Sıradaki isim Ariel Ortega Blog'un yazarı Hasan Muradoğlu. Kendisine tam 36 soru yönelterek söyleşi serisinin rekorunu da kırmış olduk. Hasan Muradoğlu'na ayırdığı vakit için tekrar teşekkür ediyorum...
El cevap: 1984 yılının Mayıs ayında Manisa’da doğdum.. Bir şekilde Üniversiteye kadar eğitim hayatım öyle ya da böyle devam etti. Daha sonra Kocaeli Üniversite’sinde İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünü okudum. Onun üstüne Marmara Üniversitesi’nde formasyon eğitimi aldım. O da bitince askere gittim geldim. Şimdilerde ise eğitimci olarak hayatıma devam ediyorum. Okumayı seviyorum. Ekonomik anlamda rahat olabilirsem, ilerde daha da okumaya niyetim var tabii. Bunların dışında Fenerbahçe’ye, sinemaya ve kadınlara aşığım.
El cevap: Bloglardan haberdar olan biriydim aslında. Bir anda aydınlanma yaşamadım yani bu konuda. Lakin tetikleyici olay diyorsak, Sinemafanatik forumlarından takip ettiğim Cambelboy rumuzlu bir arkadaş vardı. Bir gün forumdaki imzasında blogunun adresini gördüm (http://cambelboy.blogspot.com/). İlgimi çekti, tıkladım. Okumak, takip etmek çok hoşuma gitti. Dur arkadaş, ben de yapayım böyle bir şey dedim, ve gerisi malum. Tetikleyici dersek, Cambelboy’un blogunu bu bağlamda zikredebilirim. Her zaman söylerim, futbola dair bir şeyler çiziktirme düşüncesi de Aceto Balsamico blogundan ilham alarak ortaya çıktı.
El cevap: Genelde blogun ismi Ariel Ortega mı yoksa No Pain No Gain mi şeklinde soruyorlar. Önce o konuya bir açıklık getireyim. No Pain No Gain, Fenerbahçe tribünlerine ait çok sevdiğim eski bir pankartta geçen bir sözdür. Beni oldukça etkileyen bir sözdür ayrıca. Acı yoksa kazanç da yok felsefesini tüm benliğime işlemek istiyorum.. Müthiş bir laftır. Gelelim isim meselesine; Ortega’ya hayranlıktan dolayı tahmin edebileceğiniz üzere. Herhalde bir futbolcu ismiyle açılan en eski Türkçe bloglardan biri oldu Ariel Ortega blog. Belki de en eskisidir.
El cevap: Rahatsız etse ne yapabilirim ki? Alışagelen bir şeyi değiştirmek çok zordur. Daha çok zorlayan ise bazen “Ceyhun Eriş” esprilerine maruz kalmak aslında.
El cevap: Ecnebilerden “Whoateallthepies”, yerlilerden ise Aceto Balsamico.
El cevap: Esasında öyle çok ciddi bir hedefim yoktu tabii ki. Önceleri sınıf arkadaşlarımın okuduğu bir bloga yazarken, şimdi dünya’nın filanca bölgelerinden insanların devamlı takip ettiği bir blog oldu işte. En büyük fark bu olsa gerek. Takipçi profili genişledi. Arada hedef değişikliği de olmadı pek. Hala ego tatminidir yaptığım şey. Yazmayı seviyorum. Benim de söyleyeceklerim var düşüncesiyle de sıkılana kadar yazmak isterim.
El cevap: Hayır. Dediğim gibi daha çok beni yakından tanıyanların takip ettiği bir blogdu ilk başlarda. Bu bakımdan “var ya, ilerde çok tutar bu blog” gibi bir düşüncem olamazdı. Arkadaşlarımın bile beğenip takip edeceğine dair şüphelerim vardı aslında. Bu arada ilginç bulacağınız bir şey anlatayım. Blogu ilk yazmaya başladığım zamanlar, blogumu okuyana Jelibon hediye diye espriler yapardım. Ve ciddi ciddi blogu okuduğuna inandığım ya da bloga bir şekilde yorum yazan arkadaşlarıma vaad ettiğim Jelibonları alırdım. O zamanlar tabii böyle bir söz verebilmek mümkündü. Bugün aynı sözü verdiğimi düşünsene.
El cevap: Çok oldu. Fenerbahçeli olduğum halde Fenerbahçeli olmamakla, Fenerbahçe düşmanı olmakla itham edildim mesela. Rant peşinde koştuğum iddia edildi. Diğer takımlarla ilgili yazdığımda da (ki eskiden çok yazardım) bu kez Fenerbahçeli kimliğimden yola çıkarak hakaret ve küfür edenler oluyordu. Direk bana küfür edilse neyse de, olayla hiç alakaları olmadığı halde sevdiklerimi falan katanları gördüğüm zamanlarda da “eh yeter be” dediğim çok olmuştur. Siyasi konularda da ne yazarsam yazayım her zaman beğenmeyen bir kesim oluyor. Onların da bazı abartı tepkilerinden sıkıldığım dönemler oluyor.
9- Bunu her söyleşide soruyorum artık. Yorumlar konusunda sen ne düşünüyorsun? Saatlerini harcayıp yazdığın yazıya bazen başka bloglarda haftalık maç programına geldiği kadar yorum gelmemesi seni kızdırıyor mu?
El Cevap: Açıkçası artık yorumlara o kadar takılmıyorum. Eskiden yazılarıma yorum gelince bir mutluluk oluyordu. Herhalde ilk günlerdeki hevesle alakalı bir şey olsa gerek. Lakin artık yorum gelmezse pek umrumda olmuyor. Sebebi de şudur; blogların popülaritesi artınca You Tube ve bazı haber sitelerindeki gereksiz tiplerin bloglara yolu düşmesi kaçınılmaz oldu. Bu kişilerin en büyük özelliği ise yazıyı okumadan, yazıda kastedilen şeyi tam anlamadan yorum yapma yetileri. Saçma sapan yorumlar yapılacağına, hiç yorum gelmesin daha iyidir. Yine de zaman zaman acaba bu konuda blogun okur kitlesi ne düşünüyordur merakıyla bazen, “sizler bu konuda ne düşünüyorsunuz?” diye sorduğum da oluyor tabii. Onu da unutmadan ekleyeyim.
El cevap: Gelmez mi? Sabah akşam geliyor. Öncelikle bunu diyen arkadaşlar şunu iyi bilmeli ki, blog yazarlığı bizim mesleğimiz değil. Herkes öyle ya da böyle başka bir işle uğraşıyor. Yani öncelik blog değil. Adam geçimini ondan kazanmıyor ki. Vaktimizin büyük bir bölümünü bloga ayırıyor değiliz. Dahası blog dediğimiz şeyi kişisel mecradır en nihayetinde. Yazmak ya da yazmamak tamamen blogun yazarına kalmalıdır. Tabii bazı bloglar kurumsallaşır gibi oldu. İlla belli başlı yazılar her hafta yazılmalı ya da benzer her olaydan sonra da bir yazı girilmeli gibi bir mantık oldu. Ama bu çok yanlış bir düşüncedir. Sizin önemsediğiniz bir olayı, blog yazan kişi sizin kadar önemsemiyor olabilir. Bunu idrak etmek lazım. Blog yazan kişilere tam anlamıyla hoşgörü göstermek isteniyorsa en çok dikkat edilmesi gereken şeylerden biridir bu.
11- Futbol Blogları o kadar çoğaldı ki ben hergün yeni açılan bir tanesine denk geliyorum. Sen ne düşünüyorsun bu durumla ilgili?
El cevap: Futbol bloglarının mantar gibi çoğalmasının iyi yanı da var kötü yanı da… İyi yanı insanların yazmaya niyetlenmesi güzel bir olaydır. Her yeni blog farklı bir bakış açısıdır. Özgün bir şeyler üretmeye çabaladıkça insanlar, her gün yeni bir futbol blog açılmasına bir lafım olmaz. Lakin kötü yanı da var bu işin dediğim gibi, başarılı olmuş örneklerden feyz almak iyi güzel de, üzerine bir şeyler de koymak elzemdir. Birebir aynı şeyi yapmak komik oluyor. Yeni isimlerden bazı öne çıkan blogları Aceto, Flying Dutchman vb. birebir taklit etmek yerine, daha çok kendi düşüncelerini, kendi cümlelerini ortaya koymalarını bekliyorum.
El cevap: Öğrencilik yıllarımda yazdıklarımın % 20’sini yayımlıyordum. Sürekli yazardım. Aklınızın hayal edemeyeceği her konuda belki. O zamanlar öğrenciliğin vermiş olduğu rahatlıkla yazmaya, üretmeye daha fazla vakit ayırıyordum. Sürekli ürettiklerim arasından da “bu olmamış” diye sildiğim çok oldu tabii. Lakin yayımladıktan sonra silmek anlamındaysa bu soru. O bir kez başıma geldi. Uzun zamandır takip edenler bilir. A Milli Takımımızın Avrupa Şampiyonasında Almanya ile oynadığı yarı final maçından sonra Rüştü’yle ilgili bir espri yapmıştım. Çok tepki geldi o espriye. Daha sonra ismini vermek istemem şimdi, bir gazeteci ağabeyle konuştuktan sonra, o yazıyı sildim. “Olmadı bu” da demedim aslında, ama beni silmem konusunda ikna etti diyebilirim.
El cevap: Blog İdman Yurdu’nun kuruluş amacı ve örgütlenmesi farklı tabii. Blog yazan kişilerin az da olsa emeklerinin karşılığını maddiyat olarak görmeleri adına çok şık bir projedir. Her geçen gün daha iyi olma yolunda gidiyor. Aklıma gelmişken yazayım, Barış Timurlenk’ten projeyi daha da sosyalleştirmesini bekliyorum. Futbloglar’a gelince, piyasadaki futbol bloglara kısa yoldan ve en güncel halleriyle ulaşabilmemiz adına hazırlanmış hoş bir çalışma. Gerçi ben Google Reader kullanarak takip ederim listemdeki blogları ama zaman zaman Futbloglar sitesine de bakıyorum. Yeni ve de ilgi çekici sayfalara rastlayabiliyoruz.
El cevap: Genelde böyle sorulara kaçamak cevaplar yazılır öyle değil mi? Türkçe olanları yazayım. Daha kolay olsun benim açımdan. Bir önceki soruda dediğim gibi daha çok Google Reader’dan takip ediyorum listemdeki blogları. Günlük değil de haftalık takip ederim blogları. Fakat öte yandan isim zikretmek gerekirse, futbol bloglar arasında sık güncellendiği için Aceto Balsamico, Flying Dutchman bloglarını her internete girişimde tıklarım. Papazın Çayırı, King Santillana, Noat Samisa’yı da ayrı sevdiğim futbol blogları olarak değerlendiyorum. Daha da uzatabilirim bu listeyi ama ilk etapta aklıma gelenleri yazdım. Kişisel olanlardan da Plastik Deformasyon, Voodoo Girl, Omer Laziale, ve Trofolo bloglarını söyleyebilirim…
15- Neden Ariel Ortega?
El cevap: Ciddi bir Arjantin hayranlığı vardır bende. Daha çok futbol ve tribün kültürlerinden dolayı ama… Ortega’yı da Arjantinli olduğu için takip etmeye başladım önceleri. River Plate’deki ilk yıllarında takip edebildiğim kadarıyla müthiş oyun zekası olan, ve hızlı düşünüp aynı hızlılıkla bu düşüncelerini uygulayabilen bir topçu izlenimi vermişti. Daha sonra çok da başarılı olmayan Avrupa maceralarıyla her şeye rağmen tanınırlığı arttı. Kuzenim de çok severdi Ortega’yı. Halı sahada, başka yerlerde falan maç yaparken top ayağımıza geldiğinde “Ariel Ortega” diye bağırıştığımız günleri dün gibi hatırlarım. Kuzenlerimden biri Beşiktaşlıdır. Ortega bize gelince, o vazcaydı Ortega sevdasından, bende hala devam tabii. Maradona’dan sonra 10 numarayı sırtına geçiren ilk topçu olmasıyla da ayrı sevgimi kazanmıştır. 1998 Dünya Kupası’nı da “Ortega, Ortega” diyerek takip etmişimdir misal. Ortega sevgisini abartmış olacağız ki, bugün adımızdan ziyade Ortega ismiyle anıldığımız ortamlar çok fazla.
El cevap: Ortega’nın Fenerbahçe’ye geleceğine inanamıyordum. Son anda bir aksilik çıkar diye düşünüyordum. 2002 Dünya Kupası sanırım Arjantin’in elenmesini istediğim tek kupadır. Sebebi de bir an evvel Ortega gelsin, imzasını atsın olayı. Ortega’nın problemi bizim Türk oyunculardan Hakan Şükür’le aynı bence. Adam ciddi manada sıla hasreti olayını abartan bir topçuydu. Gerçi onun yerinde olsak, belki biz de aynı şeyleri hissederdik. Suçluyormuşum gibi anlaşılmasın. Bir de takımınıza Ortega gibi bir dünya yıldızını transfer ediyorsunuz, ama teknik direktörünüz Lorant gibi bir adam. Daha düşünce aşamasında çuvallama vardı aslında. Bir de hiç unutmam 13 Ağustos 2002 Feyenoord – Fenerbahçe maçı. Fenerbahçe’nin en büyük kozu Ortega karşılaşma başladığında yedek kulübesindeydi. Maçın son dakikalarında oyuna girdi. O gün belliydi Ortega ve Lorant anlaşmazlığının hayırla bitmeyeceği. Sizin en önemli silahınız, o ana dek oynadığınız en mühim maçta yedek kulübesinde. Mantıksızlğa bakar mısınız… Maç sonundaki canlı yayında PVH’nin “Biz bütün önlemlerimizi Ortega için almıştık. Onun ilk on bir oynamadığını görünce rahatladık” demecini unutamam. Ne var ki, Ortega’nın en iyi oynadığı Altay deplasmanında tribünde olmak ve 6 Kasım 2002’deki 6-0’lık Galatasaray derbisindeki golünü izlemek, en sevdiğim topçuyu Fenerbahçe formasıyla görmek güzeldi her şeye rağmen. Bir de son olarak şunu yazayım, Matias Almeyda’yı da alabilseydik o dönem, belki de her şey çok güzel olacaktı… Bunu da söylemezsek rahat edemem, Ariel Ortega, paşa gönül kriterlerime göre Türkiye’ye gelmiş geçmiş en teknik oyuncudur.
17- İlk gittiğin Fenerbahçe maçı hangisiydi?
El cevap: 20 Ekim 1990 Karşıyaka – Fenerbahçe maçı. İzmir’de oynanan maçı 6-2 kazanmıştık. Öğlen saatlerinde oynanmıştı maç (sanırım). Rıdvan oyuna sonradan girmişti. Fadıl Vokri vardı falan.
18- Fenerbahçe'ye gelmiş en iyi yabancı Alex mi sence?
El cevap: En iyi dersek çok iddialı bir yorum olur. Fakat en yararlı diyebiliriz. Müthiş bir futbol zekası var. Alex’le aynı takımda oynamak isterdim doğrusu. Öyle paslar veriyor ki, ne koşu hızınızı ayarlamanıza ne de pozisyon açınızı değiştirmenize gerek var. Bu gerçekten muazzam bir şey. Bir de duran toplardaki başarısı da muazzam hakikaten. Sanırım Tardini Büfe’de görmüştüm, “Probably the best set piecer in the World” yazmıştı. Çok isabetli bir yorum. Bir de Ekşi Sözlük’te Borges’in yazdığı Alex de Souza entrysi de süperdir. Alex’i Fenerbahçeli olmayanların bu kadar güzel anlatması sanırım Alex’in ne denli büyük bir futbolcu olduğunun kanıtı olsa gerek. Grup CK olarak malum Lefter heykeli diktirmiştik. Ama şunu söyleyebilirim, Alex de heykelini diktirecek kadar güzellikler yaşattı bu camiaya. Hala “koşmuyor” diye eleştirilmesini anlamıyorum… Ek olarak, memlekete gelen her yeni oyuncunun hemen onunla kıyaslanmasını da anlamıyorum.
19- Fenerbahçe'nin Avrupa Ligi'ndeki şansını nasıl görüyorsun bu sezon?
El cevap: Gruptan çıkmasını bekliyordum. Lakin 3 deplasman galibiyeti şaşırttı. Bundan sonra ne olur? Umarım Liverpool’la eşleşmeyiz. Fenerbahçe’yle eşleşmemesini istediğim tek Avrupa takımıdır. Çok seviyorum Liverpool’u. İki takımın eşleşme ve aralarında husumet yaşama ihtimali beni tedirgin ediyor ziyadesiyle. Şu anki futbola ve kadro yapısına bakınca Fenerbahçe’den bir şeyler beklemek hayalcilik olur. Şans falan görmüyorum yani. Umarım yanılırım, ve daha üst turlara çıkar Fenerbahçe.
20- Semih ve Güiza yanyana oynar mı?
El cevap: Oynayabilir tabii. Öyle takıntılarım yoktur. Şu şununla yan yana oynar mı gibi… Ama Semih ve Güiza’yı sahaya sürdüğünüzde onlardan verim alabilmeniz için öncelikle orta alana çok iyi isimler bulmalısınız. Şu an Fenerbahçe’de Emre dışında oyunun iki yönünü oynayabilen kişi yok. Baroni, Selçuk, Deniz gibi isimler bu açıdan vasat oyuncular. Sadece defansif yönleri var. İyi kesici olabirler ama orta sahanın diğer yarısındayken topla nasıl oynamaları gerektiğini tam anlamıyla beceremiyorlar. Emre’nin yanına Beşiktaş’tan Ernst ve de sağlam bir Appiah olsa misal kadroda, o zaman işler değişir. Kanatları da etkin kullanmayı becerirseniz, Semih ve Güiza çok rahat yan yana oynarlar. Neden olmasın?
El cevap: Devre arasıyla ilgili bazı duyumlarım var ama onları şimdi paylaşmak istemem. Kendi penceremden, sıradan bir Fenerbahçeli olarak şunları düşünüyorum; bu sorulara cevap verirken R.Carlos’un gideceği kesinleşti haberleri vardı. Bunun doğru olduğu varsayımıyla, o bölgeye şayet disiplinsizliğinden dolayı takımdan gönderilemeyecekse Santos çekilmelidir. Brezilya Milli Takımında oynadığı mevkide daha verimli olacaktır. Daum’un ondan sol açık yapma çabasına anlam verememiştim zaten. Defansta Lugano-Bilica ikilisi bu ligi götürür ama Avrupa’da daha üst turlar için işimizi zorlarlar. Lakin Avrupa ligi –bu sözlerim eleştirilebilir belki- bence Fenerbahçe yönetimi ve teknik kadro tarafından olsa da olur gözüyle bakılan bir kulvar. Orta sahaya Emre’nin yanına benzer nitelikte bir adam alınsa fena olmaz. Afrikalı bir ön libero müthiş olurdu mesela. Fakat ara transfer döneminde kaliteli bir adam bulmak güç. Geri kalan bölgelerde ise sol açık Özer olsun. Her maç banko oynasın. İşler değişecektir. Şimdi forvete takviye lazım yazmayacağım zanneden çıkmıştır belki, ama yanılıyor tabii. Es geçer miyim hiç orayı? Güiza’nın gönderileceğini sanmıyorum. 2010 Dünya Kupası için elde tutulacak ve orada oynama imkanı bulursa, piyasa yapması beklenecektir. Fakat bu Fenerbahçe’nin eksikliğini hissettiği pivot santrafor transferi için bahane değildir. PVH ayarında bir adam bulmak da zor gerçi ara transferde ama şunu söyleyeyim, bir ara Carew ismi bizimle anılınca heyecanlandım doğrusu. Karambole onu transfer etsek, çok iyi bir iş yapmış oluruz. Yaşına falan takılmıyorum. Mühim olan sahada ne verebileceğidir.
El cevap: Şunları şunları yaptım diye yazmak istemem. Zira o tarz bir adam değilim. Yakıştıramam kendime. Bu soruyu böyle geçiştirdiğim için özür dilerim ama böyleyim. İşte… Şunu söyleyeyim ama karşı cinsten sevdiğim kişilerin “Fenerbahçe mi, ben mi?” sorusuna çok ayar olurum. Neden böyle anlamsız sorular sorarlar, hiç anlamam doğrusu.
23- Maçlarda bir uğurun var mı izlerken?
El cevap: Sahaya dua ederek çıkardım. Tabii ne zaman? Okul basketbol takımında oynarken. Maçları tek başıma takip ederken bir uğurum yok da, arkadaş ortamıyla takip ediyorsak, aramızdan birinin uğuruna ortak olmuşluğum çoktur. Mesela en klişesinden yer değiştirme gibi.
El cevap: Bu olay biraz da takımın kötü gittiği haftalarda olduğu için bu kadar abartıldı bana kalırsa. Elbette ki haber değeri taşıyan ciddi bir meseledir, ama takımın seri galibiyetler aldığı dönemde böyle bir haberin üzerinde çok durulmazdı öyle zannediyorum. Soruya dönecek olursak, açıkçası futbolcunun izin gününde ne yaptığını zerre önemsemem. Fakat burası Türkiye. Ve olayda adı geçen oyuncular da buraya dün gelmediler. Artık buranın nasıl bir yer olduğunu bilmeleri lazım. Bazı insanlara koz vermemeleri lazımdı. Siz böyle işlere girerseniz, eninde sonunda patlarsınız işte. Daha birkaç hafta önce pohpohlanıyorken, bugün düşene de bir tekme sen vur gazıyla herkes sallıyor. Büyük takımlarda sadece yeteneklerinizle oynayamazsınız. Psikolojiniz de iyi durumda olacak, keza hadiselere yaklaşma soğukkanlılığınızda. Kazım’da bunların olmadığını gördük. Diğerleri ayartan o muydu? Bilemem. Kesin Kazım’dır diyerek günahını da almak istemem.
25- Hasan Muradoğlu'nun sosyal yaşamı nasıl geçer? Ne dinler? Ne izler?
El cevap: Askerden geldiğimden beri çok ciddi bir sosyal yaşantım yok aslında (sanki önceleri Playboymuşum gibi oldu cümle ama idare edin artık). Yani Cuma geceleri şuraya gidiyorum gibi örnekler veremem. Bunda tabii biraz da hem öğretmen hem de öğrenci olarak günlerimi geçiyor olmamın da payı var. Evet eğitimciyim derslere girip çıkıp duruyorum. Belli bir yorgunluk oluyor. Öte yandan KPSS’ye hazırlanıyorum. Kursa gidiyorum. Onun da yoğunluğu ayrı oluyor. Tüm bunların arasında zamanı ayarlayabilirsem sevdiklerimle vakit geçirmeye çalışıyorum. Ne dinlerim, sorusu için, eskilerden takılıyorum diyebilirim (çok eski değil tabii). Yani daha doğrusu yeni keşfettiğim isim ya da grup yok şu sıralar. Ağırlıklı olarak Cranberries dinliyorum. Ömrümün sonuna dek dinleyebileceğim gruptur. Coldplay, Muse falan da dinlerim. RHCP, Linkin Park gibi grupları da severim sayarım. Eskisi kadar gürültülü müzikler dinlemiyorum. Yaşlandım mı ne? Bir de artık arkalarından çok sallansa da Metallica’nın yeri gönlümde ayrıdır. Hala dinlerim, sayarım… Türkçe dinlemiyor muyum? Dinliyorum tabii. Ama uzun uzadıya liste yapasım zor geldi şimdi. Fakat şunu diyeyim, yukarıda yazdığım türlere çok uzak olan Sagopa Kajmer’i dinliyorum misal. Şarkı sözlerini çok etkileyici buluyorum. Ne izlerim? Fırsat buldukça arşivimdeki filmleri izlerim. Daha çok Lynch filmleri hoşuma gider. Canım sıkıldığında Tarantino’nun Reservoir Dogs filmine bakarım, gaza gelirim. Bir de vaktim varsa, Şener Şen, Sadri Alışık ve Kemal Sunal filmlerini affetmem, hemen tv başına geçer izlerim. Ne okurum? Göze hoş gelen her kitabı okurum (şaka tabii ki). Şu sıralar Mutlu Parkan’ın “Brecht Estetiği ve Sinema” kitabını okuyorum. Bir de Berbard Shaw’un Pygmallion’un gavurcasını okuyorum.
El cevap: Yabancı dil bölümünde okuyan, üniversitede de yabancı dille alakalı bir bölümünde eğitim gören bir ademoğlu olarak genelde eğitim hayatım hep karşı cinsin çoğunlukta olduğu yerlerde geçti. Bunu okuyan Makineci arkadaşlar şimdi hemen “şansa bak” demişlerdir, ama mevzu biraz “dışı seni yakar içi beni yakar” gibi. Evet, etrafınızda sürekli karşı cinsten birilerinin olması iyi güzel de insanlar bir tanesiyle baş edemiyorken sizin çevrenizde ortalama 40-50 hatun oluyor misal. Hatta Marmara’dayken 180 kişi derse girerdik. Abartısız söylüyorum amfide taş çatlasa 10 erkek oluyordu. Nereye baksak kız yani. Bu bakımdan güzel. Mesela her gün birine aşık olsan bir eğitim yılını tamamlarsın herhalde. Ama karşı cinsin bu kadar çoğunlukta olduğu sınıf ortamlarında olmak bazen çok sıkıcı oluyor. Futbol konuşamıyorsunuz en bariz örnek. Klasik erkek muhabbeti yapamıyorsunuz. Çok sıkıcı oluyor valla. Şu an hayatı boyunca sadece erkeklerin olduğu sınıflarda okuyan arkadaşlar bu yazdıklarıma ayar oluyordur belki. Uzatmayayım bu mevzuyu daha fazla. Anlamışsınızdır herhalde. Soruya dönecek olursak kadınlarla aram genel olarak iyiydi. Beni çok yakışıklı bulduklarını sanmıyorum. Çevremde pervane de olmadılar hiç, ama yanıma hiç gelmedikleri de olmadı yani. Bir şekilde bunca sene geçti işte. Bir kadın da beni ne alakaysa önce saçlar etkiliyor. Sarışınlara karşı ilginçtir zaafım var. Çakma sarışınlara değil ama, orijinal olanlardan bahsediyorum. Daha sonra da mavi gözlü olursa, yeme de yanında yat diyorum. Terbiyesizlik gibi algılanmasın, benzetme sadece. Türkiye’de en güzel kadın kim? Hmm… güzellik göreceli bir mefhumdu değil mi? İki hafta öncesine kadar şu sorunuza “Şebnem Dönmez “ derdim herhalde. Lakin onun da geçenlerde kendini iyice dağıttığını gördüm bir fotoğrafında. Şu an sanırım –kendisi sarışın değil gerçi- Tuba Büyüküstün’ün ismini verebilirim. Makyajsız halini de gördüm. Gayet güzel bir insan.
27- ... olsun 100 milyar borcun olsun?
Bu soruya Umut Sarıkaya’dan bir alıntı yaparak cevap vermek isterim. Bir eksikle ama, sigara içmeyen biriyim. Onu da belirteyim.
''Bu ekönömik koşullarda ''şöyle manitam olsun, yüz milyar borcum'' olsun dememi noolur kimse beklemesin benden, ama beş milyar borcum olsun. Gerekirse gece gezmemden, sigaramdan kısar, yine öderim. beş milyar makul..'' (Umut Sarıkaya)
Türkiye dışından isimler yazayım. Ortalığı karıştırmayalım şimdi durduk yere. Ofansif bir takım olsun.
Kaleci: Buffon,
Sağ bek: Maicon,
Sol bek: Evra,
Stoperler: Terry, Mertesacker,
Orta sahada: Xavi, Gerrard, Ribery, Ronaldo
Forvetler: Messi, Torres
Favori teknik direktörüm bu takıma gitmez belki, ama Mourinho hayranıyımdır. (Capello’yu da ayrı severim, onu da yazmak istedim)
Geçelim sana gelen diğer sorulara:
El Cevap: Selçuk’u kurtarırım. Kayığın yabancı hakkını gereksiz yere doldurmayalım.
El cevap: Ceyhun Eriş hakkında güzel şeyler düşünmüyorum. Kaderin cilvesi midir artık bilinmez. Üniversitede muhabbetini pek sevdiğim bir kız arkadaşım vardı. (gerçi hala arkadaşımdır, fırsat buldukça görüşürüz). Ceyhun Eriş’in kuzeniydi. Yani Ceyhun sülalesinden biriyle arkadaş olmak garip bir duygu. 98 Dünya Kupası da çok ilginçti benim açımdan. Ortega her maç döktürüyor, Arjantin adım adım zafere doğru gidiyordu bana göre…taa ki Ortega bir an sinirlenip Van der Sar’a o kafayı atana kadar. Maçı izlediğim ortamda herkes Ortega’ya kızıyordu, bir tek ben savunmuştum onu. Bir insana hayran olmak, ya da bir takıma gönülden bağlanmak böyle bir şeydir işte. Hatalarını, kusurlarını örtmeye çalışırsınız. Aynı duyguları Zidane gidip Materazzi’ye kafayı koyduğunda da hissetmiştim.
El cevap: Ariel Ortega şayet ömrü vefa ederse, 2010 Dünya Kupası’nı evinde televizyonunun karşısında içkisini yudumlayarak takip eder bence. Bu saatten sonra olmaz o iş. Olursa da çok şaşırırım valla, ne yalan söyleyeyim.
El cevap: Neyini merak ediyorsunuz ki? Nihayetinde blogdaki yorumlara yorum yapan bir ademoğludur. Tanımadığım bir kişiyi daha nasıl anlatayım yahu? Hiç izlemediğim maçlara dair analiz yapıyor muyum mesela? Hayır tabii ki.
El cevap: Verilen örnekler en uçuk örnekler tabii. Mesela Ajax kulübü malumunuz futbolda altyapı dendiğinde son yıllarda akla gelen ilk takımdır herhalde. Gerçi bu konularda ahkam kesmem uygun düşmez aslında, oraları en iyi anlatacak kişi bellidir Fırat Topal’a sormak lazım bu tip soruları. Lakin dilimde döndükçe cevaplamaya gayret edeyim. Türkiye’de bazı istisna kulüpler hariç mantık bellidir, kısa vadede başarıya ulaşmak. Bunun sebebi de sabırsız camiaların olması. Bir de bunlara ek olarak bazı kulüplerin altyapılarında o kadar pis işler çevriliyor ki insanın onları buraya yazası gelmiyor. Bunlarda da ne yazık ki eski futbolcuların parmağı var. Bir şekilde o mevkileri rant kapısı olarak görüyorlar ve amaçları sağlam bir altyapı sistemi üretmek yerine, günü kurtarma çabaları ve bazı nahoş girişimler. Hadiseyi Fenerbahçe eksenli yorumlasam daha iyi olur. Bir ara hatırlarsanız Fenerbahçe altyapıda bir değişim sürecine girdiğini açıklamış ve Hollandalı Joop Lensen ve ekibini Türkiye’ye getirmişti. Bu duyurulduğunda Aziz Yıldırım şöyle bir cümle kurmuştu, “Yeterli eğitim almamış eski futbolcuların altyapılara görev alması son derece yanlıştır”. Vay be demiştik. Fenerbahçe resmen yıllardır unuttuğu altyapısıyla ilgili ciddi yatırımlar yapıyor. Ve her şeyin ötesinde bu işin eğitimli isimlerce yapılması gerektiğinin farkına varılmış. Neyse efendim, Lensen ve ekibi malum tecrübeli kişilerdi. Bu işin erbabı denecek insanlardı. Yanlış hatırlamıyorsam Man.Utd, Barcelona gibi kulüplerle bazı çalışmalar yapmışlardı. Bunları duyduğumuzda yüzümüz gülüyordu. Fenerbahçe altyapısında bir sistem oluşturmaya çalışıyordu. Onunla konuşma fırsatı bulan kişilerle görüştüğümüzde adamların çok iyi tespitler yaptığı ve bir sistem oluşturma çabası üzerinde durduklarını öğrenmiştik. Sonra ne oldu peki? Önce kısa vadede başarı isteme manyaklığında olanlar genç takımlardan oyuncu çıkmasını beklemek yerine Beşiktaş, Galatasaray gibi takımları yenmek gibi küçük hesapların daha önemli olduğunu ima ettiler. Daha sonra da bazı eski futbolcular içten içten Lensen ve ekibinin altını oydular. Malum rant kapıları kapanmıştı. Bir gün bir de baktık, Lensen ve ekibi sebebi net olarak açıklanmadan kapı önüne kondular. Altyapıda bir rakibi 5-0 yenmek yerine, öğretilen sistemden ödün vermeden, o sistemi iyice kavrayaran oyuncular yetiştirmeyi amaçlamak olan adamları şutladık, sonra da altyapının gözbebeği Özgür Çek’i Ankaraspor’a gönderirken ses çıkaramayan Şenol Çorlu ve ekibi geldi işte. Sorunun çizgisinden uzaklaştık, olayı Fenerbahçe altyapısında yaşanan garip olaylara doğru kanalize ettik ama ucundan kıyısından köşesinden bir şekilde cevabın dalları arasına tutturmuşuzdur herhalde.
34- Haan: Neden blog da eskisi gibi karşı cins ilişkilerine yer vermiyorsun?
El cevap: Başka yerlerde yazıyorum zaman zaman. Dikkatli takip eden görecektir onları. Ariel Ortega Bloga da yazarım tabii de, şu sıralar fırsat bulamıyorum. O tarz konuları yazmayı seviyorum. Zaten blogum futbol blog değildir, tamamen kişisel bir blogdur iddiamın başlıca sebeplerinden biridir. Hayatıma dair yaşadıklarımı, ilginç tecrübelerimi blogda yazıyor olduğuma göre gayet kişisel bir blogdur Ariel Ortega Blog. Yorumlarda “futbolu yanlış yorumluyorsunuz”, “şu futbolcuyu bir daha izleyin bence” vb. eleştirilere bu bağlamda anlam veremiyorum işte. Rıdvan Dilmen değilim ki ben arkadaş, futbol yorumcusuymuşum gibi eleştiriler alıyorum. Eleştiriye karşı değilim elbet. Fakat makul eleştiri olsun bir zahmet.
Google Reader’dan takip ettiğim, vakit ayrırıp okumaya değer bulduğum bloglar arasındaydı . Blog söyleşileri fikrini düşünürken, benden evvel davranmanızı kıskanmıştım mesela. Çok güzel hareketler bunlar bence. Tardini Büfe söyleşisiyle başlayan bu seriyi daha bir ilgiyle takip ediyorum, onu da belirteyim. Keyifle okuduğum bloglardan birine, tanıdık bir ismin de (Jordan) yazılarıyla dahil olması ayrıca hoşuma gitti bir de.
36-Söyleşi için Teşekkür ediyorum...
El cevap: Rica ederim. Esas ben teşekkür ediyorum. Bu söyleşideki sorulara cevap verdiğim anlarda kendimi matah biri gibi hissetmemi sağladınız. Yine beklerim.
11 YORUM:
eheh, 'adını sen koy' hakkında zaten anlatacak bir şeyi olmadığını biliyordum, belirtmiştim de soruda :) aslında onun hakkında neler düşünüyor deseydim daha iyi olurmuş..
güzel röportaj olmuş, ağzınıza sağlık..
Çok sevdiğim bir abimdir Ortega.Aslında abi diye hitap etmem de yaş itibariyle abim sayılıyor işte.Yaşını da hiç göstermez,ilk öğrendiğimde çok şaşırmıştım. :/
98 Dünya kupasını ben de Ortega,Ortega diye izleyen bir velettim.Hatta Türkiye'ye gelmiş en yetenekli oyuncu ve Maradona'nın veliahtı olmaya en büyük aday Ortega'ydı bence.Tabi benim Ortega sevgim,Hasan'ın sevgisinin yanında bok yer.Bir ortak noktamız da Cranberries'tır.Bu vesileyle kaynaşmışlığımız vardır zaten.
Güzel bir röportaj olmuş,elinize sağlık...
mutlu parkan okuyan birilerine rastlamak güzel valla..
güzel bir soyleşi olmus ama en cok
29 soruya ve verilen cevaba bayildim :)
ama ben kurekleri de selcuk a cektirirdim :)
Çok güzel olmuş hocam ellerine sağlık. Bir dahaki söyleşi de 50 soruyu bekliyoruz :)
aa ben =) soranın da cevaplayanın da ellerine sağlık yorumunu da yapayım tabi.
" Bunu okuyan Makineci arkadaşlar şimdi hemen “şansa bak” demişlerdir."
Demez olur muyuz Ortega, dedik tabii.
Arkadaşım olduğundan mıdır nedir ama her gün düzenli takip ettiğim tek blog Hasan'ın sanırım.. Nedeni de zaten futbolu (sporu), siyaseti, sinemayı, müzigi, kitapları vs. gerekli yerlerden takip ederken bunca blog çokluğu arasında zaten nete ayırdığın vakit de belli iken insanın hangisini takip edeceğini şaşırması.. Özellikle futbol bloğu çılgınlığı kabak tadı vermeye başladı ve Hasan'ın da dediği gibi Aceto Balsamico, Flying Dutchman gibi başarılı blogları taklit ettiklerinden onlardan bile sıkılma derecesine geliyor insan. Ee Hasan'ın da uslubunu sevip ortaya karışık bir blog da olunca tadından yenmiyor. Yorumlara kadar okuyorum(dum), Adını Sen Koy beni çileden çıkarana kadar. Eh gördünüz, gayet tahammülsüz biri gibiyim ama buna rağmen bu blogdan sıkılmıyorsam vardır nedeni :p (Hasan jelibonumu isterim :D ) Herneyse samimi olarak belirtmek isterim ki söyleşi de gayet hoş ve sıcak olmuş.. Soruların ve cevapların güzelliği için teşekkürler..
röportajlari zevkle okumaya devam ediyorum. güzel bir calisma, tebrikler!
o değil de canım kolalı jelibon çekti...
mis gibi olmuş, okuduğumuz şeyi neden okuduğumuzu bir kez daha hatırlatmış...
29. cevap da gerçekten el cevap:) yalnız güiza yı sandala bindirsek o böyle uzaklaşsa batan güneşe doğru, niagara şelalerine doğru, o da fena olmazdı:)
@ Beercholic
şu adını sen koy Allah'tan buraya bulaşmadı :)
@ steven_stiffler
teşekkür ederim. Evet, Kendisinin yaşını öğnendiğimde bende şaşırmıştım.
@ ismenegerekvar
sende de adını sen koy havaları seziyorum her yazının altındasın. Google hesabın yok mu senin :)? Ayırca 50 soruda çok fazla artık :)
@ voodoo girl
teşekkür ederim
@ fd
bende takip ettiğin için teşekkür ederim.
Yorum Gönder