışığında yeni nesil Real Madrid'i destekleyen taraftarların da bazı gerçekleri kabul etmesinin yanında Barcelona'ya gönül verenlerin de şimdi bu satırları yazan tıpkı ben gibi bu kulübe destek verenlerden 'Franco'cu' etiketini kaldırmaları acilen yapılması gereken bir hamle.

Real Madrid'i destekleyen bir insandan bunu Franco nedeniyle yaptığını kim iddia edebilir? Sadece Katalunya nefretinden kaynaklı olarak Real Madrid'i destekleyen taraftar sayısı ülkemizde en fazla kaç kişidir misal? Herhangi bir kulübün yaşadığı başarılarda taraftarlık olgusunun pekiştirildiği şu günlerde, Butregueno'yu, Raul'ü, Hugo Sanchez'i izlemiş, Santiago Bernabeu'nun atmosferine aşık olmuş bir Real Madrid taraftarına 'Tutamazsın bu takımı, sevemezsin. Bak Franco neler yapmış zamanında. Demek ki sende öylesin' demek, etik dışıdır. Futbol romantikliği ile beraber, Raul'ün gollerden sonra yüzüğünü öperken kendisi de aynı anda sevinen bir taraftarın, 2002 Şampiyonlar Ligi Finali'nde Zinedine Zidane'ın Bayer Leverkusen'in ağlarına bıraktığı harika gol ile ayağa kalkan kaç Real Madridli'nin aklında General Franco ve İspanya iç savaşı vardrı acaba?

Real Madrid'in zalim, Barcelona'nın ise çokça masum bir takım olduğunu göstermek oldukça yanlış bir harekettir. Jose Mourinho Inter'in başındayken Barcelona'yı Şampiyonlar Ligi'nde eledikten sonra Inter'li oyuncuların sevinçlerini engellemek için açılan fıskiyeler masum değildi. 29 Kasım gecesi oynanan maçta tribünlerde Jose Mourinho için açılan ve aşağılayıcı bir yapı taşıyan 'Tercümandın, tercüman kalacaksın' pankartı da o kadar masum değildi. Jose Mourinho elbette egosu şişkin bir teknik direktördür ve evet sinir bozucu da bir karakteri olduğu doğrudur ancak bu onu günah keçisi yapmak için bir neden değil ve en önemlisi onun bir şampiyon olduğu gerçeğini asla değiştirmez. Barcelonalı iğneleyici bir söz kullandığında 'ayar' ,ya da 'nokta atışı eleştiri' olurken, bunu Jose Mourinho yaptığında maalesef Real Madrid'in hocası olduğundan 'tencere - kapak' dahilinde eleştirilere maruz kalıyor. O gençliğinde asla iyi bir futbolcu olamadığın anladığında bu yola baş koyduğundan beri dünyanın en iyisi olmayı fazlasıyla başardı. Ve bunları takiben kendi kendini methetmekte de gecikmedi. Haklı olarak... Porto'yu zirveye taşıdığı yılların ardından kendini hep özel biri olarak gördü. Ondaki sahte bir alçakgönüllülük değildi.

Bazı gerçekler yeni nesil Real Madrid sempatizanları adına bu takımdan vazgeçmek için bir etken midir? Barcelona'nın Real Madrid'e göre daha sistemli olduğu apaçık ortada. Barcelona'da güzel bir sistem varken bu Real Madrid de biraz farklı. Bu konuyla ilgili bir atışmada eski Barça başkanı Laporta, kendilerinin Ballon d'Or kazanan oyuncuları yetiştirdiklerini, Real Madrid'in ise Ballın d'Or kazanan oyuncuları satın aldığını söylemesi bir yandan haklı bir yaklaşım. Peki bu neden Real Madrid'den nefret etmek ya da vazgeçmek için bir neden olsun? Tabii ki bir neden değil. Aksine, benim de bir Real Madrid'li olarak eleştirdiğim bu sistemsizlik acilen çözülmesi gereken bir mesele. Benim gibi bu durumu kabul gören, efsane ismim Raul'ün dahi altyapıdan değil de Atletico Madrid'den çıkış gerçeğini onaylayan bir Real Madrid taraftarı da sanıyorum kimseye rahatsızlık vermez. Aynı zamanda Barcelona forması giyerken büyük bir ahlaksızlık içinde Real Madrid tribünlerine hareket yapan Schuster'in, hareket yaptığı takım olan Real Madrid'e transfer olması da Barcelona'dan soğumak için bir neden değil örneğin. Veya 16 yaşında 'bundan iş çıkmaz' diyerek kulüpten gönderilen Cesc Fabregas'ın, yıllar sonra bir yıldız olması ile birlikte medyanında etkisi ile Barça'ya geri getirme çabaları, üzerine forma giydirip psikolojik bir baskı yapılması da Barcelona'yı sevmemek için bir neden değil. Umarım anlatabilmişimdir...

Ben de bir futbol aşığı olarak Real Madrid'i daha 8 ve 10 yaşları arasında sevdim. 1998 Şampiyonlar Ligi Finali'nde Mijatovic topu Juventus ağlarına bıraktığında ben beyaz formanın büyüsüne, 2000 finalinde 'Lambacı Melek' Raul Valencia'yı yıktığında ise bir Real Madrid efsanesinin büyümesine şaih tolarak bu sevgiyi yarattım içimde. Sonra zamanla babamdan duyduğum Sanchez'li, Butregueno'lu Real Madrid'i dinledikçe, daha eskilerden Di Stefano'ları da okuyunca tamamen pekişti. Kulüplerine özellikle benim de büyük bir saygı duyduğum Johan Cruyff'un felsefesi ile birlikte bağlı kalan Barcelonalılar gibi ben de Real Madrid'i sevmiştim. Ancak Real Madrid ile ilk kucaklaşmayı yaşadığım yıllarda bugünlerde sıkça duyduğum 'Tü kaka, Real Madrid...' cümleleri bana pek bir uzaktı... 2006-2007 sezonunda ise tamamen pekişmişti Real Madrid'e olan sevgim. Öncelikle 2006-2007'de alınan şampiyonluk, önceki 1-2 yılda los galacticos'un son bulduğunun, sıkıntılı günlerin artık geride kaldığını işaretçisiydi.

Bir Barcelona taraftarı için Barça, Guardiola’nın, Koeman’ın, Bakero’nun, Romario’nun, Giovanni’nin, Stoichkov’un, Rivaldo’nun, Luis Enrique’nin ve daha nicelerin takımı ise, benim takımım Real Madrid'de Raul'ün, Morientes'in, Casillas'ın, Ramos'un, Xabi'nin, Fernando Hierro'nun, Michel Salgado'nun, Helguera'nın, Van Nistelrooy'un, Di Stefano'nun, Hugo Sanchez'in, Puskas'ın, Mijatovic'in, Guti'nin ve daha nicelerinin takımıdır, General Franco'nun değil... İşte yukarıda saydığım tüm Barçalı ve Real Madridli oyuncuların ışığında ülkemizde sıkça oluşturulmaya çalışılan 'anti' kavramından oldukça uzak bir Real Madrid ya da Barcelona sevgisi olmalı herkeste. Çünkü bu rekabet, sığlıktan ve klişelerden uzak olduğu vakit daha güzel, daha sempatik ve daha izlenebilir bir hal alıyor. Real Madrid sevgisi neden Barçe nefreti ya da Barça sevgisi neden Real Madrid nefreti uyandırsın ki bizlerde? O yüzden Barcelona'da sevilir, çokça eleştirilere maruz kalan Real Madrid'de en az onun kadar sevilebilir...

Oğuz Öztürk, Goal.com (Bu yazı aynı zamanda Goal.com Türkiye için yazılmıştır)

Blog Widget by LinkWithin
 
Copyright 2009 Barbarossa. Powered by Blogger Blogger Templates create by Deluxe Templates. WP by Masterplan