Ne demişti Jose Mourinho?
"Barcelona'ya yenilirsek ne mi olacak? Ertesi gün Salı olacak sadece..."
Evet, bugün Salı olmasına Salı ama, güzel bir Salı değil. Aslında Pazartesinin de o kadar güzel başladığını söylemek zor. Barcelona - Real Madrid maçını izlemeye başladığımızda yanımdaki arkadaşlarıma daha maçın 37. saniyesinde 'Barcelona baskılı başladı' dedim espri yolu ile, güldük eğlendik. Aslında öyle olmuştu. Barcelonalı Messi'nin ilk dakikalarda kaleyi yoklaması ve topun direkten dönüşü bazı şeylerin sinyallerini de vermişti.
2005-2006 sezonuydu. Real Madrid aslında hikayesi çok bol olan Los Galacticos döneminin sonlarındaydı ve o sezon Santiago Bernabeu'da oynanan ve Ronaldinho'nun harikalar yarattığı maçın sonunda Real Madrid taraftarları ayağa kalkmış, 3-0'lık Barcelona galibiyetini kutluyorlardı. İşte dün gece de son düdük çaldığında tüm 90 dakika olanları unuttum ve Barcelona'nın oyununu alkışladım. Çünkü alkışlanması gerekiyordu. Geçtiğimiz sezon Katalanlara Inter altında büyük eziyet yaşatan Jose Mourinho, yine aynı stadyumda ömründe bir maçta yemediği kadar gol görerek üzgün ayrılıyordu... Jose tüm bunlara alışkın değildi.
Jose Mourinho'nun bir şampiyon olduğu asla inkar edilemez. O gençliğinde asla iyi bir futbolcu olamadığın anladığında bu yola baş koyduğundan beri dünyanın en iyisi olmayı fazlasıyla başardı. Ve bunları takiben kendi kendini methetmekte de gecikmedi. Haklı olarak... Porto'yu zirveye taşıdığı yılların ardından kendini hep özel biri olarak gördü. Ondaki sahte bir alçakgönüllülük değildi. Chelsea'de göreve başladıktan sonra yarım yüzyıldır kupa alamayan bir takımı şampiyonluğa taşıdı ve özel bir isim olduğunu yine kanıtladı. Göze fazlasıyla çarpan bir ego, insan yönetimi, harika bir antrenörlük yeteneği ve sonsuz çalışma kapasitesi... Jose Mourinho'nun tüm bu özellikleri maalesef Barcelona'nın son yıllarda oynadığı futbolu 'Real Madrid' çatısı altında 'şimdilik' durdurmaya yetmedi. Barça tribünlerinde açılan 'tercümandın tercüman kalacaksın' pankartının cevabı aslında Inter'in başında iken verilmişti ancak dün gece tüm bunlar yutulmak zorunda kalındı...
Daha önce görmediğim, daha iyi oyunlar seyrettiğim ancak bunu hırsı ile bütünleştiren bir oyuna şahit etmeyen bir Barcelona idi sahadaki. Ekran başında dahi baş döndüren bir pas trafiği, 'eh yeter artık' derecesine getiren ve rakiple dalga geçen temposu ile harika bir takım. Ronaldo'nun Pep Guardiola'yı itekleyip ortamın bir anda gerilmesi, Sergio Ramos'un hem Puyol'u hem de Xavi'yi tokatlama teşebbüsleri de Real Madrid hırsının elinden oyuncağı alınmış çocuk psikolojisine dnmüş hali gibiydi. Birini düşünün, bir şeyle uğraşıyor, didiniyor fakat yaptığı şey bir türlü istediği gibi olmuyor. Sonunda ise 'eh yeter!' diyerek fırlatıyor elindekini. İşte Real Madrid'in oyunun sonunda 'Jeffren ve hile ile' ruh hali tam da bu şekildeydi. Tüm bunlardan hareketle benim yazdığım bu yazının başlığı da doğal olarak El Clasico'dan El İnsaf'a dönüşmüş oldu. Atılan onlarca pasın ardından gelen golde bunların üstüne tuz-biber gibi eşlik etti. (Fenerbahçe'nin Galatasaray'a 4-0'lık maçta attığı 4. golde, Anelka'nın tamamladığı ve 35 pas yapılan gol, bu alanda en iyisi).
Barcelona sahada harikalar yarattıkça, Ben ekran başında, Jose Mourinho'da kenarda çaresizliği artan bir adamlara dönüşüyorduk. Maç 5-0 bittiğinde ise ortada Santiago Bernabeu'da alınan 2-6'lık galibiyetten daha önemli bir sonuç vardı Barça için. Çünkü kenarda bekleyen en büyük Real Madridli Jose Mourinho'ydu. 'Real Madrid'i yenersek orgazm yaşarız' diyen Xavi, ilk golde 'Barça modadır, gelir geçer' diyen Iker Casillas'ı mağlup etmişti ve işte o golden sonra benim adıma o maç bitişti. Çünkü oyunun gidişatı, seyri, Real Madrid'in ancak bir duran toptan ya da benzerinden gol atacağına işaret ediyordu ki, Ronaldo'nun direği yalayan serbesyt vuruşu dışında beni heyecanlandıran bir durumda olmamıştı...
Gelelim Mourinho'nun Inter ile yaptığının neden Real Madrid ile başaramadığına. Çok uzun bir paragraf açmaya gerek yok. İki cevabı var ve çok basit. İlki Inter'deki savunma oyuncularının ve takımdaki savunma kurgusunun tam da Jose'nin aradığı cinsten oluşu. İkincisi de Real Madrid'in istekleri doğrultusunda 'Ben gitttiğim ülkeye göre top oynatırım' diyen Jose Mourinho'nun Inter'i çalıştırırken aldığı önlemleri Real Madrid'in başındayken almaması. Fakat bende maçtan önce bu tür bir önleme gerek olmadığını düşünmüştüm. Hatta Higuain'in sakat olduğu ve oynayamayacağı açıklandıktan sonra işin içinde bi uyanıklık arayıp ilk onbirde Lassana Diarra'yı bekledim ama Mourinho Real Madrid'e oturtmaya çalıştığı sisteminden vazgeçmeyerek El Pipita'nın yerine maç boyunca çok etkisiz olan Karim Benzema'yı oynatmıştı. Tabii mevcut olan bu sistem, 4-0 dan sonra geri döndürülemeyecek skoru falan düşünmeyip sırf Barça'nın dominasyonunu yıkma amaçlı düşüncelerin de rafa kalkmasına neden oldu. Zaten son anlara doğru Lassana Diarra'nın oyuna dahil oluşu da Mourinho açısından belki de bir pişmanlığın göstergesiydi.
Bu maç aynı zamanda benim açımdan Barcelona'nın daha önceki haftalardaki gibi herhangi bir La Liga maçı oynuyormuşçasına bir oyun sergilemesi ile vurucu nokta oldu. Önüne geleni bir şekilde yenmeyi başaran Barcelona ve Real Madrid arasındaki fark dün gece ortaya çıkmış oldu. Aslında pek tabii uzun olan ligde şampiyonluğun belirleyicisi bu maçlar olmayacaktır ancak geçen sezon örnek alındığında endişelenmek için fazlasıyla da sebep mevcut. Bunlardan ilki geçen sezon neredeyse 100 puana yaklaşan Manuel Pellegrini'nin beğenilmeyip gönderilmesinden sonra Jose'nin de bir Barcelona maçını kaybetmesi. Kişisel fikrim zaten Real Madrid'in bir şekilde La Liga maçlarını kazanabildiği. Bunu 2009-2010'dan da rahatlıkla görebiliyoruz. Şimdi Jose Mourinho'nun Real Madrid'e vermesi gereken ve farkını hissettirmesini sağlayacak 2 şey; Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu ve iki Barcelona maçınında en az 4 paunla bitirilmesi. Artık bu iki maçtan biri gitti ve kesinlikel söyleyebilirim ki Santiago Bernabeu'daki Barcelona maçının mutlaka kazanılması gerek. Evet, ligde neler olacağı, kimin hangi takıma puan kaybedeceği hiç belli olmaz ancak Yunan basınının 'Special one, 2, 3, 4, 5' başlıkları atıp dalga geçtiği Mourinho, geçen sezon Pellegrini'nin hissettiremediği farkı kendi evimizde oynayacağımız maçta mutlaka hissettirmeli.
Son olarak Barcelona ile ilgili sözlükte şöyle bir entry gördüm, Barcelona'nın yaptığını en iyi anlatan. "Herkes bilir ve söyler, futbol bir takım oyunudur. Hücum ve savunma takım olarak yapılır, topu kaybettiğin an topu kapmak icin alan daraltılıp pres yapılması gerekir, topa sahip olunca topa sahip olmayan diğer oyuncuların hemen boşa çıkıp top alması gerekir. Futbolun yetmiş - seksen metre arasında değil, otuz kırk metre arasında oynanması gerekir. Çalım sadece gerektiğinde atılması gerekendir, gerektiğinde çalım atabilecek oyuncularin takimda olmasi gerekir. Bu oyuncularin gereksiz çalım atıp kendilerini yormak yerine gerektiği kadar pas yapıp rakip takımı yormasını bilecek yetenek ve akıla sahip olmaları gerekir... Tüm bunları bu oyuna kafa yorup biraz düşünen herkes söyleyebilir ama nedense kimse böyle bir takım yaratmayi başaramaz, takımını bu şekilde oynatamaz. Herkese kolay görünen herkese kolay göründüğu için basit geleni kimse beceremez..." İşte Barcelona, burada yazılanları çok iyi beceriyor ve aslında rakibe duyulan hayranlıkta bu yüzden...
Son cümlemi de temennilere ayırayım, sezon sonu Real Madrid şampiyon olursa anarız. "Kasım Barça'nın, Mayıs Real Madrid'in olsun." Ve tabii, El Clasico'nun ardından yaşanacak bir konsantrasyon bozukluğu ile beraber önümüzdeki hafta derbide Espanyol'un Barcelona'yı yenmesini bekliyoruz...
Kısmet...
Son olarak; "Üşüyoruz sobayı yak Raul Reyis..."
29.11.2010, BARCELONA 5-0 REAL MADRİD
---> Terazinin iki kefesi; Real Madrid ve Barcelona. Biri yoksa, diğeri de yok...
---> Barcelona 5-0 Real Madrid: historic Barca win (Zonal Marking)
---> José Mourinho admits Barcelona's thrashing of Real Madrid was fair (The Guardian)