Sırada 'Her Boku Bilen Adam' var. Bu kez biraz farklı bir söyleşi olmasını istediğim için onun blugunu tercih ettim. Gerçekten de farklı oldu. Kadınlardan, Ne zaman 'milli' olduğundan, Sakarya'dan, Kocaeli'den, Yemekteyiz'den, Fethullah Gülen'den, House dizisinden, Nihat Doğan'dan ve hatta Fil Bokundan bile konuştuk kendisiyle. Fakat halen kendisinin ne ismini biliyoruz, ne de yaşını... Verdiği söyleşiye rağmen gizemini koruyor yani HBBA. Kendisine vakit ayırdığı için teşekkür edelim ve sorulara geçelim. Bu arada söyleşi serisinin 'cevapları' en uzunu HBBA ile olan söyleşimiz oldu, şimdilik...
1- Önceden uyarıyı verdin. Adımı, yaşımı, boyumu posumu söylemeyeceğim diye. O zaman şöyle soralım. HBBA ne yapar blog dışında? Ne yer, ne içer, ne izler, ne dinler?
Bak direk tuzak soru ile başlamış. İnce eleyip sık dokuyarak cevap vermeye çalışayım. Blog dışında çok ilginç bir hayatım var ama kişisel bilgi vermek istemediğim için bunları yazamıyorum. Yoksa inanın sadece bir günümü yazsam bile şu anki yazılarımdan çok daha fazla okunur eminim bundan. Bazen parçalar da yerleştiriyorum yazılarda ama çok da belli etmemeye çalışıyorum. Sorunun diğer şıklarına gelince de yemek konusundan başlayayım,
Efendim ben çocukken obezdim. Hani "şişman" değil bildiğin obezdim. Michelin maskotuydum yahu. Bunun da sebebi anneannemle beraber yaşamamdan ileri geliyordu. Gecenin bi yarısı sırf canım istedi diye börek açtığını bilirim. Öyle de olunca daha çocukluktan "yemek seçmek" diye bi bela bulaşıyor hayatınıza. Çok çabuk kilo alıp verebilen bir bünyeye sahibim. 2 ayda 20 kilo verdiğim dönemler de oldu 1 haftada 5 kilo aldığım dönemler de. O yüzden bu "yemek seçme" denen saçmalığı formda kalma çabasına dönüştürdüm. Hiç sağlıklı değil ama çok yemek yememeye çalışıyorum. Sigara ve içki de kullanmıyorum.Şaşanlar olabilir buna şimdi. Ama "zararlı" olduğu için değil bu kulanmama durumu. Bi tat alamıyorum ben sigaradan içkiden. ama asıl belam çok fazla abur cubur tüketmem ki bence sigaradan bile daha tehlikeli. Geceyarısı açık tekel bayisi arayıp ağır ağbilerin yanında çikolata,gofret alıp çıkabilen bir insanım.
Ne izler sorusundan kasıt tv ise; nerede bi absürtlük var onu izlerim. Evde isem mutlaka İzdivaç programları, Yemekteyiz, Flash Tv ve benzeri tipte kanallar arasında gezerim. Canlı canlı youtube videosu izlemek gibi bir şey onları izlemek. Eskiden cnbc-e, E2 tayfasındandım ama televizyondaki sansürler, reklamlar, alttan üstten çıkan saçmasapan şeyler yüzünden televizyondan dizi, film hayatta izlemez oldum. "Ayhan Sicimoğlu"nun resmen hastasıyım. Kaçırmam programını. Ayrıca Wipeout izlemediğim bir haftayı yaşıyorum saymam. Orhan Ayhan'a oldum olası hayrandım zaten. Wipeout ile de bu doruğa çıktı. NTV Spor'un Burcu Esmersoy, Sergen Yalçın, Hakan Ünsal üçlüsünün olmadığı her programını izliyorum. Diğer futbol programlarından da en sevdiğim Total Futbol.
Hayatımda izlediğim en iyi dizi Six feet Under’dır. Üzerine tanımam. OZ gelir sonra. Yine eskilerden Seinfeld ve Friends’i severim. Şu an devam edenlerden de en sevdiklerim Dexter, Breaking Bad, House, ve Weeds. Lost’u da unutmayalım tabi ki. Sinema için de izlediğim film sayısını inanın bilmiyorum. Ama tahminim 1000’e yakındır. Yönetmen önemlidir benim için önce. Şimdi tek tek saymayayım. Ama son dönemde en çok Uzakdoğu ve İspanyol sinemasından çok iyi işlerin çıktığını söyleyeyim. Zaten haberin vardır yakında son 20 yılı kapsayan bir yazı dizisine başlayacağım.
Ne dinlerim ? Bu da klişe olacak ama bence güzel müziğin türü olmaz. Güzel müzik hangi türde olursa olsun güzel müziktir. Dolayısıyla belirli bir müzik türüne saplantım yok. "Bırak tatavayı isim ver isim" dersen illa, o zaman da upuzun bi liste verir, zaten uzun cevapladığım soruların iyice suyunu çıkarırım. Zaten haftada bir "Haftanın Şarkısı" diye bi bölüm var blogda. Orda az çok beğendiğim şarkı tipleri ve isimler belli olur. Barış Manço, Zeki Müren, Orhan Gencebay, Sezen Aksu isimleri kalıptır zaten. Son dönemlerde daha önceleri orda burda laf soktuğum ama tükürdüğümü bana fena yalatan Sagopa Kajmer'e taktım kafayı. Gece gündüz onu dinliyorum. Ecnebilerden de Cranberries'e ve Dolores'e özel bir hayranlığım var. Onun dışında etnik grupları severim. Bu aralar ecnebilerden de Calexico’ya takıldım. Ama yine başa dönersem güzel müzik güzel müziktir.
2- Blogun isim hikayesi nedir? Nereden geldi aklına?
Blogun isim hikayesi benim kişiliğimle alakalı tahmin edebileceğiniz gibi. Kendimi bildim bileli herkes bana sorar, benden fikir alır, bana danışır. Hani derler ya "bin çeşit arkadaşım var" diye; işte benim ailemden ve çocukluğumdan başlıyor o çeşitlilik. Bu çeşitlilik de bana çok şey kattı. İlkokula başlamadan 1.5 sene önce okumayı söktüm ve bi şeyleri okumak, araştırmak; yeri geldiğinde bunları dile dökmek hep haz verdi bana. Sonra o haz yerini rutine bırakır oldu, canımı sıktı yeri gelince, bildiğim halde susar oldum bazen. Dediğim gibi adınız çıkınca herkes size danışır, size sorar. Bende de öyle oldu. Bu bilgiçlik bazen de sinirini bozar karşıdaki insanın. Yani "ulan bunu da bilme be yuh" laflarını çok duydum. Ama her şeyi bilirken kendi söküğümü dikemez bi hale de geldim. Benim her şeyin doğrusunu bildiğimi düşünenler de "o yapıyorsa vardır bi bildiği" diye düşündüler ve her şeyi bilmenin hiç bi işe yaramadığını gördüm. Blogu açarken de hem her konuda iddialı olduğumu belirtmek, hem de bu "bilmek" denen şeyin pek de işe yaramadığını göstermek için seçtim bu ismi. Beni tanıyanlar da "hakkaten tam seni tanımlıyor" dediler. "Her Şeyi Bilen Adam" demiyorum kendime ben. Her BOKU Bilen Adam diyerek bi nevi kendimle dalga geçiyorum. Ama insanlar sanki bu çok harika bir ünvanmış gibi davranır oldu ona şaşıyorum. Feyklerim falan çıktı. Benzer isimlerle hesaplar açanlar oldu falan... Kendine "Her Boku Bilen" diyen birine gelip "sen her boku bildiğini iddia ediyon ama bi insan her boku bilemez..." diye laf yetiştirir oldular. Zaten bu bilginin aşağılanıp cehaletin yüceltildiği bir toplumda yaşadığımız için şaşmıyorum bunlara. “Ben anlamam la şundan bundan” diye yüksek sesle söyler bizde insanlar ama “ben şunu iyi bilirim” diyince sana kötü bakarlar. Ama çoğunluk da çok sevdi. Bi de kısalttılar HBBA oldum kaldım işte böyle.
3- Ne amaçla açmıştın blogunu? Hedeflerin nelerdi, ulaştın mı? Gelecek için neler planlıyorsun?
Blogu açma kararı aldığım dönemden önce iyi bir blog okuyucusuydum. Ama yorum falan bırakmazdım bloglara. Okuduğum bloglar da genelde spor temalı olanlardı. Daha sonra her konuda, orda burda konuştuklarımı kayda almak, bir nevi yazma alışkanlığı kazanmak istedim. Ayrıca okuduğum gazetelere, bazı kitaplara "ben bundan daha iyi yazarım lan bu mu şimdi yazı diye sundukları" dediğim oldu ve bunu da test etmek istedim.
O vesile ile açtım blogu. Başta amacım daha çok sinema ve spor üzerine yazmaktı. Ama isimden mütevellit her konu hakkında yazma hakkımı da saklı tuttum. Sonra yazmaya başladım o an ne yazmak istediysem. Yazarken de "beni şu kadar insan okusun" diye bir kaygım olmadı ki yazılarımda hiç kimseye yaranma çabası içinde olmadım. Ama şunu da itiraf etmek gerekir ki ne kadar çok insan okursa o kadar haz alıyoruz bu işten. "Ben bu işi sadece aklımdakileri dökmek için yapıyorum" diyen adam yalan söyler. "Git o zaman harita metot defterine dök içini" derler adama. Ama blogun büyümesini ya da doğru bir ifade ile bu kadar zamanda bu kadar büyümesini kestirememiştim açıkçası. Sonuçta ben sadece 1 yıldır blog yazıyorum ve hatırı sayılır bir kitle okur oldu cidden. İnsanın bundan memnun olmaması imkansız. Ben de bu memnuniyeti yaşıyorum. Her şeyden önce kimsenin kimseyi dinleme cüretini göstermediği bir toplumda ve çağda yaşıyoruz. Böyle bir ortamda insanların sizin fikirlerinizi kaale alması büyük lütuf. Gelecek için şu an bir telaş içindeyim açıkçası. "Blogger'dan taşın, düzgün bir domaine geç artık, bir yerlerde yaz artık burda harcanma.... " gibi herkes bir şeyler söylüyor. Şu an için biraz daha bu şekilde gitmek istiyorum. Zaten başka bir yönde somut bir şey de çıkmadı şimdiye kadar.
4- Blogun takipçileri hiç şüphe yok ki 1000leri bulacak gibi. Bunun olacağını düşünüyor muydun?
Dediğim gibi sadece 1 yılı biraz aşkın bir süredir yazıyorum ben. Bu kadar zaman sonunda da bu sayıda izleyici kitlesine ulaşmayı cidden beklemiyordum. Ama Yılmaz Özdil gibi bir adamın her yazısını milyonların paylaştığı bir ortamda da "az bile" diyorum. Buna da bazıları ukalalık, burnu büyüklük, götü kalkıklık diyorlar. Mütevazılık bence sadece insanların daha fazla övülmek için kurdukları bir tuzak. O yüzden insan, "ne olduğunu" ve "ne olmadığını" bilmeli. Abartana "dur orda o kadar da değil", aşağılayana da haddini bildirme cesaretini göstermeli. Bende de o var. Ama inanın bu KİBİR değil. Bakın ben kendimi eleştiriyorum çoğu yerde. "Hakkaten ha saçmalamışım" diye yorumladığım bir sürü yazım var. Ama gidip silmem o yazıyı ya da gidip düzeltmem bi tarafını. O an aklımda onlar geçmiştir çünkü. Kibir sahibi biri yapmaz bunu. Kimseye yalakalık da yapmıyorum. Ben blog başladığından beri en sevdiğim bloglar da dahil hiç bi yere girip " ağbi süpersiniz ben de şunu yazdım okusanabeağbi.blogspot.com " diye bir şey yapmadım. Ben yazdım keşfedenler geldi okudu, Cem Yılmaz'ın dediği gibi de "çevreleri genişmiş demek ki" olaylar bu noktaya geldi. Şimdi ben böyle yazdım ya " nereye geldi lan olaylar ne sanıyon kendini" diyen de çıkar da valla sen sordun ben cevapladım.
5- Ne gibi tepkiler alıyorsun? Bazen bırakıp gidesin oluyor mu?
Çok okunan yazılarım genelde gündem ve siyasetle alakalı olanlar. E siyasetle alakalı olunca da, o siyasi gündemi yaratan insanları o konuma getirenler de bizler olduğumuz için gelen tepkiler de o kalitede ve absürtlükte oluyor. Bi kere karşı fikirde olsun olmasın en çok istediğim şey ne dediğimin anlaşılması. Ama öyle yorumlar oluyor ki 10 paragraflık yazıda tek bir cümleyi alıp bambaşka bi yere çekip yazıda anlatmak istediğim bütünün tamamen dışına çıkarıyorlar. Böyle olunca da zaten yazıda yeterince anlatmaya çalıştığın düşünceni tekrar tekrar anlatmaya çabalıyorsun; hem de anlamak istemeyen insanlara. Daha doğrusu eskiden böyleydi bu durum. Baktım ben havanda su dövüyoru,m bu tip yorum yapanlara derdimi anlatmayı bıraktım ve artık yorumlara cevap vermez oldum. Ben yazıyorum gerçekten ne demek istediğimi anlayanlar geliyor "katılıyorum" ya da "katılmıyorum bence böyle" diyor. Diğerleri de zırvalamaya devam ediyor. Şimdiye kadar beni GAY, PKK'lı, AKP'li, Fethullahçı, Kemalist, Burjuva, Kadın, Yobaz vs. vs. zanneden oldu. Yani var artık sen düşün gelen tepkilerin çeşitliliğini ve insanların bakış açılarını. Aynı yazıya biri gelip "sen ırkçısın"; diğeri "hümanistsin" diyor. Ya bloga Adsız olarak girip "Delikanlıysan önce adını açıkla" diyen adam var yani daha ne diyeyim. Bak en son bi takipçi yolladı. adamın biri Twitter’da “Her Boku Bilen Adam diye biri var. Söylediklerini çoğu saçma ama RT eden edene.güzel bir nickin olsun tamam ya bi tek sen doğrusun..” yazmış. Ama 3 gün sonra benim yazdığım iki şeyi RT yapıp bi de beni destekler yorumlar yazmış. Pireye kızıp yorgan yakmak istemedim. Çok sinirlendiğim ya da senin tabirinle çekip gitmek istediğim zaman girmiyorum bir süre. Yazmıyorum. Sonra gelip kaldığım yerden devam ediyorum.
6- Futbolla ne kadar alakalısın?
Her Boku Bilen bi adamın futbolla alakası olmaması mümkün mü sence. Ama sadece futbol değildir sporla ilgim. Hentbol dışından neredeyse tüm spor branşlarını takip etmeye çalışırım. (Hentbol bence dünyanın en gereksiz sporu) Futbolla da haddinden fazla alakalıyım. Haftada en az 2-3 canlı olmak üzere neredeyse tüm üst düzey liglerin maçlarını takip ederim. Ama "çok maç izlerim" düzeyinde değildir sadece ilgi düzeyim. Çocukluğumdan beri "futbolun sadece futbol olmadığı" bilinci ile yetişmiş biriyim. O doğrultuda da bir birikime sahibim diyebilirim. Bi kere her şeyden önce başta Dünya Kupaları olmak üzere çok geniş bir bilgi dağarcığım vardır futbolla ilgili. Bu konuda da iddialıyım anlayacağın. Hatta çok yakın bir arkadaşım "ya futbol da yaz ya da ayrı bir blog açıp sadece spor ve futbol yaz artık" diye yoğun bir baskı yapıyor üzerimde. İstiyorum da ama gerçekten halihazırda okuyucu olmak yetiyor şu an için bana. Zaten özellikle futbol blogları bu açığı fazlasıyla kapatıyor. Ama belli olmaz belki kendi blogumda belki de yeni bir blogda spor da yazabilirim.
Fenerbahçeliyim bu arada onu da belirteyim yeri gelmişken. Ama bu sene daha çok Fenerbahçe Acıbademli'yim. Zira Aziz Yıldırım'ın en az müdahele ettiği kulvar olarak harika işler çıkarıyor bizim kızlar.
Bu arada Winning Eleven'da(Bak PES demedim o derece eskiyim bu konuda/Jon Kabira forever) dünyanın en iyi oyuncusu olduğumu söyleyecek en az 30 kişi bulabilirim işin içine Feysbuk'u hiç bulaştırmadan. Halısahada da Tackling'im ve Heading'im 20'dir. Akıllı olun.
7- Senin bir yazının kaynak gösterilmeden yayınlandığına şahit oldun mu?
Yazımın yayınlanmasını görmedim de benim kullandığım bir yazı kalıbını aynı şekilde kullanıp başka bir yazıya uyarlayan birini gördüm ve üzüldüm cidden. Onun dışında da benden izinsiz bu ismi başka amaçlarla kullananlara da şahit oldum ne yazık ki.
8- Birgün bir gazeteden teklif gelirse ne düşünürsün?
Şaka yapıyorlar diye düşünürüm. Zira Türkiye'de bir gazetenin benim yazılarımı bana sansür uygulamadan yayınlayabileceğini düşünmüyorum. Sansür olunca da ben olmam zaten. Beni ben yapan kendime sansür koymamam. Sansürden kastımı da insanlar "küfür, kötü söz" olarak algılamasın. Fikirlere koyulan sansürdür kastım. Zaten bu sansürlere de şaşmamak lazım aslında. Bakın iki yazı yazıyoruz takma isimlerle. Ona bile ana avrat düz giden tonla insan var memlekette. Yolda görse çekip vurabilir aynı adam bizi ciddi ciddi. E böyle bir ortamda da "özgürlük, sansüre hayır" demek de abes. Sonra da sana "klavye delikanlısı" derler. E bana fikrimi özgürce söylediğim zaman can güvenliği sağlayabiliyor mu bu memleket ? Bu dediğimi tırsaklık olarak da algılarlar şimdi ama biraz üzerinde düşünün. Bizi geçin de bu memlekette daha önce fikrini açık açık belli eden insanların başlarına neler geldiğini düşünün. Sadece kendilerinin değil etraflarındaki insanların neler çektiğini düşünün. E böyle bir ortam içinde susup oturmaktansa "sahte isimlerin arkasına saklanıp" fikirleri açık açık belli edip "klavye delikanlısı" olmaktan başka çare var mıdır ki ? Bu arada ona da bi açıklık getireyim ki ben gerçek hayatta ne söylüyorsam HBBA olarak da onu söylüyorum. Hani fikirlerim başka bir kimliğin fikirleri olmuyor.
10-Ergenlik döneminde hepimiz birer Nihat Doğan'mıydık?
"Ergenlik dönemi hepimiz bir Nihat Doğan'dık" dedim evet. Ama bi sor niye dedim ? Hepimiz birden göğüsleri çıkmış kızlar tarafından birer "sakat sineğe", taş gibi öğretmenler yüzünden ders boyunca "Avrupa'daki benzerlerinden farklı bakan koyunlara", gıcık müdür yardımcılarını dövebileceğini sanan ama "sahte okeye" dönüşmekten öteye gidemeyen ergenler değildik de neydik sen söyle ?
11-Hugh Laurie ve House diyerek sözü sana bırakıyorum...
Şimdi bu da durmadan önüme gelen bir soru. Bunu burdan da açıklayayım. Öncelikle Hugh Laurie'ye özel bir hayranlığım yok.
House hikayesi de şudur,
Bir kaç sene önce bir kaza geçirdim (trafik kazası falan değil düştüm bi yerden) ve ayağımda bir sorun yaşadım. Yaklaşık 2 ay hiç yürüyemedim sakatlığın kronikleşme riski yüzünden. 2 ay sonunda da bir süre ayağımda özel bir bandajla hafif topallayarak yürüyebildim ancak. O yürüyemediğim dönem de sıkıntıdan o dizi senin bu dizi benim giderken House'u izlemeye başladım. Ve adamın tavrının, hareketlerinin, ukalalığının, hazırcevaplılığının benimkine çok benzediğini gördüm ki bunu bana bir kaç kişi daha söylemişti ben diziyi izlemeden önce. Bir de topallık olunca o dönem. E bi de her boku bilen bir adam... House resmi kullanmaya başladım internette. Blogger hesabımda da kullanıyordum aynı şekilde. Ama arada başka resimler de kullanıyordum. Blog ve twitter, friendfeed gibi hesaplarımda ne zaman House resmini değiştirsem ciddi ciddi House'u geri koymam gerektiğini söyledi herkes. Yani bu şekilde yapıştı üzerime bu da. Yapıştı derken şikayet etmiyorum bundan. Benim formata ve isme de uyan bir karakter çünkü House. Ama sinir olduğum "House'a kafayı takmışın" gibi saçma eleştiriler.
12-Yemekteyiz'e katılıp yemekten sonra striptizci çıkartmayı düşünüyor musun?
Yemekteyiz her seferinde lanet okuduğum ama bi şekilde izlediğim gerizekalı bir yarışma. O sürpriz denen olay da en büyük kolpalarından biri malum. Yemek boyu ota boka laf söyleyip on dakika sonra da beraber göbek atıyor insanlar. Ben katılırsam bir striptizci getiririm sürpriz diye. hatta erkek striptizci getiririm kıllığına. Salarım zenci itfaiyeciyi yemeğimi yiyip laf eden Hilmi'ye, Nazan'a artık kim katıldıysa. “Alın size sürpriz Şaziye Hanım” derim bi de yüzüne baka baka. Bu arada Terkos Hasan'ı da saygıyla anıyorum burdan. Arz ederim.
13- Hangi Blogları takip ediyorsun?
Pek çok blogu takip ediyorum. Hatta MİM denen saçmalığa karşılık olarak "Ayın Yazıları" diye bir bölüm yapıyorum blogda. O ayın en iyi blog yazılarından seçtiklerimi tanıtıyorum. Ama saymak gerekirse de kategorilendirerek benim için öne çıkanları sıralayayım.
Her şeyden önce Flying Dutchman derim. Benim blog yazmaya başlama şevkimi artıran etkenlerden biri pek çok bloggerın aksine Aceto Balsamico değil Flying Duthcman'dir. Bence spor ve futbol kategorisi yaparsak önce FD ve ekibi gelir. Hatta Duthcman’in bana “Bu blog internetteki en iyi 5 blogdan biri” demesini aldığım en büyük övgü olarak kabul ediyorum. Sağolsun Daçmeeen Başgaaaaaaaaaaaaaaaaan!!! Aceto Balsamico'yu da atlamak olmaz tabi. Blog dünyası için çok önemli bir blog BT'nin blogu.
Fenerbahçeli olarak en çok No Pain No Gain ve Lambuja'yı seviyorum. Galatasaraylılar'dan Chao Grey var beğendiğim. Borges, Taç Çizgisi ve sizin blog da takip ettiğim diğer futbol blogları. Basketboldan da Salsa Basket ve Konyalı Portlandlılar var. Diğer branşlara gelirsek de önce Pucca'yı söylerim. Pucca bence bir bloggerdan çok bir fenomen artık. Onun hakkında her yerde söylediğim bir şey var ki o da şudur; Pucca'yı "belaltı, cinsel içerik" diye eleştirilip sığlaştırılmaya çalışanların göremediği bir derinliği var Pucca'nın. Bence o üslubu da derinliğini gizlemek için kamufle amacıyla kullanıyor. Ben açık söylüyorum şu an Türkiye'de bırakın Blogu, Pucca gibi "kadın yazar" yok. Kızlardan devam edersek bu ara pek sık yazmayan ama yazdığı zaman da edebi bir eser tadı veren "Eksensiz"i severim, son bir kaç aydır büyük ilerleme kaydeden ve her yazısı ayrı tattaki "Hepimizin Aynı Mahallenin Çocuklarıyız" da bu aralar bayağı tuttuğum bloglardan. Ayrıca Hastalıklı Dünya, Boş Muhabbet, Malın Gözü, Piç Güveysinden Hallice, Sigara Yanıkları, Masada Boş Bardaklar, Sinematik, Sineofrenik ve daha pek çok blog var fırsat buldukça takip etmeye çalıştığım.
Blog yazanların hepsinde büyük saygı duyuyorum genel olarak. Pek çoğunun herhangi bir çıkarı olmadan (tartışılır gerçi bu ama) değme gazeteden, mizah dergisinden kaliteli yazılar yazması takdir edilecek bir durum.
14- Yeni bir blogger a ne gibi tavsiyeleriniz ya da önerileriniz var?
Aslında biraz anlattığımı düşünüyorum ama yine de bir toparlayayım. Öncelikle kendi üslupları olmalı. Başlarda biraz taklit yapacaklardır ordan burdan ama; eğer doğru yola girerlerse eninde sonunda kendi üsluplarını yakalayacaklardır. Kesinlikle birilerine yaranma çabası ile yazı yazmamalılar. Basın bunu zaten yapıyor. Blogların açtığı ufku ben sinemadaki "yeni gerçekçilik"e benzetiyorum. Göz boyayan birbirinin aynı filmler yerine Yeni Gerçekçiler ile nasıl sinemada masallar değil hayatın tüm gerçekleri anlatıldıysa bloglar sayesinde de basının, kendine yazar diyen boş adamların, dünyadan bihaber entellerin foyasını meydana çıkardı bloglar. İşte bu yüzden blog yazanların basını taklit etmesi değil kendi içlerindeki kişiliği yazılarına yansıtması gerekiyor. Yazmak için yazmasınlar ayrıca. O an yazmak gelmiyorsa içlerinden illa yazayım diye bir şeyleri çıkarırlarsa bu işi rutine dökerler ve bayağılaşır onlar için. Gerekirse 1 ay bile ara verebilirler önemli değil. Ve hepsinden önemlisi bence okumayı bilmeyen biri yazmayı da beceremez. O yüzden önce okumalılar.
HBBA'ya Gelen Sorulara Geçelim.
Schumy : Kendisinin siyasi görüşünü merak ediyorum ben, sonuçta HBBA ile söyleşi yapma olayına girdiysen böyle ciddi soruları göze almış olan gerekir :)
Bu yine çok sorulan bir soru. “Herkese atıp tutuyorsun da sen ne ayaksın, hangi tarafsın onu de bakayım” diyorlar. Ben size siyasi görüşüm şudur diyemem. Çünkü hiçbir siyasi oluşuma kendimi tam anlamıyla ait hissetmiyorum. Hele mevzubahis bizim ülkedeki siyasi oluşumlarsa hepsine en uzakta olmayı tercih ederim. Çünkü hiç biri savunduğu görüşe tam haiz değil. Haizliği de geçtim, benim hayatıma yön verdiğim bir mottom vardır ki o da şudur: neyi savunuyorsan, hangi taraftaysan önce karşı görüşe, karşı tarafı da anlama cüretini de göster. Yani bana göre solcu olmak için önce sağ eğilimin tam anlamıyla neyi ifade ettiğini kavrayabilmek gerekiyor ki neye karşı olduğunu iyice kavra. Böylece Faşist Solcu’lara dönüşme bizim memleketteki gibi. Bu her alan için geçerli. Ben bir Fenerbahçeliyim ama Metin Oktay’ın ezeli rakibim için ne ifade ettiğini bilmem gerekir. Metin Oktay’ın takımına seven bi adama anlayış gösterebilirim böylece. Ondan da Lefter’in, Can Bartu’nun formasını giyen adamlara saygı göstermesini bekleyebilirim böylece.
Juvenil: Kaç yaşında?
Şöyle cevap vereyim şu soruya. Özellikle internette bu “ASL” mevzusuna takılmayı anlamıyorum. Juve beni yanlış anlamasın, sever ve okurum da kendisini. Onun bu amaçla sormadığını da biliyorum. Bahsetmek istediğim çok beğendikleri yazıyı yazan insanlara hemen “gerçek adın, yaşın, nerelisin ?” sorusunu yöneltmeleri. Ya ne önemi var allahaşkına ? Beğendiysen beğendin, karşı ya da benzer fikrini de gel söyle ama gerçek adını sanını öğrenmek sana ne katacak ki ? Ben sokakta midye satan 30 yaşında Mardinli olsam düşüncelerime bakışın mı değişecek ?
birfincankahveiçinbirpenny : bende sabavari bir soru sorayım, "ilk ne zaman milli olmuş" :)
Saba çok iyi televizyon, ama çekilmez televizyon yıldızı.. hahahahahaahhaha
ligeia : hbba mahlasıyla yayınlamayı kabul eden bir yayınevi bulursa kitap yazmayı düşündüğünü yazmıştı. nasıl bir kitap beklemeliyiz hbba'dan? roman? öyküler?
Evet istiyorum böyle bir şeyi. Ne yazacağıma gelince de şu an bilmiyorum. Ama mutlaka bir şeyler yazacağım birileri yayınlamasa bile. Roman olma ihtimali daha yüksek. İçerik olarak da mutlaka pek çok türü de barındıracak. Yan hikayeler, karakterler, eleştiriler olacak. Birkaç tane de kısa film hikayem var. Onları senaryolaştırmak istiyorum ilk etapta. Ama ben çekmeyeceğim.
ozhi: bir kadinin aklini nasil okuyabilir söylesin bakayim
Mel Gibson ve Helen Hunt’ın bir filmi vardı hani. Mel Gibson’ın kadınların aklını okuyabildiği. İnsanlar o filmdeki gibi bir hayat süreceklerini sanıyorlar kadınların aklını okudukları zaman. Bir kadının aklını okumak hiç de zor bir şey değil aslında. Ama erkeklerin anlamadığı şey bir kadının aklını okumanın hiçbir işe yaramayacağı. Bir kadını tüm sırlarıyla çözseniz, ona dair elinizde her detayı içeren bir harita bile olsa, söylediklerini daha beynindeyken okusanız bile bu sizin o kadını çözmenize yetmez. Erkeklerin anlamadığı da bu işte. Kadın öyle “şunu yapayım, bunu doğru yapmalıyım” diyebileceğiniz bir varlık değil. Kibar olmaya çalışırsan senden kabalıklar bekleyebilir. O kabalıklara “öküzsün” diye de yaklaşabilir, Kendini savunsan çekip gider, peşinden gitmesen “niye peşimden gelmiyorsun”; gitsen “artık çok geç”, derdini anlatmaya çalışsan “benim kendi dertlerim bana yetiyor asıl senin benimle ilgilenmen gerekiyor”, anlatmasan “bana hiçbir şeyini anlatmıyorsun” diye trip yapar. “Beni anlayan erkek isterim” diyip onu bulduğu zaman da “hayatımız çok monoton, heyecan yok” der. Sürprizler yapmaya çalışsan “sevgi pıtırcığısın iki Dakka rahat bırak” der… vesaire vesaire… İşte bu yüzden elinde tüm çözüm yolları olsa dahi kadının zekasını çözmeye yetmez bir erkek beyni. Erkek kadını çözmemeli bu yüzden. Kadına bırakmalı kendisini. Zaten kadın ne isterse onu yaşar erkek.
mgntwmn: kadınlarla ilgili en merak ettiği şeyi soralım.haa bir de işi gücü yok mu?ben kafası çalışan bir mirasyedi olarak kudum kafamda.var ise böyle herşeylere yetişirken hayatı kaçırmıyor mu?ya da onun günleri 24saatten fazla mı?
Kadınlarla ilgili merak ettiğim tek bir şey kalmıştı onu da geçen sene öğrendim. Bir kadının adet döneminde nasıl bu kadar sapıtabildiğini anlamak istiyordum. Talihsiz bir tesadüf sonucu bunu öğrendim maalesef. Bahar alerjisini çok kötü bir şekilde yaşarım ve yıllardır denemediğim ilaç da kalmadı. Geçen sene denediğim bir ilaç da “kadınların adet sancısına benzer” bir etki yapıyormuş. Tabi ben bunu ilacı aldıktan ve içimde garip bir şeyler olunca öğrendim. Bu konunun detaylarıyla ilgili de “Adet’a İşkence” diye bir yazı yazmıştım. İşim gücüm var mı ? yine tuzak soru. Geçelim bunu ama mirasyedi değilim emin olun. İnternette herkesten çok zaman geçirmiyorum buna da emin olun. Sadece fazla şey yapıyorum nette. Bir de hızlı okurum hızlı yazarım ben. Ondan göze batıyor olabilir bu tempo.
ne ben olabildim ne de başkası: blog serüvenine nasıl başlamış? bi de geçen blogunda yazdığı adamın tekinin "ben gazete okumuorum bloglar var hatta her boku bilen adam var onu okuyorum" demesine nasıl kayıtsız kalmış o benim işte o benim lan diye nasıl bağırmamış:)) şaka bi yana ünlü olmak nasıl hissettirmiş onu soralım:))
Başlama hikayemi az çok anlattım yukarıda. O olayda da inanın “Bahsi geçen benim diyebileceğim bir ortamda değildim. O yüzden de ses çıkarmayıp “Değerli” gibi gülmeyi yeğledim.
Adsız: Her Boku Bilen Adam ,fil boku nasıldır? onuda biliyomu acaba?
Blogu açtığımdan ve sosyal ağları kullanmaya başladığımdan beri “koala, fil, geyik… bokları nasıldır” diye soran her 100. Sivrizeka’ya ABD green kart verseydi şu an Obama “nüfus planlamasına gitmeliyiz” diye açıklamalar yapardı.
turkleader: HBBA ya Ergenekon davasındaki hukuksuzluklarla ilgili ne düşündüğünü sorarsanız sevinirim. zira bununla ilgili bir yazısına rastlayamadım.
Hükümet yanlısı da yaparlar şimdi beni. Şunu söyleyeyim sadece şimdilik : Anlamını bilmeden doğruyu söyleyen/yapan doğruyu söylemiş/yapmış sayılmaz.
Hand Solo: kendisi neden her yazısında sosyal bir mesaj verme kaygısı taşıyor? amacı yeni neslin Levent Kırca'sı olmak mı?
Çok açık söylüyorum blogu açtığımdan beri küfüre bile varan yorumlar aldım ama hiç biri benim canımı bu kadar acıtmadı. Aklımdakileri yazıyorum o an ne çıkıyorsa. Yazıların sonunda ya da özünde de dümdüz bir mesaj vermeye çalışmıyorum ortalama bir Levent Kırca skeci gibi.
Adsız: Fantazilerini anlatsın. Bir de bir mekanda hiç tanımadığı bi kızla nasıl tanışır ? Ne der gidipte? Ters tepki alırsa ne yapar?
“Argadaşlarımın ısrarı ile girdiğim “trendi” diye dabir edilen o enteresan mekana girişimden itibaren edeleli gollarım tüm çıtırların bir anda yanındaki edelesizlere tokat atıp gözlerini bana dikmesine vesile olmuş idi. Derken daha sonra adının Feriştah olduğunu öğrendiğim, yüzünün sol tarafını tamamen kaplayan ve kendisine ekstra bir erotiklik katan diri vicıtlı gadına doğru istemdışı bir şekilde yöneldiğimi fark ettim…..” Ya biri ile tanışmanın belli bir yolu mu olur allahaşkına. Bin çeşit insan var. Barney Stinson bile herkese farklı bir yöntem uygularken “şunu yap” demek abes.
vedat gencoglu: Hiç çizgi roman kültürü varmı,en sevdiği çizerler kimler diye bende bölesine sormuş olmak için sordum.Ama inanın ne kadar da kötü olsa yav bu adam doğma büyüme İzmirlimi yoksa soradan mı onu merak ettim:)))))
Çizgi roman kültürüm olmaz olur mu ya. 5 yaşında okumayı öğrenince gidip Dostoyesvki’ye kafayı takmıyorsunuz. Red Kit, Tommiks, Asterix ‘den başladım sonra geldi arkası. Mizah dergilerini de takip ederim kendimi bildim bileli. Elimde de çok sağlam bir arşiv vardır. Onların arasından daşuan en sevdiğim isimler Kenan Yarar, Galip Tekin, Sönmez Karakurt Umut Sarıkaya, Serkan Yılmaz, Barış Atar. Doğma büyüme İzmirliyim. Severim de İzmir’i ama bence İzmir insanı İzmir’in hakkını yeterince veremiyor. Sadece mini etekle gezen birini taciz etmemeyi çağdaşlık sanıyor İzmir insanı. Belki çok sığ bir açıklama olabilir bu ama İzmir’in gençlerine bi bakarsanız ne demek istediğimi anlayabilirsiniz. Kısaca İzmir’i çok seviyorum ama İzmir artık benim için Truman Show’un içinde yaşamak gibi bir şey.
aysen: her boku biliyor da takım tutmuyor mu bu arkadaş?
Fenerliyim dedim. Sinyor Bartu , Lefter, Schumacher, Rıdvan-Aykut-Oğuz, Uche, Rapaiç, PVH, Alex seven bir Fenerliyim. Volkan, Emre, Selçuk, Topuz sevmeyen taraftayım. Anlayın artk ne demek istediğimi. Ayrıca Tanjevic İstifa !!! Bi de Gamova Gamova Gamova…
Adsız: Ne olacak bu Sakarya ile Kocaelispor'un hali? Bu iki takımın eski günlerine dönmesi için ona göre ne yapması gerek? Soruyorum her boku bilen adama.
Kocaeli ile çok alakam yok ama Sakaryaspor’un fahri taraftarı sayılırım. Çok yakın iki dostum sayesinde oldu bu da. Hatta birisi bildiğin Tatangadır. Zaten Oğuz, Aykut vesilesi ile de bi yakınlığımız vardı. Kocaeli bi şekilde toparlar ama Sakarya’nın durumuna çok üzülüyorum. TSL’de yer alması gereken takımların başında geliyor Sakarya. Bu tip takımların dönmeleri için istediğimiz kadar altyapıi genç oyuncular falan diyelim her şeyden önce maalesef para geliyor. Parayı bulunca da çar çur etmek yerine kalıcı olabilmek için Kayserispor örneğini incelemesi lazım her takımın.
Son Soru Klasik sorumuz: Barbarossa ile ilgili görüşlerin neler?
Barbarossa severek takip ettiğim futbol bloglarından biri. Sadece gündem değil yazı dizileri hazırlamanız özellikle beni bu blogu izlemeye iten sebeplerin başında geliyor. Özellikle Blog Söyleşileri gerçekten okutuyor.
Bi de çok kişili bloglar her zaman daha güzel bir tat bırakıyor özellikle spor bloglarında.
Hem Barbarossa’yı hem de diğer futbol bloglarını Türkiye’deki pek çok futbol bilen adama ve gazeteye tercih ederim.
İyi gidiyorsunuz. Tek beğenmediğim blogun teması. Yazı alanının dar olduğu blog temalarını sevmiyorum. Ama tabi da sizin tercihiniz.
Röportaj için de teşekkür ederim. Zevk aldım. Biliyorum çok konuştum ama “Her boku” bilip de susmak kolay değil.
Sevgiler, saygılar.