Blog Söyeşileri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Blog Söyeşileri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Kasım 2011 Cuma

Blog Söyleşileri #16 | Okay Karacan

- Öncelikle sizin gibi değerli bir spor adamı ile röportaj yapmaktan dolayı, mutluluk duyuyoruz ve teşekkür ederiz.

-Ben teşekkür ederim..

- Biyografi, özgeçmiş gibi klasik röportaj başlangıcı yapmak istemiyorum. İlk olarak spor hayatına nasıl başladığınızıanlatır mısınız?

1982 Dünya Kupası ile bu oyuna aşık olduğumusöylemeliyim, o zaman judo öğrenmeye başlamıştım. Judonun verdiği esneklik vedüzenli antrenman sayesinde mahalledeki maçlarda sıradışı işler çıkarırdım. Futbolcuolma hayali kurduğum günler 1982 Dünya kupasına denk gelir; ancak ne gariptir ki, futbol anlatıcılığına öykünmeye de o dönemde başladım. :) Sans ikincisinde güldüve 1992'de, hayalimden 10 yıl sonra futbol sahasının bir tarafından tutunmayı başarmıştım.

- Spikerlik sizin için ne demek? Aslında sadece spiker olduğunuzu söylemek yanlış olur. Siz tam anlamıyla her türlü şeyi yapabilen bir kişisiniz spor medyası içerisinde. Ancak bizi sizi daha çok spikerolarak spor ekranlarında gördüğümüz için, sanırız en çok spikerlik yönünüzüanlatmanız daha doğru olacaktır...

Küçüklüğümde hep okurdum, okumak banakonuşmak için cesaret kazandırdı. Konuştukça, ezbercilikten doğaçlama anlatıcılığaterfi ettiğimi hissettim. Spikerlik benim için ne demek biliyor musunuz? Zamanında çok okumanın bir ödülü...

- Sizin için hayattaki en önemli şey spor mu, ya da futbol mu? Sporsuz yaşayabileceğinizi, en azından sporla iş olarak uğraşmadanhayatınızı devam ettirebileceğinizi düşünüyor musunuz?

Hayattaki en önemli şey tabii ki futboldeğil! Ama futbolsuz yaşamam da pek mümkün görünmüyor. Şöyle diyelim: Biryerlerde futbol topu yuvarlanır, birileri yüksek sesle homurdanırken bir köşeyeçekilip dünyanın öteki meseleleri ile ilgilenmenin, hayatımın en önemlisenaryosu olduğunu düşünmüyorum.

- Bu tür sorularla röportajımızı doldurmak istemem, ancak sizi seven çok sayıda sporseverin sizi tanıması için bu soruları yöneltiyorum. Yıllardır bu işi yapıyorsunuz ve elbettebirilerini örnek aldınız, birilerinden etkilendiniz. Sizi bu yola iten kişilerkimler? Bu yolda ilerlerken örnek aldığınız duayen isimler var mı?

Halit Kıvanç'ı Ali Sami Yen stadı çıkışıMecidiyeköy'de; elleri cebinde, kendinden emin ve barışık bir şekilde yürürken görmüştüm. Belliki yaptığı işten huzur duyuyordu. 8 yaşındaolmalıyım. Onun futbol spikeri olduğunu biliyor, büyüklerimin yeteneklerikonusunda konuştuğunu sık sık duyuyordum. Sanıyorum o gün bu meslekle sözlenmiştim.Halit Ağabey dışında Tansu Polatkan, Ümit Aktan. Abidin Aydoğdu, Öztürk Pekindöneminin büyük etkisi var. O dönemde de bu meslekle nişanlandım. Levent Özçelik,Ercan Taner, Hüseyin Başaran döneminde evlilik gerçekleşti. Özetle yaşantımıntüm evrelerinde birilerinin anlattıklarından ilhamlar alarak ilerledim.

- Her genç gibi siz de küçüklüğünüzde futbolcu veya basketbolcu veya tenisçi olmak istediniz mi? Yoksa amatör olarak, çocukken bunları yaptıktan sonra sadece sporun medya bölümüne mi ilgi duydunuz?

Sanıyorum bu sorunun cevabını yukarıda verdim ama burası boş kalmasın. Nottingham Forest forması giyen bir futbolcuolmanın hayaliyle en az beş yıl yaşamışımdır herhalde. :) Sonrası hayatın gerçekleri..

- Sanırız sizin özel hayatınız olarak tanımlayabileceğimizsorular için bu kadar kâfi diyebiliriz. Biraz da futbola dönelim! Futbolla sonyıllarda aranız nasıl, özellikle Türk futbolunun şu anki halini ve geleceğininasıl görüyorsunuz?

Aktif futbol anlatıcılığını bıraktıktansonra, bir parça vatanını özleyen bir gurbetçi gibi hissettim kendimi ama şimdisanırım kendime geldim. :) O dönem dahaçok İspanya ve İngiltere maçları anlatıp, batı futboluna odaklandığım içinTürkiye liglerini izlerken seçici davranıyordum. Şimdi ise film tersine döndü! :) Nevar ki her türlü olumsuzluğa rağmen ligimizin halâ izlenmeye değer bir kalitesiolduğuna inanıyorum. Böyle bir üç büyükler geleneği, bir onlara başkaldırmıştakımın bulunduğu, ülkenin her tarafında İstanbul takımlarının tutulduğu örnekyok ve biz hep bardağın boş tarafını görüyoruz.

- Türk futbolu son zamanlarda ciddi bir kaos ortamından geçiyor ve bunun altından kalkmak da biraz zaman alacak gibi.Sizce futbolu yönetenler, oynayanlar, futboldan para kazanan her türlü kişiler(medyamensubu, yönetici, oyuncu...), futbolu izleyenler ne tür şekilde davranmalı vehareket etmeli bu zamanlarda?

Sağduyulu davranmak sadece sözde kaldığındanbu cümleyi kullanmayı tercih etmiyorum. Sadece futbol üzerine çalışan her birkişi ya da kurumun oyunun üzerine çıkma halinden ciddi ciddi kurtulmasıgerekiyor. Hiçbir yorumcu, köşe yazarı, futbolcu, teknik direktör, başkanfutbol oyununun kendisinden önde olmamalı.

- Türk futbolunun içine indirgeyelim biraz. Tek tek baktığımızda, son zamanlarda kulüplerimizi ve kulüplerimizin Avrupa'daki durumlarını nasıl değerlendirirsiniz? Sizce son yıllardaki en iyitakım kim? Yıldızı parlayan isimler kim, kimleri beğeniyorsunuz? Hangi hocalarıiyi buluyorsunuz? Bunları öğrenebilir miyiz?

Avrupa'daki hâlimizin Türkiye'deki enerjive kaliteyi yansıttığı bir çok maç olsa da devamlılık sorunu var. Hem Avrupahem Türkiye ritmini tutturmak esas mesele ve bu konuda maalesef başarısız birülkeyiz. Belirgin bir iyi takım vurgusu yapmak istemiyorum ama Fenerbahçe'ninbüyüme modeli sıradışı. Abdullah Avcı, Şenol Güneş, Aykut Kocaman kendilerinehas stillerle öne çıkıyorlar, Ertuğrul Sağlam'ın ise ayrı bir aurası var..

- Avrupa'ya da dönelim biraz. Siz futbolun sadece oyun yönünden çok, onun güzellikleri ve bilinmeyen yönleriyle de ilgilenen birisisiniz gerek yaptığınız programlarınızla, gerek konuşurken bile sözcüklerinize yansızyan etkileyicilikle. Sizce Avrupa futbolu ne yöndeilerliyor? Türk futboluna göre daha mı zevk alıyorsunuz onları izlerken, onlarla ilgili bir konuyu okurken? Onların yaşam ve futbol felsefesi bizdendaha mı farklı? Onlar futbolu bizden daha mı zevkli hale getirmeye çalışıyorlar? Düşünceleriniz nelerdir?

Avrupa futbolunda son yıllarda ofansifkarakterin yerli yerine oturduğunu, Barcelona örneğini kopyalama isteğinin ağırlığınıhissettirdiğini düşünüyorum. Dikkat edilirse İtalya hariç birçok Avrupaliginde gollü maçların sayısı artıyor. Ayrıca atılan gollerin kalitesinin altınıçizmek isterim! İngiltere liglerini samimi ve rekabetçi yönü, Alman liglerini gösteriştenuzak, tutkulu seyircisi nedeniyle ve İspanyol futbolunu da Barcelona-Real Madridekseninden sıradışı buluyor ve onları izlemekten keyif alıyorum. Şüphe yok kiTürkiye liglerini izlemenin heyecanı bambaşka. :)

- Avrupa demişken, Avrupa'da oynayan oyuncularımızı sormamak olmaz! Arda Turan'ın Atletico Madrid kariyerini nasıl değerlendiriyorsunuz. Real Madrid'in Nuri Şahin ve Hamit Altıntop transferlerini yaparak ne amaçladığını düşünüyorsunuz? Sizce oraya uyum sağlayabilirlermi?

Arda'yı çok seviyorum. Oynadığı tüm oyunlardan keyif aldım ve almaya devam ediyorum. Cesurca bir kararla İspanya'yagitti ve kendini çabucak ispatladı. Dahaiyi yerlere gelmesi, aklını Türkiye'den uzak tutmasına ve Nihat örneğinde olduğugibi yaşadığı yerle barışmasına bağlı. Nuri gelecekte hepimizi şaşırtacak birperformans gösterecek, başka bir aklı var Nuri'nin... Hamit ise, aslında Türkiye'de oynayıp bilgeliğinden mahrum etmemeli bizleri. Real Madrid içinbir parça geç oldu diye düşünüyorum...

- Peki Avrupa'da bazı zincirler kırılabilirmi bu seneden itibaren? İngiltere'de Manchester hegomanyası, İspanya'da Barcelona hegomanyası... Rakiplerinin bu direnci kırabileceklerini düşünüyormusunuz?

Kısa vadede kırılabilir. Her takım gibibu iki takımın başarıları da taklit edilebilir ama uzun vadede onları altedebilmek için sağlam ve kalıcı temelller atmak gerekiyor. Bu da aslında öylekolay bir iş değil. Arsenal en güçlüadaydır bence...

- Güzel geçen röportajımızı sonlandırmadan önce futbol ile ilgili son bir şey soralım. Milli takımı nasıl buluyorsunuz?Son yıllardaki performansı nasıl sizce? Özellikle EURO 2012 elemelerindeki hocave oyuncu performansları ne durumda, tercihler doğru mu? Sizce turnuvayagidebilir miyiz?

Euro 2012 elemeleri takımın limitlerininçok altında kaldığını gösterdi bize. Bir F1 otomobili gibi; lastikler, şasi,motor ve pilot dörtlüsünün uyumu çok önemliydi. Sanırım biz pilot ve lastiklerkonusunda hep sıkıntı yaşadık. Yani pilot, lastik seçimlerinde zaman zamandramatik yanlışlıklar yaptı.

- Vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz. Gitmeden önce, sizin yaptığınız mesleği yapmak isteyen gençlere neler önerirsiniz? Tavsiyeleriniz nelerdir?

Ben teşekkür ederim. Röportajı uzun süre boyunca beklettiğim için kusura bakmayın. :) Çok okumak, mütevazı olmak önemli iki anahtar. Yine de yukarıdaki örneği vermeliyim: Motor, lastik, şasi ve pilot dengesini korumak. Aşırı gitmemek ve haddini zorlamamak tavsiyemdir...

- Çok teşekkür ederiz. Mutlu ve spor dolu günler dileğiyle...

Ben teşekkür ediyor, hayatta herşeyin gönlünüzce olmasını diliyorum...

10 Ağustos 2010 Salı

Blog Söyleşileri #15 | Ege Görgün


Ege Görgün sıradaki konuğum. Onu Goal dergisi editörü diye tanımlayabiliriz ancak bu yetmiyor.  Sevgili Ege Görgün Sinema ve müzik yazarlığı yapıyor, çizgi romanlarla ve kitap editörlüğü ile ilgileniyor... "Zengin olabilirsiniz, genel müdür olabilirsiniz, köşe yazarı olabilirsiniz, hatta başbakan bile olabilirsiniz... Ama adam olmak o kadar kolay değildir... Benim nezdimde adam olmadıktan sonra, yukarıdakilerin hepsini birden olmuşsunuz, vız gelir tırıs gider..." diyor kendisi. Doğru da diyor. Ege Görgün de adamlardan, ama adam olmak zor gerçekten...  Söyleşinin içinde daha ayrıntılı olarak okuyacaksınız zaten. Az sorduk ama öz sorduk kendisine. Buyrun;

1) Şimdilerde Goal dergisinde editörlük yapan Ege Görgün buraya nerelerden geldi? İlerisi için hedefleri nelerdir?

 İzmit, Şirintepe'den geldim diyebilirim. 1995 sonlarında girdim ilk medya plazamın kapısından. Ne Babıali kalmıştı, ne de yazısını daktiloyla yazan yazarlar. Gazete ve dergi sayfaları bilgisayarlarda tasarlanıyordu artık. Medyanın modern zamanlarıydı anlayacağın. Tekniklerle birlikte anlayşların, prensplerin de değiştiğini zamanla anlayacaktım. Kimsenin adamı değildim, torpilim yoktu ama işimde hep yükseldim. Beş sene içinde hem yazar hem de yayın yönetmeni olacaktım. Hedeflerimin çoğunu gerçekleştirdim. Artık tek hedefim her ne olursa olsun işimi iyi yapmak ama bunu yanlışa yanlış doğruya doğru diyebilecek kadar özgür bir şekilde yapmak. En önemlisi de davranışlarım ve duruşumla arkamda hakkımda kötü sözler sarf edecek insanlar bırakmamak, belki bir iki cahil ruha yazılarımlı ışk tutabilmek.

2) Futbol dışında çizgi romanlarla ve kitap editörlüğü ile ilgileniyorsunuz. Hangisi sizin için daha önemli? Hepsini dengeleyebiliyor musunuz?

Sinema yazarlığını unutmuşsun. Ve müzik yazarlığını... Açıkçası futbol sonradan dahil oldu iş hayatıma. Bu saydığım işlere hala devam ediyorum. Tersninja.com oldukça takpçisi olan bir blog. Konular arasında çok ayrım yapmıyorum. Sinema, kitaplar, müzik, çizgi romanlar ya da futbol. Benim için aslolan yayıncılık, dergicilik. Yani hangi konuda yayıncılık yaparsam ona daha çok eğiliyorum mecburen. Dengelemek zor, oranlarla oynuyorum yalnızca. Mesela bu aralar Goal dergisi var, Goal.com var onun için futbola çok zaman ayırıyorum. Ama Tersnija.com ve Esquire dergisi de kültür sanatla bağımın bir şekilde canlı olmasını gerektiriyor. Ayın belli günleri belli konulara ağırlık veriyorum mecburen.

3) Goal iyi yolda mı? Derginin geleceği nedir? Beklentiler karşılanıyor mu?

Türkiye'de hehangi bir derginin iyi yolda olduğunu söylemek pek mümkün değil. Dergi okuma kültürü yok ülkemizde. Bu da her derginin her an kapanabileceği anlamına geliyor ne yazık ki.

4) Gelelim Futbola. Bu sezon genel olarak TSL'den beklentileriniz ne yönde? Bursaspor'un başlattığı devrim sizce devam edecek mi yoksa yine alıştığımız şampiyonlardan birini mi göreceğiz?

 Artık her şey olabilir. Bursaspor ikinci kez şampiyon olabilir mesela. Yanlış, fuzuli ya da israfa kaçan transferler yapmaya dalıp futbolu unutan büyük kulüplerin hak ettiği bir cezadır bu. 

5) Sizce TSL'de yapılan en önemli transfer hangisi? Sezon başında yapılan bu önemli transferler sezon içinde beklentileri karşılayabilecek mi?

Tartışmasiz Şota Arvaladze. Büyük paralar harcanan transferleri söylememi bekleme. Konyaspor'un Bursaspor'dan aldığı Veli Acar. Fener'in Caner'i transferi isabetli transferler. Keza Galatasaray'ın aldığı Çağlar da öyle. Ama bu sene en çok Nihat, Necip ve Arda'yı konuşacağız gibi geliyor bana. Büyük paralara gelen yabancı futbolcuların yine hayalkırıklığı olacağına inanıyorum. Ama bu o futbolculardan çok, onları taraftarın önüne mucize yaratacak adamlar olarak atan yöneticilerin suçu.

6) Sizce TSL'de takımının başından ayrılan ilk teknik adam kim olacak?

Aykut Kocaman'dan şüpheleniyorum.

7) "40 yıldır Türk futbolunu bilfiil takip ediyorum. Türk takımlarının hiçbir zaman hazır olduğunu görmedim. Ne sezon öncesinde, ne sezon ortasında, ne de sezon sonunda. Sanki rakipleri 6 aydır maç yapıyorlar" sözü Ahmet Çakır'a ait. Sizce bunun nedeni nedir? Buna katılıyor musunuz?

Katılırım. Böyle olmasının sebebi de saha içinde ve dışında, altyapıda ve üstyapılarda profesyonelliğin gereklerini yerine getirebilcek bir metalitemiz ve milli karakterimiz olmaması.

8) Kazım Kazım adam olur mu?

Olur ama heralde ben görmem. Şaka bir yana, belki gerçekten yıllar sonra. Ben sana sorayım, Yattara adam oldu mu mesela?

8) Dünya Kupası sizin beklentilerinizi karşıladı mı? Ben herşeye rağmen kupanın başında hayalimin finali dediğim Hollanda - İspanya karşılaşmasına şahit olduğum için kupayı mutlu tamamladım. Size de yıllar sonra 2010 sorulduğunda aklınıza ne gelecek?

Bir iki maç dışında karşılamadı. Ama milletlerarası futboldan artık daha fazlasını beklememek lazım. Bence Dünya Kupası'ndaki gurup maçları de tek maç eleme usülü yapılmalı. Takım sayısını çoğaltsınlar. Kuzey Kore'nin Brezlya'ya direnişi. David Villa'nın golleri. Almanya. Önliberolar.

9) Oynanan Dünya Kupası'ndan sonra sizden bir 'Ege Görgün FC' istesek ?

Almanya. Çünkü melezler güzeldir.

10) Kimleri destekliyorsunuz? Siz de benim gibi futbola romantik yaklaşanlardan mısnız ?

İbrahin Altınsay gibi futbol düşünürlerini, Radikal spor sayfasını, yorumcu Rıdvan Dilmen'i, Danimarka Dinamitleri'ni, üç kuruşa büyük takımların formasını terleten büyük yetenekleri, ve tabi evelallah Kocaelispporlu olsam da tüm Anadolu takımlarını.

 11) "Bazi insanlar futbolun bir olum kalim meselesi olduguna inanirlar. Sizi temin ederim ki ondan cok cok daha onemlidir" Sözü size ne ifade ediyor? Sizce bu doğru bir yaklaşım mı?

Değil elbette. Kendini kaybetmeden de futboldan keyif alınabilir. Bunu yapamayanlar futboldan değil, ait olma dürtüsüyle hareket eden, kendini başka şekillerde ifade edemeyen tipler. Şiddet hepimizin içinde var ama yeteringe eğitimli, kültürlü ve uygar olup, birey olmayı becerebildiniz mi bu şiddeti bastırabilir ya da daha sağlıklı bir yolla boşaltabilirsiniz..

12) Sizde mutlaka mahalle arasında ya da toprak bir sahada futbol oynamışsınızdır. Çocukluk yaşlarında herkes kendi yaşadığı nesile göre ya Maradona olurdu, ya Rıdvan olurdu, ya da Zidane olurdu. Sizin de top ayağınızdayken ağzınıza aldığınız bir isim var mıydı?

Elbette. Ya Tanju Çolak olurdum ya Buschman ya da Preben Elkjaer Larsen. 

13) Tribünde ilk izlediğiniz maç hangisiydi? Bizimle paylaşır mısınız?
Kocaelispor'un Diyarbakırspor'u 4-0 yendiği 30 Mayıs 1982 tarihli bir maç.

14) Futbol Blogları hakkındaki düşünceleriniz neler? Bu blogların alternatif spor medyası olduğu görüşüne katılıyor musunuz? Sizce Blogger'lık bir meslek mi?

Para kazanmıyorsanız meslek değil, hobidir daha çok. Bloglar çok önem veriyorum çünkü onların sayesinde spor basınının pecmürdeliği ortaya çıktı. Son yıllarda spor basını kendini geliştirdiyse bu bloglar sayesinde gerçekleşti..  

15) Dünya'nın en güzel kadını?

Tartışmasız Monica Belluci. Ama yaşlandı artık biraz. Yeni bir aday belirlemenin zamanı geldi sanırım. hatta belirledim bile, Asuman Krause.

15) Tek Tek sorularla bitirelim. Real Madrid mi, Barcelona mı?, Pele mi, Maradona mı?, 1974 ve 1978'in Hollanda'sı mı, 1982'nin Brezilya'sı mı?, Dünya Kupası'mı, Şampiyonlar Ligi mi?, PES mi FIFA mı?

Real Madrid değil kesinlikle, o zaman geriye Barcelona kalıyor. Cruyf desem olmaz mı? Ama Maradona Pele'den daha iyi futbolcuydu. Kesinlikle Hollanda. Futbol daha kötü evet ama yine de Dünya Kupası. O işlere hiç girmedim özellikle ama PES ağzımı sulandırmıyor desm yalan olur. .

 16) Çok Teşekkürler söyleşi için. Son olarak Blog için tavsiyeniz ya da düşünceleriniz varsa dinlemeye hazırım.

İşinizi ciddiye alın ki sizi de ciddiye alsınlar. Ve Türkçe'ye daima özen gösterin. Benim yanıtlarımı elden geçirerek başlayabilirsiniz işe...

19 Mart 2010 Cuma

Blog Söyleşileri #14, Bağış Erten | 2. Bölüm


- Yaptığınız işler dışında sosyal hayatınız nasıl geçiyor ?

" Eşim amatör tiyatrocu, bu yüzden tiyatroya çok sık gidiyorum. (Bağış abinin telefonu çalıyor ve tiyatro daveti alıyor bu sırada ). Sinemayı da çok seviyorum. İstanbul'da yapılan festivallere katılmaya çalışıyorum. Yakın zaman Türk sinemasını çok yakından takip ediyorum. Çok iyi filmler çıkıyor... Yine 'Looking for Eric' gibi filmler yakalarsam mutlaka izliyorum. Onun dışında seyahat çok ediyorum işim gereği. Ve tabi bu gezilerin iyi yanlarını da çıkarıyorum. Madrid'de biraz uzun kaldım mesela. "

- Sürekli seyahat etmek güzel olmalı. Peki gittiğiniz yerlerden atkı veya buna benzer şeyler alıp koleksiyon yapıyor musunuz?

" İyi bir koleksiyoncu değilim, iyi bir arşivci de değilim... Elimde arşive veya koleksiyona konacak ne varsa bu işi iyi yapan arkadaşlarıma veriyorum. Etrafımda çok fazla forma biriktiren var. Banu Yelkovan'ın eşi mesela... Bende dışarıdan forma alırsam yardımcı oluyorum. Ben absürt takımları daha çok sevdiğim için onların formaları var bende. Getafe forması bulamadım Madrid'de... Osasuna formam var mesela... Bu tip şeyler bir de segilenmedikçe elde kalıyor gibime geliyor. Evde falan da o tip şeyleri sergileyeceğim bir odam yok. "

- Oyunlarla aranız nasıl? Fm oynuyorum dediniz zaten. PES ya da FIFA?

" Evet FM oynuyoru ama PES ya da FIFA oynamıyorum. Bilgisayar oyunları ile aram pek iyi değil. Ben ilk oynadığım zamanlar CM'ydi isim olarak... Çok eskiden beri oynuyorum. Hukuk Fakültesi'ndeyken bir arkadaşla 15 gün aralıksız CM oynamıştık İtalya Ligi'nde. O yüzden benim için ayrı bir yeri var. Düzenli olarak hala oynuyorum. Bu yıl Napoli ile şampiyonluğa oynuyoruz :) 2011-2012 sezonundayım. "

- İtalya Ligi'ni sevmiyorum dediniz ama FM'de sizi İtalya Ligi'ne çeken ne oldu?

" Napoli... Biraz da FM'yi bu yüzden oynuyorum zaten. Uzun zamandır şampiyon olamayan takımları alıyorum. Bir ara Vefa'yı alıp bir yerlere getirmek istedim ama Vefa yok maalesef... Büyük takımları almayı sevmiyorum. Onlar hazır zaten... "

- Biraz Bloglardan da bahsedelim. Takip ediyorsunuz zaten...

" Zaten Blogcularla program yapıyoruz... Blogları ayrı ayrı söylemeyeceğim, hepsini okuyorum. Bloglar çok özgür yerler. Biz gazete de çok sıkıntılı bir alanda hareket ediyoruz. Ve bazı konlarda mecburuz... Bloglar çok daha verimli bir dünya. Blogların en büyük özelliği rahat konuşmaları. Ama bunu bazen kaybediyorlar. Zaman zaman Bloglara köşe yazarı stajeri lafı söyleniyor. Ben bun sevmiyorum... Bunun dışında değişik noktalar yakalayan, zeka işi şeyleri çok seviyorum.  İyi ve özgün haberler veren blogları çok seviyorum. Zaten Blogları iyi takip etmeyen bir spor yazarının iyi bir iş yaptığını düşünmüyorum. Blogları takip etmek zorundasınız artık. Bir de blogların biraz referans sorunları var... Yazıyı yazarken nerelerden yararlandıklarını söylediklerinden o yazı değersiz olmayacak... La Gazetta Dello Sport'ta çıkan bir haberi duymuş gibi anlatmak hiç doğru değil. Bunlar gazeteciliğin ilkeleri ben belki de bu yüzden takıldım buna...  Blog yazarken böyle birşey yapılması zorunlu değil tabii. İnsan gene de onları bekliyor. Bunu dışında blogların çok iyi bir sinerji yarattıklarını düşünüyorum. "

- Siz düşündünüz mü peki Blog açmayı?

" Zaten yazarak hayatımı devam ettirdiğim için düşünmedim. Çok fazla yazdığım için günlük bir blogu başarabileceğimi sanmıyorum. "

- Blog yazarları medya sektöründe yer almaya başlıyorlar... 

" Tabi Bloglar ilerisi için önemli imkanlar sağlıyor. Ama 'gazetecilik' hedefi ile yazılmaya başlandığı zaman pek güzel olmuyor. Gazetecilik başka köşe yazarlığı başka... Fikir sahibi her insan köşe yazarı olabilir.  Yalnız çok iyi blog yazdığı için birine köşe verirler mi bundan emin değilim... Bende köşe yazarı olmama rağmen gazetecilik öğrenmeye çabaladım. Bloglar insanlara bu tip kapıları açabilir, ama bu tip kapıları açsın diye blog yazıyorsanız işler pek iyi gitmeyebilir." 

Sevgili Bağış abiye bizi kırmadığı için tekrar teşekkür edelim... 

+

1. Bölüm

İlk bölümde beraber çektirdiğimiz bir fotoğrafı kullanmıştım, 2. Bölüm içinse Bağış abinin Twitter sayfasındaki kasket in ilginç olacağını düşündüm.


15 Mart 2010 Pazartesi

Blog Söyleşileri #14 - Bağış Erten | 1. Bölüm


Blog Söyleşilerinde sırada sevgili Bağış Erten vardı... Bu söyleşi aynı zamanda yüzyüze yapılan ilk söyleşi oldu, bu yüzden ayrı bir öneme sahip. Esasında Bağış abiye soruları mail yolu ile gönderdikten sonra 'bu kadar sorunun altından kalkamam, en iyisi çık gel' demesi bu durumda etkili oldu. Sevgili dostum Egemen ile Bağış abiyle Beşiktaş'ta güzel bir cafe'de buluştuk, çaylarımızı içtik ve keyifli bir sohbet gerçekleştirdik... Bu arada ses kaydında Egemen'in telefonunun katkısı büyük. Benim telefonumun şarjı bitmişti ve tüm bunları aklımızda tutmayı göze almıştım... :) Ona da ses kaydını bana ulaştırdığı için ve Bağış Erten'e vakit ayrıdığı için tekrar teşekkür ederek sizleri ilk bölüme alalım...

- Hukuk fakültesi mezunusunuz ama mesleğinizde ilerlemek yerine spor yazarlığını tercih edip bu yönde adımlar attınız. Bu nasıl oldu?

" Mesleğe nasıl başladınız? Sorusunun devamı aslında bu süreç... Normalde Hukuk fakültesinden mezun olduktan sonra akademik kariyer düşünüyordum. Boğaziçi'nde master da yaptım... Aslında hayatıma Gazetecilik hikayesi ile başlamadım yani... 22 Yaşında Gazeteciler cemiyetinin bir yarışmasını kazanmıştım. Daha sonra iletişim yayınlarında çalışırken Radikal gazetesinden 'yazar mısın?' diye teklif geldi. Bende 'arada bir yazarım' diye düşünürken bir anda bütün işleri bıraktım ve o tarafa doğru yöneldim...."

- Futbolu yazıyorsunuz konuşuyorsunuz... Peki oynuyor musunuz amatör olarak ?

"Bende gençliğimde herkesin oynadığı gibi oynadım tabii...

-Futbolcu olmayı istemişsiniz galiba?

" Aynen öyle, ama işte sorarlar ya hani Üniversite mi futbol mu diye demek ki fazlasıyla yetenekli olmadığımız için şimdiki olduğum yolda ilerlemişim... Ama hala oynuyorum. 4 farklı yerim kırıldı futbol oynarken :) Ama yine de oynamaya devam....

- Osasuna takımına karşı sempatiniz var mı? Böyle bir muhabbet çıkmıştı zamanında...

" Eurospor'ta Yiğit Tok diye bir spikerimiz var, kendisini çok severim... Bu Osasuna takımına karşı sempati duyma olayı benim onunla yaptığım bir geyikten ibaret. 'Ender gelişen Osasuna atakları' diye bir kalıp vardır, bu durumdan dolayı bir ara Osasuna'yı seviyor ve takip ediyorduk. Malum, ender gelişen bir şey güzeldir her zaman..."

- Ntvspor, Radikal ve Eursport... Bu üçünü yürütmek zor olmuyor mu?

" Bunların yanında Kadir Has'ta Spor İletişimi sertifika programı da var... Normal şartlarda bir insanın iki işi birden götürmesi bile zorken bu hepsi doğal olarak zor oluyor tabii. Ama bu hepsinin şöyle bir yanı var; hepsi birbirini besliyor. Birbirinden bağımsız işler değiller. Severekte yapıyoruz, zor olmasına rağmen sıkıntı yok yani..."

- Gelecek için yeni bir kanal ve yeni bir gazete de çalışmak gibi hedefleriniz var mı?

"Hem Ntvspor'da çıkmaktan, hem de Eurosport'ta yayın yönetmeni olmaktan çok mutluyum... Biri önüme sözleşme uzatsa '20 yıl böyle kalacaksın' diye hiç düşünmeden hemen imzalarım. Üstte miyim, altta mıyım bilemiyorum fakat yaptığım işlerden memnunum... Bunun yanında Radikal'de benim için çok önemli. Çünkü yazara en çok önem veren ve yazması için kısıtlama koymayan bir gazete. Aynı zamanda Radikal'de yazarken geniş olabiliyorsunuz. Sadece sporla ve futbolla sınırlı kalmadan kültür sanata dair bir Dünyaya da girebiliyorsunuz. Aynı zamanda Radikal'deki yazılarınızda bir sinemaya, siyasete ya da bir kitaba gönderme yaptığınızda bunu anlayabilen okurların sizi takip ettiğini biliyorsunuz... Benim arkaplanım sadece spor olmadığı için yazılarımda farklı birşeyden bahsedersem anlaşılma kaygısı da taşımak istemiyorum. Radikal bu yönden çok farklı..."

-Örnek aldığınız veya severek okuduğunuz isimler mutlaka vardır...

"Evet. hem örnek aldığım, hem severek okuduklarım var... Tabii bunların ortaya çıkmasında değişik şeyler var. Çalışma ahlakı, iyi yazı, özgün fikir... Tanıl Bora ki bana bu süreçte en büyük desteklerden birini yapıp el vermiş insanlardan biridir. Yine Yiğiter Uluğ'u her zaman ayrı bir yere koyarım. Uğur Vardan'ı çok severim. Başka dünyalarla futbolu birleştirebildiği için. Atilla Gökçe'yi kendi jenerasyonunun en iyilerinden olduğu için çok severim. O yaşa geldiğimizde biz öyle olacak mıyız bilemiyorum... İbrahim Altınsay'ıda unutmamak gerek. Onun bakış açısı, Dünyaya'ya entegrasyonu çok farklı... Mehmet Demirkol iyi yazardır. Tabii her zaman insanlar örnek alınmaz bazen de gazeteler veya dergiler örnek alınır...

- Avrupa Liglerini mutlaka takip ediyorsunuzdur. Şampiyonluk adaylarınız kimler?

" Özellikle Avrupa Liglerinden birkaçını çok iyi takip ediyorum. Mesela İspanya'da Barcelona'nın sanıyorum hiçbir maçını kaçırmadım. Hatta bazen bazı maçları kayıda aldığım da oluyor. İngiltere'yi çok iyi takip ederim aynı zamanda. Orada her zaman Arsenal'i tutarım. Arsenal'in yaptığı işte çok iddialı olması gerekmiyor. Bu haliyle seviyoruz... Ancak onlar için şu an kadroya baktığımızda Fabregas'ı gönderirlerse çok büyük bir kayıp olacak... Doğrusunu söylemek gerekirse onu daha fazla tutamayacaklarmış gibi duruyor... Ayrıca Man Utd'taki tribün hikayeleri en az futbolun kendisi kadar zevkli şu anda. İtalya'yı çok iyi takip etmiyorum. Herkeste İtalya ile ilgili ufak bir can sıkıntısı var. Yani oraya Ronaldinho'da gitse, Pato'da gitse, Mourinho'da gitse İtalya futbolu sanki bir türlü olmuyor. Genetiklerindeki futbol anlayışı farklı. Ben bununla ilgili şunu çok beğenmiştim. Andriy Shevchenko Chelsea'ye geldiğinde 'İtalya'da satranç, burada futbol oynanıyor' demişti.... Bu açıklıyor esasında... İnter şampiyonluk adayım fakat onun başarısını da son yıllarda İtalya'da yaşanan olaylara bağlıyorum. Bu yüzden İtalya ligine hep yan gözle bakıyorum. Fransa'da Bordeaux'u özellikle çok iyi takip ediyorum ve şampiyon olmalarını istiyorum. Çünkü hakikaten Blanc'ın Dünya Futbolunda çok iyi işler yapacak bir isim olacağına inanıyorum. Almanya'nında sürprizlerini her zaman sevmişimdir. B. Dortmund'un atmosferini ve takım yapısını farklı buluyorum. Ayrıca Nuri Şahin'ide beğenerek izliyorum. Şampiyonluk adayım ne yazık ki Bayern... Normalde o takımı sevmem ama bu yıl çok iyi top oynuyorlar. Van Gaal ile çok farklı oldular. İspanya'da da Barca varken başka birşey söylemek zor... Real Madrid'in istediğinde ligde neler yapabildiğini görebiliyoruz. Ancak Barcelona'nın altyapı sistemi harika... Bir maçta Barca'nın ilk onbirinde 8 altyapı oyuncusu vardı fakat hangi maç olduğunu hatırlayamıyorum şu an. Kalede Valdes, sonra Puyol, Pique, Busquets, Xavi, İniesta, Messi sonradan oyuna Krkic girdi... Bu müthiş bir durum gerçekten. Ben bunu çok önemsiyorum. Barcelona'yı takdir etmek demek aynı zamanda altyapı olayını da takdir etmek demek...

- Real Madrid... Sizce kendi sahasında alabilecek mi Şampiyonlar Ligi'ni?

" Real Madrid'in Şampiyonlar Ligi'ni alma ihtimali La Liga'yı alma ihtimalinden daha fazla... (Burada 'keşke' diyorum şimdi. :) Biz Bağış abiyle bu muhabbeti yaparken Madrid Lyon'a en az 3 gol atacaktı çünkü...) Son yıllarda Real çok kötü bu ligde... Fenerbahçe'nin yakaladığı çeyrek finali kaç yıldır göremiyorlar... Şampiyonlar Ligi çok ince detaylarla oynanıyor. Ufak detaylar herşeyi değiştirebiliyor. Mesela Ovrebo geçtiğimiz yıl Chelsea'nin penaltısını verse Barca için herşey değişirdi... (Burada hepimiz aynı anda 'Ovrebo tam bir felaket' diyoruz...) Real Madrid parayı verdi, düdük umarım ötmez... (Ah Bağış abi ah... :) )...

-Dünya Kupası yaklaşıyor... Biz yokuz, kimi destekleyeceksiniz?

" Vallahi geçen Dünya Kupası'nda da aynı şey olmuştu. 32 takımın 30'unu falan desteklemiştim... Bu çeşitli sevme biçimlerinden kaynaklı... Maradona'nın Arjantin'i varsa onu desteklemeyen olmaz herhalde... Aynı zamanda bu kadar iyi oynayan bir İspanya bu kupayı kazanmasın mı? kazansın tabii... İngiltere neden olmasın... Tabii bir Afrika'lı Afrika'da gerçekleşen bir kupada mucize gerçekleştirmesin mi? Mutlaka gerçekleştirsin. Umarım gerçekleştirir. Böyle konuştukça işte takım sayısı artıyor. Ama şöyle söyleyelim; İspanya, Arjantin ve Fildişi'ni ayrı bir gözle ve gönül bağlılığı ile izleyeceğim. "

- Honduras'ı falanda tutarız herhalde ? :)

" Tabii, onu zaten kafadan tutarız :) Kuzey Koreyi'de tutacağız... Cezayir'ide unutmamak gerek. Hepimiz Cezayir'in Fransa ile aynı grupta olmasını temenni ettik ama maalesef.. :) "

- Peki, Bursaspor başarabilecek mi?

" Bursaspor umarım başarır ancak bu cümleme Bursaspor'lular belki kızacaklar ama 3 büyüklere benzeyip başaracaklarsa mümkünse başarmasınlar... Mesela Bursa'da Bursaspor'lular başka takım taraftarlarına hayat alanı tanımayacaklarsa bu olmasın. Bursa umarım kendisine benzeyerek bu işi başarır... Geçen yıl şampiyonluğun kıyısına kadar gelen Sivasspor'dan artık bıkmıştık... Zaten Türkiye'de var olan agresif yapının Sivas'ta oluşması hiç iyi değildi. Yani Fatih Terim varken onun benzerlerinin bir anlamı yok... Şampiyonluk yaklaştıkça Ertuğrul Sağlam'da tıpkı Bülent Uygun gibi agresif bir tavır takınmaz umarım ki böyle bir durum olacağını sanmıyorum. Ertuğrul Sağlam karakter olarak diğerlerinden ayrışıyor çünkü... Bursa şampiyonluğa çok müsait bir yer... Bursa şehri şampiyonluğu kaldırabilecek bir kapasitede. "

- Tribünden ilk izlediğiniz maç... ?

"Sanıyorum küçükken babamla gittiğim Adanaspor - Altay maçı... Antep'te yaşarken Antepspor'un çok maçına gitmiştim. Antep adına unutamadığım maç 3-1 kazanılan Fenerbahçe maçı. İstanbul'a taşınmasaydık eğer muhtemelen Gaziantepspor'lu olarak kalırdım... O Antep çok iyi bir takımdı... Yaşar'lı, Paşa Hüseyin'li... İstanbul'da ise Fenerbahçe'nin Rize'yi 6-0 yendiği maça gitmiştim ilk... Galatasaray'ın yine pek çok maçı... "

- Favori takımnızı yapmanızı istesek sizden ?

" ... Barcelona'ya kimleri ekleyelim ? :) ... En iyi kaleci kesinlikle Casillas... Sağ bekte Alves ve Maicon'da çok iyi ama ben Ramos'un bambaşka bir noktaya geldiğini düşünüyorum. Evra'yı pek sevmiyorum ama en iyi sol bek diyebileceğimiz için onu koyalım... (Evra'yı bize Ertem Şener sevdirdi.... :) ). Pique ve Rio ortada olur... Orta alanda Xavi ve İniesta'yı zaten koyduk, kanatlar Messi ve C. Ronaldo, ileride kesinlikle Zlatan, (ben burada araya girerek 'acaba Zlatan'ı Rooney iyi besler mi diyorum fakat Bağış abinin tercihi Torres'ten yana oluyor...) yanında da Torres... Çok fazla forvet var, seçmek zor... Cristiano Ronaldo'suz zaten olmaz. Messi olmadan hiç olmaz. "

- Şapkalarınızı da sormadan geçmeyelim ? :)

" Şapkaları üniversite yıllarından beri takıyorum... Değişik yerlerden alıyorum. Eminönün'deki şapkacı ustalar uğrak yerim... Yurtdışından, ordan burdan ala ala 50'yi geçti sanıyorum... "

2. Bölüm yakında... Ses kaydından derlemek çok zahmetli bir iş olduğu için söyleşiyi iki bölüm olarak ayırmayı uygun gördüm...


23 Şubat 2010 Salı

Blog Söyleşileri #13, Banu Yelkovan


Söyleşilerde blog dünyasından dışarıya çıktık bu ayakta... Sıradaki konuğumuz sevgili Banu Yelkovan. Kendisine zaman ayırdığı için buradan tekrar teşekkür ediyorum. Keyifli okumalar...

1- Bunu sormadan olmuyor... Banu Yelkovan kimdir bize anlatır mısınız?

Sainte Pulcherie sonrası Saint Michel mezunu, Istanbul Universitesi Uluslararası Iliskiler Bölümü’nü bitirmiş ama neden bitirdiğini hala anlayamamış, araya Paris’te fotoğrafçılık kursu sıkıştırmış, basın sektöründe pekçok yerde çalışmış, futbola, okumaya, gezmeye ve politika hariç herşeye meraklı, doğuştan iyimser bir insan.
 
2-Sanıyorum üniversite yıllarından beri sporun içindesiniz. Peki spor yazarlığına nasıl başladınız? Bazı engeller ile karşıalştınız mı?

Spor yazmaya başladığımda çok uzun yıllardır basının içindeydim. Muhabirlikten editörlüğe, yazıişleri müdürlüğünden moda çekimlerine “ne iş olsa yaptım abi” durumunu hayata geçirdim. Spor yazarlığına bir gün Cihangir’deki Smyrna kafede otururken Yiğiter Uluğ’un “Radikal Futbol’a yazsana...” teklifiyle başladım. Herhangi bir engelle karşılaşmadım. Gerçi yazdığım yazıların içeriği itibariyle basının ‘içinde’ olmam gerekmiyor. Maç yazısı yazmıyorum netice itibariyle. Tabii bunda yazdığım gazetenin Radikal’in olmasının da etkisi vardır mutlaka. Basının içinde kadın futbol yazarlarını sevmeyen, istemeyen, çekemeyen, beğenmeyen mutlaka vardır ama yüzüme karşı bir şey söyleyen olmadı.

3-Türkiye'de son yıllarda bir artış olsa da bayanların futbola ilgisi halen çok değil. Sizin ilginiz nasıl başladı?

Kendimi bildim bileli sporla ilgiliyim. Keşke burası başka bir ülke olsaydı da sporla ilgilenmek yerine, spor yaparak büyüyebilseydik! Ama spor yapabilmenin “lüks” kategorisinde olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Yüzmek için 5 yıldızlı otellere, yürüyüş bantlarında yürüyebilmek için pahalı spor salonlarına muhtacız. Spor hayatımızın bir parçası değil, “spora başlamak” diye bir deyim var dilimizde, üstelik bir türlü de başlayamıyoruz! Neyse, kadınlar neden futbolla çok ilgilenmiyor? Bence maça gitmemiş oldukları için ilgilenmiyorlar. Ben bir kez maça giden herkesin futbolu seveceğine inanırım. Tabii sevmemelerinde evdeki erkeklerin tutumu da etkilidir. Bir de şu var, erkeklerin futbolu “sevme” biçimi kadınlara çok uygun değil. Kadınların 90 dakika kımıldamadan, gözlerini ayırmadan ekrana bakabilmeleri için evdeki futbolu seven erkeklerin, rakip takımın ataklarında “ofsayt” diye bağırmak ya da ekrana küfretmek dışında birşeyler söylemeleri, maça kadınların ilgisini çekecek açılar getirmeleri şart.

4-Yazılarınızda futbolun arka planda olan yüzünü daha çok ele aldığınızı görüyoruz. Bunun nedeni nedir?

Çünkü futbolcunun formasının içindeki “adamın” karakterinin sahadaki oyun stilini bile belirlediğini düşünüyorum. Bu yüzden o adamı merak ediyorum. Bana göre ülkelerin kültürel kodları, futbolu sevme, hatta oynama şeklimizi belirliyor. Yazılarımda da bu konulara kafa yormaya çalışıyorum. Benim için çok çalışkan ve kendini geliştirmiş bir oyuncu, çok yetenekli ama üzerine hiçbir şey koymamış bir oyuncu kadar, hatta ondan daha değerlidir. “Yetenek kültü” olan bir ülkede yaşıyoruz. Bunu sık sık söylüyorum ama ben yeteneksizlerin bile spor yaptığı, yapabildiği bir ülkenin hayalini kuruyorum. Aynı sebepten, bu ülkeden defans oyuncusu çıkmaması da içime derttir mesela. Çünkü defans oyuncusu olmak için yetenek yetmez, azim, çalışkanlık, öğrenmek, öğrenmeye açık olmak da gereklidir.

5-Futbol hayatın ta kendisidir... Yoksa değil midir?

Futbol hayatın önemli bir parçasıdır ama kendisi değildir. Hayatı sadece futbol olan ve onlarla başka bir şey konuşamadığınız insanlar sıkıcıdır. Bu ülkede futbolu kendi kişisel kariyerleri üzerinden anlatan, anlamlandıran, üstelik bunu –dir, -dır gibi kesinlik içeren ifadelerle yapan yorumcular var. Futbol onlarla başlamış, onlar bıraktığı gün de bitmiş gibi anlatıyorlar. Futbol hayatın kendisiyse eğer, herhalde onların hayatıdır. Benim hayatımın tamamı futboldan ibaret değil. Çok şükür!

6-Futbol yazarları illa ki futboldan mı gelmeli ?

Futbol oynamamış bir kadın olarak bu soruya “evet” dersem tarihe geçerim herhalde! Genelleme yapmış olmayayım ama bu ülkenin okumaktan en hoşlanan meslek grubu futbolcular değil. Okumayı sevmeyen nasıl yazacak ki? Burada bahsettiğim konuşur gibi yazmak ya da o gün oynanan maçı taktik olarak yorumlamak değil. Futbol “yazarlığı” başka bir şey. Yazıları yıllar sonra okunduğunda da aynı tadı verecek futboldan gelen bir yazar tanıyor musunuz? Yazmaya madem bu kadar meraklılar, o zaman oturup kendi otobiyografilerini yazsınlar mesela? O alanda o kadar büyük bir eksiklik var ki? Bu ülkenin futbolseverleri olarak futbolcuların dost meclislerinde anlattıkları hikayelerin yüzde 10’unu bilmiyoruz. Zaten bu yüzden “Bir konuşursam karşıki dağlar yıkılır” diyorlar her yeri geldiğinde. Ben onların maç yorumlarından ziyade, futbol oynarken yaşadıklarını merak ediyorum. Birşeylerin değişmesi için, karşıdaki bazı dağların da yıkılması gerekir yani icap ediyorsa. Ama kimse anılarını yazmaya yanaşmıyor. Sadece etliye sütlüye dokunmayanlar anlatılıyor. Onları da anlatsınlar, çünkü gerçekten çok eğlenceli olanlar var ama sonuçta onlardan “fıkra” kitabı beklemiyoruz, otobiyografi istiyoruz.

7-Galatasaraylısınız... Nasıl başladı bu sevgi?

Florya’da büyüdük. Ya Şenlikköyspor’u tutacaktık, ya Galatasaray’ı. Galatasaray tesisleri evimize daha yakındı, onu tuttuk! J

8-Yazı yazarken bazı kesimleri kızdıracağınızı ya da üzeceğinizi düşündüğünüz oluyor mu?

Kırıyor muyum bilmiyorum ama sonuçta kırmak ya da üzmek için yazmıyorum. Bir şey yaparken niyet önemliyse gerçekten, bilinsin ki niyetim kimseyi kırmak ya da üzmek ya da bilinçli olarak polemik yaratmak, ortalığı kızıştırmak falan değil. Zaten yapı olarak çatışmadan değil, uzlaşmadan yanayım. Ama sonuçta ortada beni kızdıran birşeyler var ve bunun üzerine yazıyorum; neye, neden kızdığımı anlatıyorum. Kızan, kırılan biri varsa ortada, bu, onlardan önce benim yani! Bir futbolsever olarak. O yüzden yazmışım zaten o yazıyı. Okuduklarında birileri kırılıyorsa, kızıyorsa beraberlik golüdür o. Yoksa genelde mağlup-mağdur olan takımın oyuncusuyum bu ülkede. 

9-Peki bir yazıyı yazdıktan sonra 'olmadı bu' diyerek silip attınız mı hiç?

Hiç başıma gelmedi. Aslında yazıları önceden yazdığımda, yazı günü geldiğinde beğenmiyorum. Bu yüzden hep son dakikada yazıyorum ve olmadı deme lüksüm pek olmuyor! Siz Uğur Vardan’ın tersi ne terstir bilmezsiniz tabii. J

10-Kısa olarak Avrupa'daki 5 büyük lig, TSL ve Şampiyonlar Ligi Şampiyonluk adaylarınızı alalım...

Chelsea, Inter, Real Madrid, Bayern Munich, Bordeaux. TSL için tahmin yapmam. Şampiyonlar Ligi’ni Inter alsın istiyorum. Ama onların da Chelsea maçları kritik tabii.

11-Ülke kurtarıcı Hiddink geldi hoş geldi... Hiddink'in Türk milli takımına katkısı ne düzeyde olacaktır? Güzel günler yakın mı?

Hiddink kendini milli takımlarda kanıtlamış bir hoca olarak geldi. Ama ilk kötü sonuçta ona Fenerbahçe’den kovulmuş adam muamelesi yapılacak, o ayrı. Ülke olarak, her konuya yaklaşımımız, “Bunun benden ne fazlası var?” tadında. Ne fazlası var, öğrenmeye çalışmak yerine, sürekli eleştiriyoruz. Bugün bir yere ofisboy giren, iki gün sonra müdürünü gözüne kestiriyor, “Onun aldığı maaşı ben alsam..” diye konuşmaya başlıyor. Kendine güvenin bu kadarı bana fazla. Cesaret ve cüret farklı iki şey. Bizim genelimiz cesur değil, cüretkar.

Hiddink, “kurtarıcı” olarak geldiğini düşünmüyordur ki bizi kurtarsın? Bize katkısı ne olabilir? Rusya’nın, Avustralya’nın oynadığı oyunları hatırlayan biri olarak beklentim yüksek. Ama karşınızdakinin size ne vereceği, ne öğreteceği, sizin ne almak ne öğrenmek istediğinizle çok bağlantılıdır. Şu anda neye hazırlanıyoruz? Öğrenmeye, anlamaya çalışmaya mı, eleştirmeye, beğenmemeye mi?

12-Futbol Bloglarından takip ettikleriniz mutlaka vardır... Ne düşünüyorsunuz futbol blogları ile ilgili?

Yenilsen de Yensen de’de yer alan bütün arkadaşların blogları takibim altında! Bunun yanı sıra tabii ki acetobalsamico, blogidmanyurdu’na göz atınca zaten çoğunu okumış gibi oluyorsunuz.. Coşkun Çelik’in kalearkasi.blogspot.com’unu da seviyorum. Bener Onar yeni bir bloga başladı, o da çok güzel. Bu arada yabancı blogları da takip ediyorum. Google Reader’ım sürekli +1000 tadında!

13-Peki futbol bloglarının bu kadar fazla oluşunu neye bağlıyorsunuz?

Bu ülkede herkesin futbol hakkında konuşacak lafı olmasına. Halihazırda konuşanlardan daha iyi konuşacaklarına inanmasına. Bazı durumlarda da gerçekten konuşabilecek olmalarına. Bunun benim için bir sakıncası yok. Ama o kadar çok şey okuyorum ki neyi nerede okuduğumu şaşırıyorum bazen.. Futbol bloglarının yanı sıra dekorasyon, moda, çocuk blogları, edebiyat, yemek, alışveriş bloglarını da takip ediyorum. Ammaaaaa.. Eğer bir blogda imla hatası görürsem, -de’ler, -da’lar birleşik yazılmışsa, içerik kadar, niteliğe önem verilmemişse hemen takibi kesiyorum. Bu editörlükten kalma bir mesleki deformasyon da olabilir tabii ama benim için üslup da, imla da, içerik kadar önemli. Ne yapayım?

14-Futbol Blogları alternatif bir spor medyası olabilirler mi?

Bence oldular bile!

15-Futbol Blogu olan bir blogger zamanla medya sektöründe kendine yer bulabilir mi sizce?

Bulmuyor mu? Benim aklıma birsürü örnek geliyor. 

16-Sizin bir blogunuz var ancak ayrı olarak bir futbol blogu açmayı düşünüyor musunuz?

Hayır düşünmüyorum. Mevcut blogum (chez-be.blogspot.com) ise gerçekten günlük niyetine tuttuğum bir blog. Beğendiğim ve sonradan bulmak isteyebileceğim herşeyi koyuyorum. Bir nevi scrapbook.

17-NTVspor'daki program nasıl gidiyor? Uzun süre devam edecek mi? Bununla ilgili gelecek planlarınız neler?

NTVSpor’daki programı çok seviyoruz. Oradaki çocuklarla arkadaş grubu gibi olduk! Kendi aramızda mail grubumuz var, twitter’dan haberleşiyoruz. Program inşallah uzun süre devam eder çünkü bu programa başlarken hedefimiz “Başka bir taraftar mümkün”ü kanıtlamaktı. Bunu da kanıtladık sanırım. Ama bu defa da programdaki çocuklar yorumcu gibi oldular eleştirisi geldi. Şimdi her programda 3-4 yeni arkadaşa yer veriyoruz. Sanılanın aksine, her yeni gelen bizim bu iddiamızı pekiştiriyor. İçinde yaşadığımız için farketmiyoruz ya da bu değişim arzu ettiğimiz kadar hızlı olmuyor olabilir ama bu ülkede yine de birşeyler değişiyor. “Yeni nesil” gerçekten çok farklı. Gelecek planlarına gelince, fazla plan yapmayı seven bir tip değilim sanırım.

18-Size göre ve izlediğiniz oyuncular içerisinden bir 'Banu Yelkovan FC' yapmanızı istesek?

Sevdiğim oyuncular çok ama bu söyleşiyi bir an evvel yollayabilmek için kadro yapmıyorum. Ben kendi kadrosunu yapan değil, elindeki kadroyla oynayan türden bir teknik direktör olayım bu seferlik!

19-Ne dinler, neler okursunuz? Nerelerde vakit geçirmekten hoşlanırsınız?

Her elime geçeni okurum desem yalan olmaz. Denizde yüzerken ıslanmış gazete bulsam onu bile okurum. Koşuşturmadan, kalabalıktan, gürültüden hoşlanmam. Tünel civarını, Asmalımescit’i severim ama haftasonu değil, Bodrum’u severim ama yazın değil. Haftasonu kahvaltıya gitmeyi çok severim ama sabah erkenden ki “çılgın kalabalık” sokağa çıktığında eve dönebilmiş olabileyim. Bilmem anlatabildim mi? Kitapçıları, müzeleri çoook severim. Arkadaşlarımla vakit geçirmeyi severim. Yurtdışında, özellikle Fransa’da, olmayı çok severim.

20-Hangi futbolcunun ortasına kafa vurmak istersiniz?

Hagi’nin.

21-Bitirelim sizi daha fazla yormadan. Son olarak varsa Barbarossa ile ilgili düşüncelerinizi alalım...

İzleyeceğim bloglara bir yenisi daha eklendi! Allah sonumu hayretsin!

22-Çok teşekkürler, başarılar...

Ben teşekkür ederim!

****



25 Ocak 2010 Pazartesi

Blog Söyleşileri #12, HBBA


Sırada 'Her Boku Bilen Adam' var. Bu kez biraz farklı bir söyleşi olmasını istediğim için onun blugunu tercih ettim. Gerçekten de farklı oldu. Kadınlardan, Ne zaman 'milli' olduğundan, Sakarya'dan, Kocaeli'den, Yemekteyiz'den, Fethullah Gülen'den, House dizisinden, Nihat Doğan'dan ve hatta Fil Bokundan bile konuştuk kendisiyle. Fakat halen kendisinin ne ismini biliyoruz, ne de yaşını... Verdiği söyleşiye rağmen gizemini koruyor yani HBBA. Kendisine vakit ayırdığı için teşekkür edelim ve sorulara geçelim. Bu arada söyleşi serisinin 'cevapları' en uzunu HBBA ile olan söyleşimiz oldu, şimdilik...
1- Önceden uyarıyı verdin. Adımı, yaşımı, boyumu posumu söylemeyeceğim diye. O zaman şöyle soralım. HBBA ne yapar blog dışında? Ne yer, ne içer, ne izler, ne dinler?
Bak direk tuzak soru ile başlamış. İnce eleyip sık dokuyarak cevap vermeye çalışayım. Blog dışında çok ilginç bir hayatım var ama kişisel bilgi vermek istemediğim için bunları yazamıyorum. Yoksa inanın sadece bir günümü yazsam bile şu anki yazılarımdan çok daha fazla okunur eminim bundan. Bazen parçalar da yerleştiriyorum yazılarda ama çok da belli etmemeye çalışıyorum. Sorunun diğer şıklarına gelince de yemek konusundan başlayayım,

Efendim ben çocukken obezdim. Hani "şişman" değil bildiğin obezdim. Michelin maskotuydum yahu. Bunun da sebebi anneannemle beraber yaşamamdan ileri geliyordu. Gecenin bi yarısı sırf canım istedi diye börek açtığını bilirim. Öyle de olunca daha çocukluktan "yemek seçmek" diye bi bela bulaşıyor hayatınıza. Çok çabuk kilo alıp verebilen bir bünyeye sahibim. 2 ayda 20 kilo verdiğim dönemler de oldu 1 haftada 5 kilo aldığım dönemler de. O yüzden bu "yemek seçme" denen saçmalığı formda kalma çabasına dönüştürdüm. Hiç sağlıklı değil ama çok yemek yememeye çalışıyorum. Sigara ve içki de kullanmıyorum.Şaşanlar olabilir buna şimdi. Ama "zararlı" olduğu için değil bu kulanmama durumu. Bi tat alamıyorum ben sigaradan içkiden. ama asıl belam çok fazla abur cubur tüketmem ki bence sigaradan bile daha tehlikeli. Geceyarısı açık tekel bayisi arayıp ağır ağbilerin yanında çikolata,gofret alıp çıkabilen bir insanım.

Ne izler sorusundan kasıt tv ise; nerede bi absürtlük var onu izlerim. Evde isem mutlaka İzdivaç programları, Yemekteyiz, Flash Tv ve benzeri tipte kanallar arasında gezerim. Canlı canlı youtube videosu izlemek gibi bir şey onları izlemek. Eskiden cnbc-e, E2 tayfasındandım ama televizyondaki sansürler, reklamlar, alttan üstten çıkan saçmasapan şeyler yüzünden televizyondan dizi, film hayatta izlemez oldum. "Ayhan Sicimoğlu"nun resmen hastasıyım. Kaçırmam programını. Ayrıca Wipeout izlemediğim bir haftayı yaşıyorum saymam. Orhan Ayhan'a oldum olası hayrandım zaten. Wipeout ile de bu doruğa çıktı. NTV Spor'un Burcu Esmersoy, Sergen Yalçın, Hakan Ünsal üçlüsünün olmadığı her programını izliyorum. Diğer futbol programlarından da en sevdiğim Total Futbol.

Hayatımda izlediğim en iyi dizi Six feet Under’dır. Üzerine tanımam. OZ gelir sonra. Yine eskilerden Seinfeld ve Friends’i severim. Şu an devam edenlerden de en sevdiklerim Dexter, Breaking Bad, House, ve Weeds. Lost’u da unutmayalım tabi ki. Sinema için de izlediğim film sayısını inanın bilmiyorum. Ama tahminim 1000’e yakındır. Yönetmen önemlidir benim için önce. Şimdi tek tek saymayayım. Ama son dönemde en çok Uzakdoğu ve İspanyol sinemasından çok iyi işlerin çıktığını söyleyeyim. Zaten haberin vardır yakında son 20 yılı kapsayan bir yazı dizisine başlayacağım. 

Ne dinlerim ? Bu da klişe olacak ama bence güzel müziğin türü olmaz. Güzel müzik hangi türde olursa olsun güzel müziktir. Dolayısıyla belirli bir müzik türüne saplantım yok. "Bırak tatavayı isim ver isim" dersen illa, o zaman da upuzun bi liste verir, zaten uzun cevapladığım soruların iyice suyunu çıkarırım. Zaten haftada bir "Haftanın Şarkısı" diye bi bölüm var blogda. Orda az çok beğendiğim şarkı tipleri ve isimler belli olur. Barış Manço, Zeki Müren, Orhan Gencebay, Sezen Aksu isimleri kalıptır zaten. Son dönemlerde daha önceleri orda burda laf soktuğum ama tükürdüğümü bana fena yalatan Sagopa Kajmer'e taktım kafayı. Gece gündüz onu dinliyorum. Ecnebilerden de Cranberries'e ve Dolores'e özel bir hayranlığım var. Onun dışında etnik grupları severim. Bu aralar ecnebilerden de Calexico’ya takıldım. Ama yine başa dönersem güzel müzik güzel müziktir.
2- Blogun isim hikayesi nedir? Nereden geldi aklına? 
Blogun isim hikayesi benim kişiliğimle alakalı tahmin edebileceğiniz gibi. Kendimi bildim bileli herkes bana sorar, benden fikir alır, bana danışır. Hani derler ya "bin çeşit arkadaşım var" diye; işte benim ailemden ve çocukluğumdan başlıyor o çeşitlilik. Bu çeşitlilik de bana çok şey kattı. İlkokula başlamadan 1.5 sene önce okumayı söktüm ve bi şeyleri okumak, araştırmak; yeri geldiğinde bunları dile dökmek hep haz verdi bana. Sonra o haz yerini rutine bırakır oldu, canımı sıktı yeri gelince, bildiğim halde susar oldum bazen. Dediğim gibi adınız çıkınca herkes size danışır, size sorar. Bende de öyle oldu. Bu bilgiçlik bazen de sinirini bozar karşıdaki insanın. Yani "ulan bunu da bilme be yuh" laflarını çok duydum. Ama her şeyi bilirken kendi söküğümü dikemez bi hale de geldim. Benim her şeyin doğrusunu bildiğimi düşünenler de "o yapıyorsa vardır bi bildiği" diye düşündüler ve her şeyi bilmenin hiç bi işe yaramadığını gördüm. Blogu açarken de hem her konuda iddialı olduğumu belirtmek, hem de bu "bilmek" denen şeyin pek de işe yaramadığını göstermek için seçtim bu ismi. Beni tanıyanlar da "hakkaten tam seni tanımlıyor" dediler. "Her Şeyi Bilen Adam" demiyorum kendime ben. Her BOKU Bilen Adam diyerek bi nevi kendimle dalga geçiyorum. Ama insanlar sanki bu çok harika bir ünvanmış gibi davranır oldu ona şaşıyorum. Feyklerim falan çıktı. Benzer isimlerle hesaplar açanlar oldu falan... Kendine "Her Boku Bilen" diyen birine gelip "sen her boku bildiğini iddia ediyon ama bi insan her boku bilemez..." diye laf yetiştirir oldular. Zaten bu bilginin aşağılanıp cehaletin yüceltildiği bir toplumda yaşadığımız için şaşmıyorum bunlara. “Ben anlamam la şundan bundan” diye yüksek sesle söyler bizde insanlar ama “ben şunu iyi bilirim” diyince sana kötü bakarlar. Ama çoğunluk da çok sevdi. Bi de kısalttılar HBBA oldum kaldım işte böyle.
3- Ne amaçla açmıştın blogunu? Hedeflerin nelerdi, ulaştın mı? Gelecek için neler planlıyorsun?
Blogu açma kararı aldığım dönemden önce iyi bir blog okuyucusuydum. Ama yorum falan bırakmazdım bloglara. Okuduğum bloglar da genelde spor temalı olanlardı. Daha sonra her konuda, orda burda konuştuklarımı kayda almak, bir nevi yazma alışkanlığı kazanmak istedim. Ayrıca okuduğum gazetelere, bazı kitaplara "ben bundan daha iyi yazarım lan bu mu şimdi yazı diye sundukları" dediğim oldu ve bunu da test etmek istedim.

O vesile ile açtım blogu. Başta amacım daha çok sinema ve spor üzerine yazmaktı. Ama isimden mütevellit her konu hakkında yazma hakkımı da saklı tuttum. Sonra yazmaya başladım o an ne yazmak istediysem. Yazarken de "beni şu kadar insan okusun" diye bir kaygım olmadı ki yazılarımda hiç kimseye yaranma çabası içinde olmadım. Ama şunu da itiraf etmek gerekir ki ne kadar çok insan okursa o kadar haz alıyoruz bu işten. "Ben bu işi sadece aklımdakileri dökmek için yapıyorum" diyen adam yalan söyler. "Git o zaman harita metot defterine dök içini" derler adama. Ama blogun büyümesini ya da doğru bir ifade ile bu kadar zamanda bu kadar büyümesini kestirememiştim açıkçası. Sonuçta ben sadece 1 yıldır blog yazıyorum ve hatırı sayılır bir kitle okur oldu cidden. İnsanın bundan memnun olmaması imkansız. Ben de bu memnuniyeti yaşıyorum. Her şeyden önce kimsenin kimseyi dinleme cüretini göstermediği bir toplumda ve çağda yaşıyoruz. Böyle bir ortamda insanların sizin fikirlerinizi kaale alması büyük lütuf. Gelecek için şu an bir telaş içindeyim açıkçası. "Blogger'dan taşın, düzgün bir domaine geç artık, bir yerlerde yaz artık burda harcanma.... " gibi herkes bir şeyler söylüyor. Şu an için biraz daha bu şekilde gitmek istiyorum. Zaten başka bir yönde somut bir şey de çıkmadı şimdiye kadar.

4- Blogun takipçileri hiç şüphe yok ki 1000leri bulacak gibi. Bunun olacağını düşünüyor muydun?
Dediğim gibi sadece 1 yılı biraz aşkın bir süredir yazıyorum ben. Bu kadar zaman sonunda da bu sayıda izleyici kitlesine ulaşmayı cidden beklemiyordum. Ama Yılmaz Özdil gibi bir adamın her yazısını milyonların paylaştığı bir ortamda da "az bile" diyorum. Buna da bazıları ukalalık, burnu büyüklük, götü kalkıklık diyorlar. Mütevazılık bence sadece insanların daha fazla övülmek için kurdukları bir tuzak. O yüzden insan, "ne olduğunu" ve "ne olmadığını" bilmeli. Abartana "dur orda o kadar da değil", aşağılayana da haddini bildirme cesaretini göstermeli. Bende de o var. Ama inanın bu KİBİR değil. Bakın ben kendimi eleştiriyorum çoğu yerde. "Hakkaten ha saçmalamışım" diye yorumladığım bir sürü yazım var. Ama gidip silmem o yazıyı ya da gidip düzeltmem bi tarafını. O an aklımda onlar geçmiştir çünkü. Kibir sahibi biri yapmaz bunu. Kimseye yalakalık da yapmıyorum. Ben blog başladığından beri en sevdiğim bloglar da dahil hiç bi yere girip " ağbi süpersiniz ben de şunu yazdım okusanabeağbi.blogspot.com " diye bir şey yapmadım. Ben yazdım keşfedenler geldi okudu, Cem Yılmaz'ın dediği gibi de "çevreleri genişmiş demek ki" olaylar bu noktaya geldi. Şimdi ben böyle yazdım ya " nereye geldi lan olaylar ne sanıyon kendini" diyen de çıkar da valla sen sordun ben cevapladım. 
5- Ne gibi tepkiler alıyorsun? Bazen bırakıp gidesin oluyor mu? 
Çok okunan yazılarım genelde gündem ve siyasetle alakalı olanlar. E siyasetle alakalı olunca da, o siyasi gündemi yaratan insanları o konuma getirenler de bizler olduğumuz için gelen tepkiler de o kalitede ve absürtlükte oluyor. Bi kere karşı fikirde olsun olmasın en çok istediğim şey ne dediğimin anlaşılması. Ama öyle yorumlar oluyor ki 10 paragraflık yazıda tek bir cümleyi alıp bambaşka bi yere çekip yazıda anlatmak istediğim bütünün tamamen dışına çıkarıyorlar. Böyle olunca da zaten yazıda yeterince anlatmaya çalıştığın düşünceni tekrar tekrar anlatmaya çabalıyorsun; hem de anlamak istemeyen insanlara. Daha doğrusu eskiden böyleydi bu durum. Baktım ben havanda su dövüyoru,m bu tip yorum yapanlara derdimi anlatmayı bıraktım ve artık yorumlara cevap vermez oldum. Ben yazıyorum gerçekten ne demek istediğimi anlayanlar geliyor "katılıyorum" ya da "katılmıyorum bence böyle" diyor. Diğerleri de zırvalamaya devam ediyor. Şimdiye kadar beni GAY, PKK'lı, AKP'li, Fethullahçı, Kemalist, Burjuva, Kadın, Yobaz vs. vs. zanneden oldu. Yani var artık sen düşün gelen tepkilerin çeşitliliğini ve insanların bakış açılarını. Aynı yazıya biri gelip "sen ırkçısın"; diğeri "hümanistsin" diyor. Ya bloga Adsız olarak girip "Delikanlıysan önce adını açıkla" diyen adam var yani daha ne diyeyim. Bak en son bi takipçi yolladı. adamın biri Twitter’da “Her Boku Bilen Adam diye biri var. Söylediklerini çoğu saçma ama RT eden edene.güzel bir nickin olsun tamam ya bi tek sen doğrusun..” yazmış. Ama 3 gün sonra benim yazdığım iki şeyi RT yapıp bi de beni destekler yorumlar yazmış. Pireye kızıp yorgan yakmak istemedim. Çok sinirlendiğim ya da senin tabirinle çekip gitmek istediğim zaman girmiyorum bir süre. Yazmıyorum. Sonra gelip kaldığım yerden devam ediyorum.
6- Futbolla ne kadar alakalısın? 
Her Boku Bilen bi adamın futbolla alakası olmaması mümkün mü sence. Ama sadece futbol değildir sporla ilgim. Hentbol dışından neredeyse tüm spor branşlarını takip etmeye çalışırım. (Hentbol bence dünyanın en gereksiz sporu) Futbolla da haddinden fazla alakalıyım. Haftada en az 2-3 canlı olmak üzere neredeyse tüm üst düzey liglerin maçlarını takip ederim. Ama "çok maç izlerim" düzeyinde değildir sadece ilgi düzeyim. Çocukluğumdan beri "futbolun sadece futbol olmadığı" bilinci ile yetişmiş biriyim. O doğrultuda da bir birikime sahibim diyebilirim. Bi kere her şeyden önce başta Dünya Kupaları olmak üzere çok geniş bir bilgi dağarcığım vardır futbolla ilgili. Bu konuda da iddialıyım anlayacağın. Hatta çok yakın bir arkadaşım "ya futbol da yaz ya da ayrı bir blog açıp sadece spor ve futbol yaz artık" diye yoğun bir baskı yapıyor üzerimde. İstiyorum da ama gerçekten halihazırda okuyucu olmak yetiyor şu an için bana. Zaten özellikle futbol blogları bu açığı fazlasıyla kapatıyor. Ama belli olmaz belki kendi blogumda belki de yeni bir blogda spor da yazabilirim.

Fenerbahçeliyim bu arada onu da belirteyim yeri gelmişken. Ama bu sene daha çok Fenerbahçe Acıbademli'yim. Zira Aziz Yıldırım'ın en az müdahele ettiği kulvar olarak harika işler çıkarıyor bizim kızlar.

Bu arada Winning Eleven'da(Bak PES demedim o derece eskiyim bu konuda/Jon Kabira forever) dünyanın en iyi oyuncusu olduğumu söyleyecek en az 30 kişi bulabilirim işin içine Feysbuk'u hiç bulaştırmadan. Halısahada da Tackling'im ve Heading'im 20'dir. Akıllı olun.
7- Senin bir yazının kaynak gösterilmeden yayınlandığına şahit oldun mu?
Yazımın yayınlanmasını görmedim de benim kullandığım bir yazı kalıbını aynı şekilde kullanıp başka bir yazıya uyarlayan birini gördüm ve üzüldüm cidden. Onun dışında da benden izinsiz bu ismi başka amaçlarla kullananlara da şahit oldum ne yazık ki.
8- Birgün bir gazeteden teklif gelirse ne düşünürsün?
Şaka yapıyorlar diye düşünürüm. Zira Türkiye'de bir gazetenin benim yazılarımı bana sansür uygulamadan yayınlayabileceğini düşünmüyorum. Sansür olunca da ben olmam zaten. Beni ben yapan kendime sansür koymamam. Sansürden kastımı da insanlar "küfür, kötü söz" olarak algılamasın. Fikirlere koyulan sansürdür kastım. Zaten bu sansürlere de şaşmamak lazım aslında. Bakın iki yazı yazıyoruz takma isimlerle. Ona bile ana avrat düz giden tonla insan var memlekette. Yolda görse çekip vurabilir aynı adam bizi ciddi ciddi. E böyle bir ortamda da "özgürlük, sansüre hayır" demek de abes. Sonra da sana "klavye delikanlısı" derler. E bana fikrimi özgürce söylediğim zaman can güvenliği sağlayabiliyor mu bu memleket ? Bu dediğimi tırsaklık olarak da algılarlar şimdi ama biraz üzerinde düşünün. Bizi geçin de bu memlekette daha önce fikrini açık açık belli eden insanların başlarına neler geldiğini düşünün. Sadece kendilerinin değil etraflarındaki insanların neler çektiğini düşünün. E böyle bir ortam içinde susup oturmaktansa "sahte isimlerin arkasına saklanıp" fikirleri açık açık belli edip "klavye delikanlısı" olmaktan başka çare var mıdır ki ? Bu arada ona da bi açıklık getireyim ki ben gerçek hayatta ne söylüyorsam HBBA olarak da onu söylüyorum. Hani fikirlerim başka bir kimliğin fikirleri olmuyor.

10-Ergenlik döneminde hepimiz birer Nihat Doğan'mıydık?
"Ergenlik dönemi hepimiz bir Nihat Doğan'dık" dedim evet. Ama bi sor niye dedim ? Hepimiz birden göğüsleri çıkmış kızlar tarafından birer "sakat sineğe", taş gibi öğretmenler yüzünden ders boyunca "Avrupa'daki benzerlerinden farklı bakan koyunlara", gıcık müdür yardımcılarını dövebileceğini sanan ama "sahte okeye" dönüşmekten öteye gidemeyen ergenler değildik de neydik sen söyle ? 
11-Hugh Laurie ve House diyerek sözü sana bırakıyorum...
Şimdi bu da durmadan önüme gelen bir soru. Bunu burdan da açıklayayım. Öncelikle Hugh Laurie'ye özel bir hayranlığım yok. 

House hikayesi de şudur,

Bir kaç sene önce bir kaza geçirdim (trafik kazası falan değil düştüm bi yerden) ve ayağımda bir sorun yaşadım. Yaklaşık 2 ay hiç yürüyemedim sakatlığın kronikleşme riski yüzünden. 2 ay sonunda da bir süre ayağımda özel bir bandajla hafif topallayarak yürüyebildim ancak. O yürüyemediğim dönem de sıkıntıdan o dizi senin bu dizi benim giderken House'u izlemeye başladım. Ve adamın tavrının, hareketlerinin, ukalalığının, hazırcevaplılığının benimkine çok benzediğini gördüm ki bunu bana bir kaç kişi daha söylemişti ben diziyi izlemeden önce. Bir de topallık olunca o dönem. E bi de her boku bilen bir adam... House resmi kullanmaya başladım internette. Blogger hesabımda da kullanıyordum aynı şekilde. Ama arada başka resimler de kullanıyordum. Blog ve twitter, friendfeed gibi hesaplarımda ne zaman House resmini değiştirsem ciddi ciddi House'u geri koymam gerektiğini söyledi herkes. Yani bu şekilde yapıştı üzerime bu da. Yapıştı derken şikayet etmiyorum bundan. Benim formata ve isme de uyan bir karakter çünkü House. Ama sinir olduğum "House'a kafayı takmışın" gibi saçma eleştiriler.
12-Yemekteyiz'e katılıp yemekten sonra striptizci çıkartmayı düşünüyor musun?
Yemekteyiz her seferinde lanet okuduğum ama bi şekilde izlediğim gerizekalı bir yarışma. O sürpriz denen olay da en büyük kolpalarından biri malum. Yemek boyu ota boka laf söyleyip on dakika sonra da beraber göbek atıyor insanlar. Ben katılırsam bir striptizci getiririm sürpriz diye. hatta erkek striptizci getiririm kıllığına. Salarım zenci itfaiyeciyi yemeğimi yiyip laf eden Hilmi'ye, Nazan'a artık kim katıldıysa. “Alın size sürpriz Şaziye Hanım” derim bi de yüzüne baka baka. Bu arada Terkos Hasan'ı da saygıyla anıyorum burdan. Arz ederim.
13- Hangi Blogları takip ediyorsun?
Pek çok blogu takip ediyorum. Hatta MİM denen saçmalığa karşılık olarak "Ayın Yazıları" diye bir bölüm yapıyorum blogda. O ayın en iyi blog yazılarından seçtiklerimi tanıtıyorum. Ama saymak gerekirse de kategorilendirerek benim için öne çıkanları sıralayayım.

Her şeyden önce Flying Dutchman derim. Benim blog yazmaya başlama şevkimi artıran etkenlerden biri pek çok bloggerın aksine Aceto Balsamico değil Flying Duthcman'dir. Bence spor ve futbol kategorisi yaparsak önce FD ve ekibi gelir. Hatta Duthcman’in bana “Bu blog internetteki en iyi 5 blogdan biri” demesini aldığım en büyük övgü olarak kabul ediyorum. Sağolsun Daçmeeen Başgaaaaaaaaaaaaaaaaan!!! Aceto Balsamico'yu da atlamak olmaz tabi. Blog dünyası için çok önemli bir blog BT'nin blogu. 

Fenerbahçeli olarak en çok No Pain No Gain ve Lambuja'yı seviyorum. Galatasaraylılar'dan Chao Grey var beğendiğim. Borges, Taç Çizgisi ve sizin blog da takip ettiğim diğer futbol blogları. Basketboldan da Salsa Basket ve Konyalı Portlandlılar var. Diğer branşlara gelirsek de önce Pucca'yı söylerim. Pucca bence bir bloggerdan çok bir fenomen artık. Onun hakkında her yerde söylediğim bir şey var ki o da şudur; Pucca'yı "belaltı, cinsel içerik" diye eleştirilip sığlaştırılmaya çalışanların göremediği bir derinliği var Pucca'nın. Bence o üslubu da derinliğini gizlemek için kamufle amacıyla kullanıyor. Ben açık söylüyorum şu an Türkiye'de bırakın Blogu, Pucca gibi "kadın yazar" yok. Kızlardan devam edersek bu ara pek sık yazmayan ama yazdığı zaman da edebi bir eser tadı veren "Eksensiz"i severim, son bir kaç aydır büyük ilerleme kaydeden ve her yazısı ayrı tattaki "Hepimizin Aynı Mahallenin Çocuklarıyız" da bu aralar bayağı tuttuğum bloglardan. Ayrıca Hastalıklı Dünya, Boş Muhabbet, Malın Gözü, Piç Güveysinden Hallice, Sigara Yanıkları, Masada Boş Bardaklar, Sinematik, Sineofrenik ve daha pek çok blog var fırsat buldukça takip etmeye çalıştığım.

Blog yazanların hepsinde büyük saygı duyuyorum genel olarak. Pek çoğunun herhangi bir çıkarı olmadan (tartışılır gerçi bu ama) değme gazeteden, mizah dergisinden kaliteli yazılar yazması takdir edilecek bir durum.
14- Yeni bir blogger a ne gibi tavsiyeleriniz ya da önerileriniz var?
Aslında biraz anlattığımı düşünüyorum ama yine de bir toparlayayım. Öncelikle kendi üslupları olmalı. Başlarda biraz taklit yapacaklardır ordan burdan ama; eğer doğru yola girerlerse eninde sonunda kendi üsluplarını yakalayacaklardır. Kesinlikle birilerine yaranma çabası ile yazı yazmamalılar. Basın bunu zaten yapıyor. Blogların açtığı ufku ben sinemadaki "yeni gerçekçilik"e benzetiyorum. Göz boyayan birbirinin aynı filmler yerine Yeni Gerçekçiler ile nasıl sinemada masallar değil hayatın tüm gerçekleri anlatıldıysa bloglar sayesinde de basının, kendine yazar diyen boş adamların, dünyadan bihaber entellerin foyasını meydana çıkardı bloglar. İşte bu yüzden blog yazanların basını taklit etmesi değil kendi içlerindeki kişiliği yazılarına yansıtması gerekiyor. Yazmak için yazmasınlar ayrıca. O an yazmak gelmiyorsa içlerinden illa yazayım diye bir şeyleri çıkarırlarsa bu işi rutine dökerler ve bayağılaşır onlar için. Gerekirse 1 ay bile ara verebilirler önemli değil. Ve hepsinden önemlisi bence okumayı bilmeyen biri yazmayı da beceremez. O yüzden önce okumalılar.
HBBA'ya Gelen Sorulara Geçelim.
Schumy : Kendisinin siyasi görüşünü merak ediyorum ben, sonuçta HBBA ile söyleşi yapma olayına girdiysen böyle ciddi soruları göze almış olan gerekir :)
Bu yine çok sorulan bir soru. “Herkese atıp tutuyorsun da sen ne ayaksın, hangi tarafsın onu de bakayım” diyorlar. Ben size siyasi görüşüm şudur diyemem. Çünkü hiçbir siyasi oluşuma kendimi tam anlamıyla ait hissetmiyorum. Hele mevzubahis bizim ülkedeki siyasi oluşumlarsa hepsine en uzakta olmayı tercih ederim. Çünkü hiç biri savunduğu görüşe tam haiz değil. Haizliği de geçtim, benim hayatıma yön verdiğim bir mottom vardır ki o da şudur: neyi savunuyorsan, hangi taraftaysan önce karşı görüşe, karşı tarafı da anlama cüretini de göster. Yani bana göre solcu olmak için önce sağ eğilimin tam anlamıyla neyi ifade ettiğini kavrayabilmek gerekiyor ki neye karşı olduğunu iyice kavra. Böylece Faşist Solcu’lara dönüşme bizim memleketteki gibi. Bu her alan için geçerli. Ben bir Fenerbahçeliyim ama Metin Oktay’ın ezeli rakibim için ne ifade ettiğini bilmem gerekir. Metin Oktay’ın takımına seven bi adama anlayış gösterebilirim böylece. Ondan da Lefter’in, Can Bartu’nun formasını giyen adamlara saygı göstermesini bekleyebilirim böylece.
Juvenil: Kaç yaşında?
Şöyle cevap vereyim şu soruya. Özellikle internette bu “ASL” mevzusuna takılmayı anlamıyorum. Juve beni yanlış anlamasın, sever ve okurum da kendisini. Onun bu amaçla sormadığını da biliyorum. Bahsetmek istediğim çok beğendikleri yazıyı yazan insanlara hemen “gerçek adın, yaşın, nerelisin ?” sorusunu yöneltmeleri. Ya ne önemi var allahaşkına ? Beğendiysen beğendin, karşı ya da benzer fikrini de gel söyle ama gerçek adını sanını öğrenmek sana ne katacak ki ? Ben sokakta midye satan 30 yaşında Mardinli olsam düşüncelerime bakışın mı değişecek ?
birfincankahveiçinbirpenny : bende sabavari bir soru sorayım, "ilk ne zaman milli olmuş" :)
Saba çok iyi televizyon, ama çekilmez televizyon yıldızı.. hahahahahaahhaha
ligeia : hbba mahlasıyla yayınlamayı kabul eden bir yayınevi bulursa kitap yazmayı düşündüğünü yazmıştı. nasıl bir kitap beklemeliyiz hbba'dan? roman? öyküler?
Evet istiyorum böyle bir şeyi. Ne yazacağıma gelince de şu an bilmiyorum. Ama mutlaka bir şeyler yazacağım birileri yayınlamasa bile. Roman olma ihtimali daha yüksek. İçerik olarak da mutlaka pek çok türü de barındıracak. Yan hikayeler, karakterler, eleştiriler olacak. Birkaç tane de kısa film hikayem var. Onları senaryolaştırmak istiyorum ilk etapta. Ama ben çekmeyeceğim.
ozhi: bir kadinin aklini nasil okuyabilir söylesin bakayim
Mel Gibson ve Helen Hunt’ın bir filmi vardı hani. Mel Gibson’ın kadınların aklını okuyabildiği. İnsanlar o filmdeki gibi bir hayat süreceklerini sanıyorlar kadınların aklını okudukları zaman. Bir kadının aklını okumak hiç de zor bir şey değil aslında. Ama erkeklerin anlamadığı şey bir kadının aklını okumanın hiçbir işe yaramayacağı. Bir kadını tüm sırlarıyla çözseniz, ona dair elinizde her detayı içeren bir harita bile olsa, söylediklerini daha beynindeyken okusanız bile bu sizin o kadını çözmenize yetmez. Erkeklerin anlamadığı da bu işte. Kadın öyle “şunu yapayım, bunu doğru yapmalıyım” diyebileceğiniz bir varlık değil. Kibar olmaya çalışırsan senden kabalıklar bekleyebilir. O kabalıklara “öküzsün” diye de yaklaşabilir, Kendini savunsan çekip gider, peşinden gitmesen “niye peşimden gelmiyorsun”; gitsen “artık çok geç”, derdini anlatmaya çalışsan “benim kendi dertlerim bana yetiyor asıl senin benimle ilgilenmen gerekiyor”, anlatmasan “bana hiçbir şeyini anlatmıyorsun” diye trip yapar. “Beni anlayan erkek isterim” diyip onu bulduğu zaman da “hayatımız çok monoton, heyecan yok” der. Sürprizler yapmaya çalışsan “sevgi pıtırcığısın iki Dakka rahat bırak” der… vesaire vesaire… İşte bu yüzden elinde tüm çözüm yolları olsa dahi kadının zekasını çözmeye yetmez bir erkek beyni.  Erkek kadını çözmemeli bu yüzden. Kadına bırakmalı kendisini. Zaten kadın ne isterse onu yaşar erkek.
mgntwmn: kadınlarla ilgili en merak ettiği şeyi soralım.haa bir de işi gücü yok mu?ben kafası çalışan bir mirasyedi olarak kudum kafamda.var ise böyle herşeylere yetişirken hayatı kaçırmıyor mu?ya da onun günleri 24saatten fazla mı?
Kadınlarla ilgili merak ettiğim tek bir şey kalmıştı onu da geçen sene öğrendim. Bir kadının adet döneminde nasıl bu kadar sapıtabildiğini anlamak istiyordum. Talihsiz bir tesadüf sonucu bunu öğrendim maalesef. Bahar alerjisini çok kötü bir şekilde yaşarım ve yıllardır denemediğim ilaç da kalmadı. Geçen sene denediğim bir ilaç da “kadınların adet sancısına benzer” bir etki yapıyormuş. Tabi ben bunu ilacı aldıktan ve içimde garip bir şeyler olunca öğrendim. Bu konunun detaylarıyla ilgili de “Adet’a İşkence” diye bir yazı yazmıştım. İşim gücüm var mı ? yine tuzak soru. Geçelim bunu ama mirasyedi değilim emin olun. İnternette herkesten çok zaman geçirmiyorum buna da emin olun. Sadece fazla şey yapıyorum nette. Bir de hızlı okurum hızlı yazarım ben. Ondan göze batıyor olabilir bu tempo.
ne ben olabildim ne de başkası: blog serüvenine nasıl başlamış? bi de geçen blogunda yazdığı adamın tekinin "ben gazete okumuorum bloglar var hatta her boku bilen adam var onu okuyorum" demesine nasıl kayıtsız kalmış o benim işte o benim lan diye nasıl bağırmamış:)) şaka bi yana ünlü olmak nasıl hissettirmiş onu soralım:))
Başlama hikayemi az çok anlattım yukarıda. O olayda da inanın “Bahsi geçen benim diyebileceğim bir ortamda değildim. O yüzden de ses çıkarmayıp “Değerli” gibi gülmeyi yeğledim.
Adsız: Her Boku Bilen Adam ,fil boku nasıldır? onuda biliyomu acaba?
Blogu açtığımdan ve sosyal ağları kullanmaya başladığımdan beri “koala, fil, geyik… bokları nasıldır” diye soran her 100. Sivrizeka’ya ABD green kart verseydi şu an Obama “nüfus planlamasına gitmeliyiz” diye açıklamalar yapardı.
turkleader: HBBA ya Ergenekon davasındaki hukuksuzluklarla ilgili ne düşündüğünü sorarsanız sevinirim. zira bununla ilgili bir yazısına rastlayamadım.
Hükümet yanlısı da yaparlar şimdi beni. Şunu söyleyeyim sadece şimdilik : Anlamını bilmeden doğruyu söyleyen/yapan doğruyu söylemiş/yapmış sayılmaz.

Hand Solo: kendisi neden her yazısında sosyal bir mesaj verme kaygısı taşıyor? amacı yeni neslin Levent Kırca'sı olmak mı?

Çok açık söylüyorum blogu açtığımdan beri küfüre bile varan yorumlar aldım ama hiç biri benim canımı bu kadar acıtmadı. Aklımdakileri yazıyorum o an ne çıkıyorsa. Yazıların sonunda ya da özünde de dümdüz bir mesaj vermeye çalışmıyorum ortalama bir Levent Kırca skeci gibi.
Adsız: Fantazilerini anlatsın. Bir de bir mekanda hiç tanımadığı bi kızla nasıl tanışır ? Ne der gidipte? Ters tepki alırsa ne yapar?

“Argadaşlarımın ısrarı ile girdiğim “trendi” diye dabir edilen o enteresan mekana girişimden itibaren edeleli gollarım tüm çıtırların bir anda yanındaki edelesizlere tokat atıp gözlerini bana dikmesine vesile olmuş idi. Derken daha sonra adının Feriştah olduğunu öğrendiğim, yüzünün sol tarafını tamamen kaplayan ve kendisine ekstra bir erotiklik katan diri vicıtlı gadına doğru istemdışı bir şekilde yöneldiğimi fark ettim…..” Ya biri ile tanışmanın belli bir yolu mu olur allahaşkına. Bin çeşit insan var. Barney Stinson bile herkese farklı bir yöntem uygularken “şunu yap” demek abes.

vedat gencoglu: Hiç çizgi roman kültürü varmı,en sevdiği çizerler kimler diye bende bölesine sormuş olmak için sordum.Ama inanın ne kadar da kötü olsa yav bu adam doğma büyüme İzmirlimi yoksa soradan mı onu merak ettim:)))))

Çizgi roman kültürüm olmaz olur mu ya. 5 yaşında okumayı öğrenince gidip Dostoyesvki’ye kafayı takmıyorsunuz. Red Kit, Tommiks, Asterix ‘den başladım sonra geldi arkası. Mizah dergilerini de takip ederim kendimi bildim bileli. Elimde de çok sağlam bir arşiv vardır. Onların arasından daşuan en sevdiğim isimler Kenan Yarar, Galip Tekin, Sönmez Karakurt Umut Sarıkaya, Serkan Yılmaz, Barış Atar. Doğma büyüme İzmirliyim. Severim de İzmir’i ama bence İzmir insanı İzmir’in hakkını yeterince veremiyor. Sadece mini etekle gezen birini taciz etmemeyi çağdaşlık sanıyor İzmir insanı. Belki çok sığ bir açıklama olabilir bu ama İzmir’in gençlerine bi bakarsanız ne demek istediğimi anlayabilirsiniz. Kısaca İzmir’i çok seviyorum ama İzmir artık benim için Truman Show’un içinde yaşamak gibi bir şey.

aysen: her boku biliyor da takım tutmuyor mu bu arkadaş?

Fenerliyim dedim. Sinyor Bartu , Lefter, Schumacher, Rıdvan-Aykut-Oğuz, Uche, Rapaiç, PVH, Alex seven bir Fenerliyim. Volkan, Emre, Selçuk, Topuz sevmeyen taraftayım. Anlayın artk ne demek istediğimi. Ayrıca Tanjevic İstifa !!! Bi de Gamova Gamova Gamova…

Adsız: Ne olacak bu Sakarya ile Kocaelispor'un hali? Bu iki takımın eski günlerine dönmesi için ona göre ne yapması gerek? Soruyorum her boku bilen adama.
Kocaeli ile çok alakam yok ama Sakaryaspor’un fahri taraftarı sayılırım. Çok yakın iki dostum sayesinde oldu bu da. Hatta birisi bildiğin Tatangadır. Zaten Oğuz, Aykut vesilesi ile de bi yakınlığımız vardı. Kocaeli bi şekilde toparlar ama Sakarya’nın durumuna çok üzülüyorum. TSL’de yer alması gereken takımların başında geliyor Sakarya. Bu tip takımların dönmeleri için istediğimiz kadar altyapıi genç oyuncular falan diyelim her şeyden önce maalesef para geliyor. Parayı bulunca da çar çur etmek yerine kalıcı olabilmek için Kayserispor örneğini incelemesi lazım her takımın.

Son Soru Klasik sorumuz: Barbarossa ile ilgili görüşlerin neler?

Barbarossa severek takip ettiğim futbol bloglarından biri. Sadece gündem değil yazı dizileri hazırlamanız özellikle beni bu blogu izlemeye iten sebeplerin başında geliyor. Özellikle Blog Söyleşileri gerçekten okutuyor.

Bi de çok kişili bloglar her zaman daha güzel bir tat bırakıyor özellikle spor bloglarında. 

Hem Barbarossa’yı hem de diğer futbol bloglarını Türkiye’deki pek çok futbol bilen adama ve gazeteye tercih ederim.

İyi gidiyorsunuz. Tek beğenmediğim blogun teması. Yazı alanının dar olduğu blog temalarını sevmiyorum. Ama tabi da sizin tercihiniz.

Röportaj için de teşekkür ederim. Zevk aldım. Biliyorum çok konuştum ama “Her boku” bilip de susmak kolay değil.

Sevgiler, saygılar.
Blog Widget by LinkWithin
 
Copyright 2009 Barbarossa. Powered by Blogger Blogger Templates create by Deluxe Templates. WP by Masterplan