Söyleşilerde blog dünyasından dışarıya çıktık bu ayakta... Sıradaki konuğumuz sevgili Banu Yelkovan. Kendisine zaman ayırdığı için buradan tekrar teşekkür ediyorum. Keyifli okumalar...
1- Bunu sormadan olmuyor... Banu Yelkovan kimdir bize anlatır mısınız?
Sainte Pulcherie sonrası Saint Michel mezunu, Istanbul Universitesi Uluslararası Iliskiler Bölümü’nü bitirmiş ama neden bitirdiğini hala anlayamamış, araya Paris’te fotoğrafçılık kursu sıkıştırmış, basın sektöründe pekçok yerde çalışmış, futbola, okumaya, gezmeye ve politika hariç herşeye meraklı, doğuştan iyimser bir insan.
2-Sanıyorum üniversite yıllarından beri sporun içindesiniz. Peki spor yazarlığına nasıl başladınız? Bazı engeller ile karşıalştınız mı?
Spor yazmaya başladığımda çok uzun yıllardır basının içindeydim. Muhabirlikten editörlüğe, yazıişleri müdürlüğünden moda çekimlerine “ne iş olsa yaptım abi” durumunu hayata geçirdim. Spor yazarlığına bir gün Cihangir’deki Smyrna kafede otururken Yiğiter Uluğ’un “Radikal Futbol’a yazsana...” teklifiyle başladım. Herhangi bir engelle karşılaşmadım. Gerçi yazdığım yazıların içeriği itibariyle basının ‘içinde’ olmam gerekmiyor. Maç yazısı yazmıyorum netice itibariyle. Tabii bunda yazdığım gazetenin Radikal’in olmasının da etkisi vardır mutlaka. Basının içinde kadın futbol yazarlarını sevmeyen, istemeyen, çekemeyen, beğenmeyen mutlaka vardır ama yüzüme karşı bir şey söyleyen olmadı.
3-Türkiye'de son yıllarda bir artış olsa da bayanların futbola ilgisi halen çok değil. Sizin ilginiz nasıl başladı?
Kendimi bildim bileli sporla ilgiliyim. Keşke burası başka bir ülke olsaydı da sporla ilgilenmek yerine, spor yaparak büyüyebilseydik! Ama spor yapabilmenin “lüks” kategorisinde olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Yüzmek için 5 yıldızlı otellere, yürüyüş bantlarında yürüyebilmek için pahalı spor salonlarına muhtacız. Spor hayatımızın bir parçası değil, “spora başlamak” diye bir deyim var dilimizde, üstelik bir türlü de başlayamıyoruz! Neyse, kadınlar neden futbolla çok ilgilenmiyor? Bence maça gitmemiş oldukları için ilgilenmiyorlar. Ben bir kez maça giden herkesin futbolu seveceğine inanırım. Tabii sevmemelerinde evdeki erkeklerin tutumu da etkilidir. Bir de şu var, erkeklerin futbolu “sevme” biçimi kadınlara çok uygun değil. Kadınların 90 dakika kımıldamadan, gözlerini ayırmadan ekrana bakabilmeleri için evdeki futbolu seven erkeklerin, rakip takımın ataklarında “ofsayt” diye bağırmak ya da ekrana küfretmek dışında birşeyler söylemeleri, maça kadınların ilgisini çekecek açılar getirmeleri şart.
4-Yazılarınızda futbolun arka planda olan yüzünü daha çok ele aldığınızı görüyoruz. Bunun nedeni nedir?
Çünkü futbolcunun formasının içindeki “adamın” karakterinin sahadaki oyun stilini bile belirlediğini düşünüyorum. Bu yüzden o adamı merak ediyorum. Bana göre ülkelerin kültürel kodları, futbolu sevme, hatta oynama şeklimizi belirliyor. Yazılarımda da bu konulara kafa yormaya çalışıyorum. Benim için çok çalışkan ve kendini geliştirmiş bir oyuncu, çok yetenekli ama üzerine hiçbir şey koymamış bir oyuncu kadar, hatta ondan daha değerlidir. “Yetenek kültü” olan bir ülkede yaşıyoruz. Bunu sık sık söylüyorum ama ben yeteneksizlerin bile spor yaptığı, yapabildiği bir ülkenin hayalini kuruyorum. Aynı sebepten, bu ülkeden defans oyuncusu çıkmaması da içime derttir mesela. Çünkü defans oyuncusu olmak için yetenek yetmez, azim, çalışkanlık, öğrenmek, öğrenmeye açık olmak da gereklidir.
5-Futbol hayatın ta kendisidir... Yoksa değil midir?
Futbol hayatın önemli bir parçasıdır ama kendisi değildir. Hayatı sadece futbol olan ve onlarla başka bir şey konuşamadığınız insanlar sıkıcıdır. Bu ülkede futbolu kendi kişisel kariyerleri üzerinden anlatan, anlamlandıran, üstelik bunu –dir, -dır gibi kesinlik içeren ifadelerle yapan yorumcular var. Futbol onlarla başlamış, onlar bıraktığı gün de bitmiş gibi anlatıyorlar. Futbol hayatın kendisiyse eğer, herhalde onların hayatıdır. Benim hayatımın tamamı futboldan ibaret değil. Çok şükür!
6-Futbol yazarları illa ki futboldan mı gelmeli ?
Futbol oynamamış bir kadın olarak bu soruya “evet” dersem tarihe geçerim herhalde! Genelleme yapmış olmayayım ama bu ülkenin okumaktan en hoşlanan meslek grubu futbolcular değil. Okumayı sevmeyen nasıl yazacak ki? Burada bahsettiğim konuşur gibi yazmak ya da o gün oynanan maçı taktik olarak yorumlamak değil. Futbol “yazarlığı” başka bir şey. Yazıları yıllar sonra okunduğunda da aynı tadı verecek futboldan gelen bir yazar tanıyor musunuz? Yazmaya madem bu kadar meraklılar, o zaman oturup kendi otobiyografilerini yazsınlar mesela? O alanda o kadar büyük bir eksiklik var ki? Bu ülkenin futbolseverleri olarak futbolcuların dost meclislerinde anlattıkları hikayelerin yüzde 10’unu bilmiyoruz. Zaten bu yüzden “Bir konuşursam karşıki dağlar yıkılır” diyorlar her yeri geldiğinde. Ben onların maç yorumlarından ziyade, futbol oynarken yaşadıklarını merak ediyorum. Birşeylerin değişmesi için, karşıdaki bazı dağların da yıkılması gerekir yani icap ediyorsa. Ama kimse anılarını yazmaya yanaşmıyor. Sadece etliye sütlüye dokunmayanlar anlatılıyor. Onları da anlatsınlar, çünkü gerçekten çok eğlenceli olanlar var ama sonuçta onlardan “fıkra” kitabı beklemiyoruz, otobiyografi istiyoruz.
7-Galatasaraylısınız... Nasıl başladı bu sevgi?
Florya’da büyüdük. Ya Şenlikköyspor’u tutacaktık, ya Galatasaray’ı. Galatasaray tesisleri evimize daha yakındı, onu tuttuk! J
8-Yazı yazarken bazı kesimleri kızdıracağınızı ya da üzeceğinizi düşündüğünüz oluyor mu?
Kırıyor muyum bilmiyorum ama sonuçta kırmak ya da üzmek için yazmıyorum. Bir şey yaparken niyet önemliyse gerçekten, bilinsin ki niyetim kimseyi kırmak ya da üzmek ya da bilinçli olarak polemik yaratmak, ortalığı kızıştırmak falan değil. Zaten yapı olarak çatışmadan değil, uzlaşmadan yanayım. Ama sonuçta ortada beni kızdıran birşeyler var ve bunun üzerine yazıyorum; neye, neden kızdığımı anlatıyorum. Kızan, kırılan biri varsa ortada, bu, onlardan önce benim yani! Bir futbolsever olarak. O yüzden yazmışım zaten o yazıyı. Okuduklarında birileri kırılıyorsa, kızıyorsa beraberlik golüdür o. Yoksa genelde mağlup-mağdur olan takımın oyuncusuyum bu ülkede.
9-Peki bir yazıyı yazdıktan sonra 'olmadı bu' diyerek silip attınız mı hiç?
Hiç başıma gelmedi. Aslında yazıları önceden yazdığımda, yazı günü geldiğinde beğenmiyorum. Bu yüzden hep son dakikada yazıyorum ve olmadı deme lüksüm pek olmuyor! Siz Uğur Vardan’ın tersi ne terstir bilmezsiniz tabii. J
10-Kısa olarak Avrupa'daki 5 büyük lig, TSL ve Şampiyonlar Ligi Şampiyonluk adaylarınızı alalım...
Chelsea, Inter, Real Madrid, Bayern Munich, Bordeaux. TSL için tahmin yapmam. Şampiyonlar Ligi’ni Inter alsın istiyorum. Ama onların da Chelsea maçları kritik tabii.
11-Ülke kurtarıcı Hiddink geldi hoş geldi... Hiddink'in Türk milli takımına katkısı ne düzeyde olacaktır? Güzel günler yakın mı?
Hiddink kendini milli takımlarda kanıtlamış bir hoca olarak geldi. Ama ilk kötü sonuçta ona Fenerbahçe’den kovulmuş adam muamelesi yapılacak, o ayrı. Ülke olarak, her konuya yaklaşımımız, “Bunun benden ne fazlası var?” tadında. Ne fazlası var, öğrenmeye çalışmak yerine, sürekli eleştiriyoruz. Bugün bir yere ofisboy giren, iki gün sonra müdürünü gözüne kestiriyor, “Onun aldığı maaşı ben alsam..” diye konuşmaya başlıyor. Kendine güvenin bu kadarı bana fazla. Cesaret ve cüret farklı iki şey. Bizim genelimiz cesur değil, cüretkar.
Hiddink, “kurtarıcı” olarak geldiğini düşünmüyordur ki bizi kurtarsın? Bize katkısı ne olabilir? Rusya’nın, Avustralya’nın oynadığı oyunları hatırlayan biri olarak beklentim yüksek. Ama karşınızdakinin size ne vereceği, ne öğreteceği, sizin ne almak ne öğrenmek istediğinizle çok bağlantılıdır. Şu anda neye hazırlanıyoruz? Öğrenmeye, anlamaya çalışmaya mı, eleştirmeye, beğenmemeye mi?
12-Futbol Bloglarından takip ettikleriniz mutlaka vardır... Ne düşünüyorsunuz futbol blogları ile ilgili?
Yenilsen de Yensen de’de yer alan bütün arkadaşların blogları takibim altında! Bunun yanı sıra tabii ki acetobalsamico, blogidmanyurdu’na göz atınca zaten çoğunu okumış gibi oluyorsunuz.. Coşkun Çelik’in kalearkasi.blogspot.com’unu da seviyorum. Bener Onar yeni bir bloga başladı, o da çok güzel. Bu arada yabancı blogları da takip ediyorum. Google Reader’ım sürekli +1000 tadında!
13-Peki futbol bloglarının bu kadar fazla oluşunu neye bağlıyorsunuz?
Bu ülkede herkesin futbol hakkında konuşacak lafı olmasına. Halihazırda konuşanlardan daha iyi konuşacaklarına inanmasına. Bazı durumlarda da gerçekten konuşabilecek olmalarına. Bunun benim için bir sakıncası yok. Ama o kadar çok şey okuyorum ki neyi nerede okuduğumu şaşırıyorum bazen.. Futbol bloglarının yanı sıra dekorasyon, moda, çocuk blogları, edebiyat, yemek, alışveriş bloglarını da takip ediyorum. Ammaaaaa.. Eğer bir blogda imla hatası görürsem, -de’ler, -da’lar birleşik yazılmışsa, içerik kadar, niteliğe önem verilmemişse hemen takibi kesiyorum. Bu editörlükten kalma bir mesleki deformasyon da olabilir tabii ama benim için üslup da, imla da, içerik kadar önemli. Ne yapayım?
14-Futbol Blogları alternatif bir spor medyası olabilirler mi?
Bence oldular bile!
15-Futbol Blogu olan bir blogger zamanla medya sektöründe kendine yer bulabilir mi sizce?
Bulmuyor mu? Benim aklıma birsürü örnek geliyor.
16-Sizin bir blogunuz var ancak ayrı olarak bir futbol blogu açmayı düşünüyor musunuz?
Hayır düşünmüyorum. Mevcut blogum (chez-be.blogspot.com) ise gerçekten günlük niyetine tuttuğum bir blog. Beğendiğim ve sonradan bulmak isteyebileceğim herşeyi koyuyorum. Bir nevi scrapbook.
17-NTVspor'daki program nasıl gidiyor? Uzun süre devam edecek mi? Bununla ilgili gelecek planlarınız neler?
NTVSpor’daki programı çok seviyoruz. Oradaki çocuklarla arkadaş grubu gibi olduk! Kendi aramızda mail grubumuz var, twitter’dan haberleşiyoruz. Program inşallah uzun süre devam eder çünkü bu programa başlarken hedefimiz “Başka bir taraftar mümkün”ü kanıtlamaktı. Bunu da kanıtladık sanırım. Ama bu defa da programdaki çocuklar yorumcu gibi oldular eleştirisi geldi. Şimdi her programda 3-4 yeni arkadaşa yer veriyoruz. Sanılanın aksine, her yeni gelen bizim bu iddiamızı pekiştiriyor. İçinde yaşadığımız için farketmiyoruz ya da bu değişim arzu ettiğimiz kadar hızlı olmuyor olabilir ama bu ülkede yine de birşeyler değişiyor. “Yeni nesil” gerçekten çok farklı. Gelecek planlarına gelince, fazla plan yapmayı seven bir tip değilim sanırım.
18-Size göre ve izlediğiniz oyuncular içerisinden bir 'Banu Yelkovan FC' yapmanızı istesek?
Sevdiğim oyuncular çok ama bu söyleşiyi bir an evvel yollayabilmek için kadro yapmıyorum. Ben kendi kadrosunu yapan değil, elindeki kadroyla oynayan türden bir teknik direktör olayım bu seferlik!
19-Ne dinler, neler okursunuz? Nerelerde vakit geçirmekten hoşlanırsınız?
Her elime geçeni okurum desem yalan olmaz. Denizde yüzerken ıslanmış gazete bulsam onu bile okurum. Koşuşturmadan, kalabalıktan, gürültüden hoşlanmam. Tünel civarını, Asmalımescit’i severim ama haftasonu değil, Bodrum’u severim ama yazın değil. Haftasonu kahvaltıya gitmeyi çok severim ama sabah erkenden ki “çılgın kalabalık” sokağa çıktığında eve dönebilmiş olabileyim. Bilmem anlatabildim mi? Kitapçıları, müzeleri çoook severim. Arkadaşlarımla vakit geçirmeyi severim. Yurtdışında, özellikle Fransa’da, olmayı çok severim.
20-Hangi futbolcunun ortasına kafa vurmak istersiniz?
Hagi’nin.
21-Bitirelim sizi daha fazla yormadan. Son olarak varsa Barbarossa ile ilgili düşüncelerinizi alalım...
İzleyeceğim bloglara bir yenisi daha eklendi! Allah sonumu hayretsin!
22-Çok teşekkürler, başarılar...
Ben teşekkür ederim!
****