30 Mart 2011 Çarşamba

Arthur Wharton

Gana Milli Takımı ilk kez Wembley çimlerine çıktı dün. Maç sonunda ise Gana bayraklarına sahada tur attırıldı. Görülmeye değer bu anlar akıllara Arthur Wharton'ın gelmesini sağladı.

Wharton, ilk 'siyah' profosyonel futbolcu. Gana Milli Takımı ilk kez Wembley çimlerine bassa da Gana doğumlu olan Wharton, bundan 120 yıl önce İngiltere topraklarında futbol oynuyordu...

Asamoah Gyan'ın attığı golden sonra ya da maçın ardından Wharton'ı aklına getirip getirmediği bilinmez ancak, Afrika futbolunun öncüsü sayılabilecek Ganalı eski futbolcu Wharton'ı, Wembley'deki maçın ardından anmadan geçmek olmazdı.

Darlington'da 1885 yılında amatör bir kaleci olarak başlayan futbol hayatı, 1902'de Stockport C.'de sona ermiş... Kaleci olmasının yanında aynı zamanda aynı maç içinde kanat pozisyonunda oynadığı da olmuş...

Wharton hakkında zamanın İngiliz basınında normal oyunculardan çok daha güçlü olduğu yazılmış ve bu durumda o dönemki zihniyetçe beyaz değil, siyah olmasına bağlanmış ve insandan çok hayvana benzediği ifade edilmişti.

Onun bugün daha çok hatırlanması ise 2003 yılında İngilizler tarafından 'English football hall of fame' e alınması sayesinde mümkün olabildi. Wharton, öldüğünde hiç parası olmayan bir maden işçisiydi ve o dönem büyük ihtimal yıllar yıllar sonra bu satırların yazılacağını ve hakkında birçok ülkede konuşmalar yapılıp, sergiler açılacağını tahmin bile etmiyordu...


23 Mart 2011 Çarşamba

Real Madrid Transfer Karnesi; Bu Sezon Yapılan Bütün Kilit Transferler Oldukça Etkileyici

Ne zaman transfer dönemi gelse Real Madrid'den sansasyonel imzalar atması beklenir. Bu sezon da durum farklı değildi ve Real alış verişi 75 milyon avroluk harcama ve yedi yeni oyuncuyla tamamladı.

Bu rakam dünyanın başka bir kulübü için bu devasa bir harcama, ama Florente Perez'in ikinci başkanlık dönemi geçen seferki gibi astronomik ölçüde olmadı.

Cristiano Ronaldo, Kaka ya da Karim Benzama gibi isimler alınmadı. Bunun yerine kulüp geleceğe yatırım yaparak genç yeteneklerin peşine düştü ve eski isimleri gönderme cesareti gösterdi. Goal.com'da yapılan inceleme, transferlerin performanslarına ve notlarına ışık tutuyor.

GELENLER: Sergio Canales (Racing Santander), Ricardo Carvalho (Chelsea), Angel Di Maria (Benfica), Sami Khedira (VfB Stuttgart), Pedro Leon (Getafe), Mesut Özil (Werder Bremen), Emmanuel Adebayor (Manchester City)

GİDENLER: Royston Drenthe (Hercules - kiralık), Guti (Besiktaş), Christoph Metzelder (Schalke), Raul (Schalke), Rafael van der Vaart (Tottenham), Mahamadou Diarra (Monaco), Mateos (AEK Athens - kiralık)


Mesut Özil: A+


Geldiği takım: Werder Bremen

Transfer bedeli: €15m

Mevkii: Hücumcu orta saha

Maç/Gol: 41/10


Geçen yaz Avrupa'da yapılan en iyi transfer değilse bile en iyilerinden biri. Özellikle Alman milli takımı ile 2010 Dünya Kupası'nda gösterdiği dikkat çekici oyununun ardından kimsenin potansiyeli ve yeteneğinden şüphesi yoktu. ama çok az kişi yeniden yapılanan Real Madrid takımına bu kadar çabuk ve etkili biçimde ayak uyduracağını tahmin edebilmişti. Sezon başındaki birkaç haftası ve 5-0 kaybettikleri Clasico'da kendini gösterememesine rağmen, Özil oynadığı her maçta izleyenleri etkiledi. 15 asist ve 10 golle etkili olmakla kalmadı, taraftarın sevgisini de kazandı.


Angel Di Maria: A


Geldiği takım: Benfica

Transfer bedeli: €25m

Mevkii: Kanat oyuncusu

Maç/Gol: 43/8


25 milyon avro ile Real Madrid'in bu yazki en pahalı transferiydi. Ama Arjantinli oyuncu 8 gol ve 18 asist ile kısa zamanda kulübün yatırımının ve inancının karşılığını ödedi. Fideo ayrıca yeteneği, uzun mesafeli pasları ve adam geçme yeteneği ile taraftarın da başını döndürdü. Özellikle Şubat ayında oynanan Levante maçında üç kişiyi geçip Karim Benzema'ya yaptığı asist hâlâ akıllarda.


Ricardo Carvalho: A


Geldiği takım: Chelsea

Transfer bedeli: €8m

Mevkii: Stoper

Maç/Gol: 37/3

Florentino Perez'in savunma oyuncusu transferleri genelde başarısızdır. Sergio Ramos bir istisna. Raul Albiol ve Alvaro Arbeloa'da sağlam transferler, ama olağanüstü değiller. Ama bu sezon Madrid son yılların en iyi santrhaf transferini gerçekleştirdi. Carvalho'nun yaşı ilk başlarda bir soru işaretiydi, çünkü oynadıkları hücum futbolu bek oyuncularının sürekli ileriye destek çıkmasına neden oluyor. Ancak "Riccy" sürat eksikliğini deneyimi, oyunu okuma uzmanlığı ve zamanında müdahele etme yeteneği ile kapattı. Attığı üç golle de formayı ne kadar hak ettiğini gösterdi.



Sami Khedira: B



Geldiği takım: VfB Stuttgart

Transfer bedeli: €12m

Mevkii: Defansif orta saha

Maç/Gol: 35/0


Tıpkı Özil gibi, Khedira da takıma çabucak uyum sağladı. İlk sezonunda Mesut kadar dikkat çekmemesi anlaşılır bir durum, ama eski Stuttgart oyuncusu özellikle bu sezon için transfer edildi. Lass Diarra, Fernando Gago ve daha sonra takımdan ayrılan Mahamdou Diarra ile rekabete rağmen çift pivot rolünde Xabi Alanso ile iyi bir işbirliğine girdi. Khedira henüz hücum yeteneklerini gösterebilmiş değil, ama şans verildikçe daha da iyi bir form yakalayacaktır.



Emmanuel Adebayor: B-


Geldiği takım: Manchester City

Transfer bedeli: Kiralık

Mevkii: Forvet

Maç/Gol: 12/3

Madrid acilen forvet arayışına girdiğinde Ruud van Nistelrooy'u Santiago Bernabeu'da tekrar görmek isteyen romantikler olmuştu. Ama Beyaz Şimşekler kiralık olarak Emmanuel Adebayor2u kiralık olarak getirmeyi tercih ettiler. 26 yaşındaki oyuncunun İspanyol futboluna ne kadar uyum sağlayacağı merak konusuydu. Ancak oyuncunun tek niyeti gol atmaktı ve bunu ilk 30 dakikasında başardı. Şu anda toplamda 3 golü var, ama 520 dakika oynamış bir oyuncu için çok da kötü değil.


Pedro Leon: C-


Geldiği takım: Getafe

Transfer bedeli: €10m

Mevkii: Kanat

Maç/Gol: 13/2

Geçen sezon Getafe'de gösterdiği performans onu Real Madrid'in hedefi haline getirdi. Ancak Cristiano Ronaldo ve Angel Di Maria'nın gölgesinde kalarak kendisini gösterdi. Şans verildiğinde ise özgüven sorunları yaşadığı görüldü. Ancak 24 yaşındaki oyuncunun yeterince defansif yapıda olmadığını açıklayan Mourinho'nun da bunda payı var. Ayrıca Şampiyonlar Ligi'nde Milan'a karşı son dakikalarda beraberlik golünü attığı da unutulmamalı.




Sergio Canales: D


Geldiği takım: Racing Santander

Transfer bedeli: €4.5m

Mevkii: Orta saha

Maç/Gol: 12/0


Racing'den Şubat 2010'da alındığı için teknik olarak 2010-11 sezonunun transferi sayılmaz. 20 yaşındaki oyuncudan çok beklenti vardı, ama erken sakatlığı ve Özil'in performansı kenarda kalmasına sebep oldu. İlk 11'de oynadığı maçlarda da etkileyici olmaktan uzaktı. Ancak gelecekte takıma büyük faydaları dokunacaktır.



Final notu: A


Çok sayıda oyuncu alması ve yüksek harcamaları düşünüldüğünde Madrid'in yatırımlarının geri dönmesi nadir görülen bir durum. Ama 2010-11'deki bütün kilit transferleri etkileyiciydi.

Özil, di Maria ve Khedira'nın ancak sezon ortasına doğru kendilerini göstermeleri bekleniyordu, ama en baştan ilk 11'in vazgeçilmez isimleri oldular.

Maicon'u almakta başarısız oldular, ama daha ucuz bir alternatifi olan Ricardo Carvalho, Madrid'in defansını disiplinli ve organize bir hale getirdi.

Kulüp ayrıca gidenleri de aramadı. Rafael van der Vaart, Tottenham'da önemli bir konuma sahip olabilir, ama Wesley Sneijder ya da Robben gibi özlenen bir isim değil.

Perez, Mourinho ve Valdano bu yaz iyi çalıştılar. Mou'nun Di Maria ve Carvalho konusunda başkanı ikna etmesi, Perez'in Özil'i getirme ısrarı sayesinde Beyaz Şimşekler hep doğru hamleler yaptı.

19 Mart 2011 Cumartesi

1999 - ?

1999'dan beri yüzü gülmeyen Atletico Madrid, 'abisi' Real Madrid'i konuk ediyor bu gece.

Fotoğraf ve video da Atletico Madrid'in Santiago Bernabeu'da aldığı son galibiyetten. 1-3 kazanmışlardı, Hasselbaink'te Atletico Madrid'in tüm gollerini atarak tarihe geçmişti.

Ekim 1999'da oynanan 'o' maçta Real Madrid'in kalesinde Bizarri vardı. Defans dörtlüsü Salgado, Ivan Campo, Julio Cesar ve Roberto Carlos'tan oluşmuştu. Orta alanda ise Seedorf, Redondo, Helguera, Guti vardı. Forvet ise efsane ikili Raul ve Moreintes'ti. Kulübede ise John Benjamin Toshack vardı. Fenerbahçe'den gelen Elvir Balic yedeklerde olmasa da Real Madrid forması giyiyordu. Casillas ve Eto'o da yedekler arasındaydı.

Yıllardır kazanamayan Atletico Madrid için lig bugün bitiyor. Tek amaçları şampiyonluk yolunda Real Madrid'e çelme atmak... Bir yerden tanıdık geldi mi?


Alex havada durdu, şahitlerim var!

Çok stresli bir geceydi. Galatasaray-Fenerbahçe maçı ile ilgili fikir alış verişi yaparken, iki takımın durumunun ne olduğunun önemli olmadığından çok sık bahsettim, Fenerbahçe'nin büyük bir baskı hissedip zorlanacağından da... Ancak sonunda gülen taraf Alex ve arkadaşları olunca, maç sonu sahaya rakı şişesi atan arkadaşı bulup onunla kadeh tokuşturmak geliyor insanın içinden! (O atılan rakı şişesinin Volkan Demirel'in başına gelmesi durumunda olabilecekleri düşündüm hep... Kimler, nasıl vereceklerdi hesabı?)

2008 yılı...

Fenerbahçe Zico ile Şampiyonlar Ligi'nde tarih yazıyor, Kadıköy'de çeyrek final karşılaşmasında Chelsea'yi yeniyor ve gollerden biri de Kıbrıslı Kazım Kazım'dan... Kendimi hatırlıyorum, sanıyorum Fenerbahçe adına en çok sevindiğim gollerden biriydi. O gün, biri kulağıma yaklaşıp, "Kazım 2011'de Galatasaray'a transfer olacak, Seyrantepe Stadı'nın yapımı bitecek ve Galatasaray forması ile Fenerbahçe'ye gol atacak" diye fısıldasa, sanıyorum ilk yapacağım iş 112'yi aramak olurdu. İşte tam burada 'Futbol sadece futbol değildir' sözünü tekrarlamak düşüyor bana. Kazım Kazım'ın 1-0'dan sonra Fenrbahçe yedek kulübesinde Aykut Kocaman gibi bir 'adama' yakışıksız hareketler yapması bir yana, kendimizi onun yerine koyup empati kurduktan sonra anlamamız mümkün oluyor...

Andre Santos'un, yanlış olmasın Brezilya Milli Takımı'nın sol beki olan Andre Santos'un 'eski dostu' Kazım'a kaptırdığı top ve ardından yenen gol kendi açımdan kafamda değişik planlar yapmama neden oldu. Bir mağlubiyet halinde ligin geriye kalanının nasıl geçeceğini düşünmeye başladım. İlk yarı bitmeden bir gol bekledim, ancak olmadı. Açıkçası ikinci yarı başladığında da maçı çevirmenin bir hayli zor olabileceğini düşündüm ancak beni ikinci devre oldukça kötü bir Galatasaray karşılayınca fikirlerim değişmeye başladı. Fenerbahçe'nin gol dakikaları da yaklaştıkça inancım arttı.

Semih Şentürk'ün oyuna girmesinden sonra oyunun ileri kısımda Galatasaray ceza alanına yıkılabileceğini tahmin etmek hiç zor olmadı. Sonra ufacık bir ayrıntıya takıldım. Semih'in attığı beraberlik golünden önce serbest vuruş öncesi Alex'in kulağına birşeyler fısıldayıp ceza alanına koşmasından sonra inandım...

"Alex topu ceza alanına yollar, Semih vurur ve 1-1 olur"

Yukarıdaki cümleyi içimden kurdum. Dışarıya yansıttığımda gol olmayacağını biliyordum ancak yanılmadım. işte bu andan sonra top filelere gidince 2008'de Kazım'ın Chelsea'ye attığı golden sonra sevindiğim kadar sevindim. Galatasaray sahasında desibel rekoru kırdı, ben ekran başında kırdım...

Sonra yüklendi Fenerbahçe. Gheorghe Hagi'nin Ankaragücü maçında oyuna Mustafa Sarp ve Barış Özbek'i aldıktan sonra maçı 3-2 vermesini hatırlatır şekilde Ayhan Akman'ı oyuna alması kaderin ve futbolun bir cilvesi oldu. (Galatasaray adına taktik detaylara girmiyorum, Galatasaray yazarı arkadaşım detayları ile yazacaktır) Bu andan sonra Fenerbahçe sabırla geldi, maç sonrasında Gökhan Gönül, 'Nasıl bir pozisyondu hatırlamıyorum. Tek hatırladığım topun ağlarda oluşuydu' dediği pozisyonda ortayı yaptı ve 'Doktor' Alex, kafayı sol köşeye gönderdi. Ve gördük. Şahitlerimiz var. Alex havada durdu!...

Alex'in 87. dakikasındaki kafası, belki de şampiyonluk golüydü. 10-11 sezonunda İnönü'den sonra çok zorlu bir Galatasaray deplasmandan da 1-2 ile galip çıkan Fenerbahçe, müthiş performansını sürdürdü ve inandığı yolda yürümeye devam etti.

13 Mart 2011 Pazar

'Kaldı mı Dokuz?'

Şuan ligde şampiyonluğa oynayan iki takım var ve bunlardan ilki olan Trabzonspor düşme hattında bulunan Kasımpaşa'yı geçti, Fenerbahçe ise yine düşme hattının diğer bir takımı olan Konyaspor'u rahat yendi.

Fenerbahçe için bu maç, hem Yılmaz Vural ile artık yavaş yavaş farklı bir kimlik kazanan ve düşme hattından çıkmak adına hırslı oynayan Konyaspor'a takılmamak adına önemliydi, hem de önümüzdeki hafta Türk Telekom Arena'da oynanacak olan Galatasaray maçı öncesinde moral depolamak adına önemliydi. Nitekim son düdük çaldığında 2-0 ile Fenerbahçe iki amacını da gerçekleştirmiş oldu.

Maç boyunca hem Fenerbahçe'den, hem rakipten dikkat çeken oyunculardan bahsedelim ilk önce. Konyaspor'da Polonyalı milli kaleci Pawelek müthiş bir futbolcu. Fenerbahçe'de ceza alanında en çok görünen oyunculardan biri olan Miroslav Stoch'un yakaladığı net fırsatları harcamasındaki %51'lik etki kesinlikle Pawelek'e ait. Zira maç sonunda Stoch'un açıklamalarını dinlediğmizde 'Yakaladığım pozisyonlarda köşeye vurmak istedim. Ancak rakip kalecide sanki mıknatıs vardı' demesi, Pawelek'in yer tutuşunun ve pozisyon bilgisinin ne kadar iyi olduğunu bize tekrardan göstermiş oluyor. Konyaspor'un diğer bir ilginç ismi Alvaro Mejia Perez. Yaptığı hatalarla maçın en kötü oyuncularından biri ancak onun 2004-2007 yılları arasında Real Madrid'de 40 maça çıktığını da hatırlatalım.

Konyaspor'un kalan 9 haftalık periyotta ligde kalması zor gibi. En azından bu kadar zaman Yılmaz Vural'a yetecek gibi durmuyor çünkü takım birkaç kaliteli ismi kadrosunda bulundurmasına rağmen toparlanacak gibi durmuyor. Ancak bu durumda bu Konyaspor'un daha önce görevde bulunan Ziya Doğan'ın Konyaspor'undan daha sempatik olduğu kesin. Çok iyi oynamasalar bile şuan ligde Beşiktaş ve Galatasaray dahil birçok takımının yapamadığı birçok faaliyette bulunuyorlar maç esnasında. Bugün Kasımopaşa'ya beslediğimiz sempatinin ise şimdi Konyaspor'da olan Yılmaz Vural kaynaklı olduğunu da unutmamak gerek.

Fenerbahçe'de hemen herkes sorunsuz ve hatasız oynadı diyebiliriz. Emre Belözoğlu sakatlanıp çıkana kadar sahanın en iyilerindendi. Mamadou Niang yine skora etki etse de birkaç pozitif hareketi dışında oyun içinde fazla kalamadı. Miroslav Stcoh ise Fenerbahçe'deki tüm maçların içinde belki de en iyilerinden birini çıkarttı ancak onun en büyük sorunu olan son vuruş hataları ve yukarıda da bahsettiğim Pawelek'in ekstra performansı skorun daha fazla açılmasını engellemiş oldu. Cristian ise sessiz sedasız görevini yapsa da zaman zaman orta alan ile defans arasındaki köprüyü kurma görevinde sınınfta kaldı. Mehmet Topuz yine fizik gücünü ve isteğini çok iyi kullandı. Kaptan Alex ise görevini yerine getirdi ancak hafif çekingen bir tavır içerisindeydi. Bu durumun önümüzdeki hafta oynanacak olan Galatasaray derbisinden kaynaklı olduğunu söylemek mümkün. Nöbetçi golcü Semih ise 72'de girdi, 77'de durumu 2-0 yapıp cilayı attı ve maçı Fenerbahçe'ye getirdi. Alışıldık bir durum pek tabii. Gökhan Gönül ise bir pozisyonun ardından hakeme 'Hocam benden çıktı' diyerek çok ihtiyacımız olan anlardan birini yaşattı bize, ona da teşekkür edelim buradan.

Emre Belözoğlu sakatlanıp oyundan çıktı. Şimdi bu durumla ilgili hemen şunu söylemeliyim; sosyal kaynaklarda Emre'nin sakatlığı ile ilgili ciddi anlamda beni endişelendiren yorumlar okudum. Emre Belözoğlu'nun sakatlığı belki ciddi değil, belki ciddi ama, 'Yine Galatasaray maçından önce isteyerek yaptı' veya 'Umarım 1 ay sakat kalır' tarzında söylemler ve temenniler kanımı donduracak cinsten. Etik denen kavramdan haberi olmayan bu insanlar Emre'nin sahadaki hırsından ötürü ona karşı bu yorumları yapıyorlar. Burada şunu unutmamak gerekir. Emre belki de uzun süre sakatlanacak, bilemiyorum. Belki de haftaya sahadaki yerini alacak. Sizin kendi en iyi yaptığınız işi uzun süre yapamayacağınızı bir düşünün. Çok üzülmez misiniz? İşte bu noktada 'taraftarlık' ve 'insanlık' kavramlarının farkı da hemen ortaya çıkıyor. Maç sonu çıkan haberlerde ise Emre'nin dünkü Kasımpaşa maçında sakatlanan Onur Kıvrak'ı ilk arayan olduğu yönündeydi. Saha içindeki oyuncuların saha dışı karakterlerinin çok daha farklı olabilme gerçeğini de unutmamak gerek.

Fenerbahçe şampiyonluk yolunda önemsiz gibi görünen ancak Konyaspor'un küme düşmeme mücadelesi veren bir takım olduğu gerçeği göz önüne alındığında önemli bir boyutu olan maçtan iki gol ile üç puanla ayrılmasını bildi. Şimdi sıra Galatasaray maçında. Onlar için sezonun geri kalanı şimdilik kendi hedefleri değil sadece kendi evlerindeki maçta Fenerbahçe'ye şampiyonluk yolunda çelme atabilmek. Bu yüzden Galatasaray çok berbat bir durumda olsa dahi sezonun en önemli maçlarından biri gelecek haftaki...

13.3.2011 (STSL 25.Hafta)

Fenerbahçe 2-0 Konyaspor

9 Mart 2011 Çarşamba

Dramatik olacağı kuraların çekildiği gün belli olan eşleşmede hüsran yaşayan yeniden Londralılar oldu.

Dramatik bir oyun oynanacağını maçtan önce tahmin etmek hiçte zor değildi. Bu durum iki takımın kurada birbirleri ile buluşmasında dahi belliydi. Geçem yıl farklı biten eşleşmeleri, 2005-2006 Finali gibi hikâylere bu eşleşmeyi farklı kılan durumlardı. Sonucunda da sanıyorum kimse tekrardan Barcelona'nın gülmesine şaşırmadı.

0 Şut, 1 Gol!

Öncelikle biraz herkesin dilinde olan istatistiklerden bahsedelim. Şahsım adına ben Arsenal'den bu kadar kötü bir performans beklemiyordum. İlk maçın ardından yazdığım yazıda Arsenal'den umutlu olduğumu söylesemde dün gece ortaya koydukları oyun maalesef ki beni yanıltmış oldu. Tek tek araştırmak lazım. Acaba Şampiyonlar Ligi tarihinde kaleye 0 (Yazıyla Sıfır) şut atan kaç takım maçta gol bulabildi? Maç sonunda istatistiklere baktığımızda Barcelona'non 19 şutuna Arsenal'in karşılık veremediğini görünce çok şaşırdım. Diğer istatistiklerde de Barcelona'ınn bariz üstünlüğü vardı. Xavi, Iniesta ve Alves üçlüsü komple Arsenal'den daha çok pas yapmışlar. Tüm bunlar 'istatistik mini etek gibidir, herşeyi gösterir ama istenen şeyi göstermez' sözünü biraz olsun zedeliyor olsa gerek.

Maçtan önce Arsenal'in turu geçmesi için etkenleri incelediğimde göze çarpanların hiçbiri Wenger'in öğrencileri tarafından başarıyla gerçekleştirilemedi. Defansif bir görüntü çizmelerini eleştirmeyenler Jose Mourinho'nun Inter'ini örnek gösterdiler ancak bir şeyi unutuyorlardı. O Inter İtalya'da bu Barça'ya karşı en iyi futbolu oynayan tek takımdı. Tekrar izlerseniz G. Meazza'da Barça'nın nefes bile almakta zorlanmış olduğunu hatırlayacaksınız. Nitekim Arsenal'in bunun neticesinde kupaya veda etmesi de sürpriz olmadı. İlk olarak sahada bir liderin olmaması çok etkiledi Arsenal'i...

Wenger ve Arsenal için yine hüsran...

Cesc Fabregas'tan beklenen etkinin gelmemesi orta alanda ve hücum organizasyonlarında kötü bir Arsenal'in olmasına yol açtı. Kaldı ki Fabregas, maçtan önce inancının olmadığını gösteren bir şekilde 'Barça'dan gol yiyeceğimiz kesin. Önemli olan biz nasıl atacağız' açıklamaları ile gerçekçi ve yanında umutsuz da olmuştu. Xavi ve Iniesta ile büyük uyum içinde olan Barça ise zaten Alex Song'un oynamayarak yaraladığı Arsenal orta alanında istedikleri tüm düşünceleri rahatlıkla gerçekleştirebildiler. Yine Jack Wilshere'ın İngiltere'deki ilk maçtan uzak olan performansı da mağlubiyetin tetikleyicilerinden biri oldu. Aynı zamanda Katalan defansında Pique ve Puyol'un olmayışının avantajını kullanamayan Arsenal, Barça'nın oyuncular üzerine değil, sistem üzerine kurulu bir takım olduğunu da tekrardan kanıtlanmasına yardımcı oldu. Orta saha kurgularından bahsederken Javier Mascherano'yu da es geçmek elbette ki olmaz. Sanıyorum Barcelona'ya imza attığı günden bu yana en etkili performansını gösterdi. Daha önce ben dahil birçok kişi Mascherano'nun Barça'ya transferine anlam veremediğini düşünmüştük ancak dün geceki performansı bu tezi biraz olsun çürütebildi. Tabii ki bunda Sergio Busquets'in defansın ortasında oynamasının ve Arjantinli oyuncunun bu nedenle şans bulabilmesinin de etkisi oldukça fazla.

Barcelona'nın maç boyunca çok fazla savunma yapmaya ihtiyaç duymadığı bir gerçek ancak buna ihtiyacı olduğu anlarda yine bunu tüm takım olarak başarmaları da Arsenal'in bu denli etkisiz olmasında etkili oldu. Barcelona'nın bu maçtan önce Arsenal ile benzer oyun anlayışına sahip olmasından dolayı farklı bir strteji gerçekleştirmesi gerektiğine inanlarda vardı ancak 90 dakika boyunca Arsenal'in bekelenden çok çok uzak olması Pep Guardiola'nın bir B planına geçmesini de engelledi.

Van Persie atılmasa daha farklı bir senaryo çıkabilir miydi?

Barcelona'nın 2009 yılında eşleştiği Guus Hiddink'li Chelsea karşısında maçın hakemi Ovrebo'dan yapılan hatalara alışkınız. Ancak dün gece İsviçreli Busacca'nın Van Persie'yi oyundan atmasının ağır olduğunu düşünsekte o an 1-1 giden maç Van Persie sahadayken de 3-1'e gelir miydi bunu sormak gerekiyor. Bu tür pozisyonlarda (ofsayt anından sonra topa vurulması) oyuncular düdük sesini duysalar bile kafalarında o topa vurmaları için plan yapıyorlar ve çok büyük bir refleks ile bunu gerçekleştiriyorlar. Bu nedenle Van Persie'ye çıkan kartın ağır olduğunu düşünebilir. Bu gibi pozisyonlarda kart gösterilmesi için oyuncunun bariz bir şekilde düdükten belli bir zaman geçtikten sonra topu vurması gerekiyor ve bunun örneklerini birçok defa görüyoruz. Ancak daha önce Barcelonalı David Villa'nın benzer pozisyonlarda kart görmediğini de hatırlatmak gerek.

Sonuç olarak kendi felsefesini sahaya en iyi haliyle yantısan Barcelona turu geçmeyi başardı. Ve yine Arsene Wenger'e yas tutmak düştü. Wenger'ın acaba artık takım sisteminde değişiklikleri mi yapması gerekiyor ?

Son olarak maçı izlememizi sağlayan Afgan kanalı Rahe Farda'ya da buradan selam olsun!

Ek: Arsenal'in ilk maçından sonra yazdığımız yazıyı tekrar okumak isteyenler için bir kez daha verelim: "Arsenal 2-1 Barcelona, tekrar artan futbol aşkımız..."


8.3.2011

Barcelona 3-1 Arsenal

6 Mart 2011 Pazar

Carragher: "You will never walk again Nani"

Liverpool taraftarlarından kaptanları Jamie Carragher'a: "You Will Never Walk Alone"

Jamie Carragher'dan Manchester Unitedlı Nani'ye: "You Will Never Walk Again"

*Olayı büyütmek için resme tıklayınız...

Ayrıntılar daha sonra...

Blog Widget by LinkWithin
 
Copyright 2009 Barbarossa. Powered by Blogger Blogger Templates create by Deluxe Templates. WP by Masterplan