31 Mart 2009 Salı

İskandinav Futbolu # 4 Uçan Finli Litmanen.

İskandinav Futbolunda sıra, içinden az ama öz futbolcular çıkaran bir ülkede, Finlandiya'da. Tahmin edildiği üzere bahsi geçen kişimiz Uçan Finli Jari Litmanen.

Finlandiya denince akla gelen ilk isimlerden biridir. Sporcu bir aileden gelir kendisi. Litmanen'inde çocukluğu her Finli çocuk gibi buz hokeyi ile başlar zamanında. O yıllar en büyük hayali NHL'de top koşturmak olan Litmanen, hiç anlamadığı bir anda yeni bir aşk ile tanışır. Bu aşk Futboldur ve ailesinin de iteklemesiyle kendini futbolun içinde buluverir. Litmanen Hjk Helsinki'de pişer, Mypa'da coşar. 1992'de Ajax'a transfer olur ve olanlar olur.

Ajax'ta destan yazmıştır deyim yerindeyse. Sayısız kupanın kazanılmasında önemli bir rol oynamıştır kendisi. Ajax'ta forvet oynarken zamanla ofansif orta sahaya dönmüştür. Bunca başarıdan ve gollerden sonra daha büyük bir kulübe gitmesi kaçınılmaz olmuştu Litmanen'in. Bu kulüp Litmanen'in daha sonra 'gitmem hataydı' diyeceği Barcelona oldu. Zira oraya gittiğinde sakattı Litmanen. Kendisini bir türlü toparlayamaması ve basının sürekli olarak aldığı ücretten bashetmesi sebebiyle eski performansını sergileyememiştir.

Litmanen'in daha sonraki durağı ise Anfield olur. Kendisinin Liverpool'a transfer olunca çocukluğunda ve Ajax günlerinde Liverpool hayranı olduğu söylenir. İtiraz etmez. Liverpool günlerininde Barca'dan pek farkı olmaz Jari'nin. Hep Ajax'ta oynadığı futbolu ve gollerini aradı durdu gözler. Ama olmadı bir türlü Ajax'taki gibi. Herşeye rağmen artık bir efsaneydi o. Anfield'da çok sevildi.  Sami Hyypia ile harika bir dostluk kurdu. Az gol atmasına rağmen öz attı Liverpool'da. Vole golleri unutulmadı hiçbir zaman.

Litmanen kendisi olduğu yere, Ajax'a döndü 2002 yılında tekrar. Ama o döndüğünde ne Ajax eski Ajax'tı ne de kendisi eski Litmanen'di. 20 maça çıktı orada ve 5 gol atabildi. Yine de sevmeye devam etti Ajax taraftarı onu geçmişte yaptıkları için. Ajax'ın kırmızı beyaz formasını sırtına geçirdiğinde yine sanki eski Litmanen gibi durmuştu ancak burada da geçmişindeki sakatlıklar başına dert açtı durdu. Daha sonra futbola başladığı yer olan Lahti'ye döndü. Daha sonra sırasıyla; Hansa Rostock, Malmö FF, Fulham'da oynadı. Ve tekrar Lahti'ye döndü. Bir vefa borcu için olsa gerek.

Finlandiya futbolunun bu önemli akıncısı birçok kapının aralanmasına neden olmuştur Finli topçu kardeşleri için. Referans Litmanen olunca akan sular durur. Finlandiya futbolunun öncülerinden olmuştur, Finlandiya denince akla ilk o gelmiştir hep ve gelmektedir. Finlandiya'da heykeli dikilmiştir ayrıca. Jari Litmanen vardı bir zamanlar...

30 Mart 2009 Pazartesi

İyi Dinlenin ...

İspanyollar bizim maçta çok yorulmuşlar anlaşılan. Baksanıza hallerine. İstanbul'da işleri daha zor olacak. 

Adidas # 1

Çıkartamıyorum ayağımdan şu ayakkabıyı ! Onu giymeyince sanki bir eksiklik var gibi, kıyafetlerim tamamlanmamış gibi hissediyorum. Bir de herşeyin altına da gidiyor nedense. Sadece bu olsa yine iyi. Tüm adidas classic koleksiyonlarında böyle bu. Neyse fazla abartmaya gerek yok. Adidas ile ilgili birçok şey yazıp çizeceğim artık. Seviyorum kardeşim şu üç bantı...

Fotoğraflarla Eleme maçları...


Lugano, Paraguay'a attığı golü kutluyor, piyasa yapmaya devam ediyor.

Abreu bebekleriyle poz verdi...

Falcao kaçırdığı gole böyle yandı...

Pardo Kosta Rika'ya attığı golden sonra...

Honduraslı Pavon çok mutlu...

Ribery Litvanya galibiyeti sonrası, omuzunda Litvanya formasıyla...

Patsatzoglou İsrail maçında çok kaçırdı...

Hadi beee...

29 Mart 2009 Pazar

İspanya 1 - 0 Türkiye

Maçtan önce Santiago Barnebeu, Real Madrid'in maçlarından bildiğimiz kendine has atmosferi ile karşıladı bizi. Kornaların sesi bu stadla özdeşleşti artık ve bazen can sıkıcı olabiliyor. Maçtan önce ekranda kadrolar yazarken bizim kadroda İspanya'yı ileride tedirgin edebilecek birkaç oyuncumuz mevcuttu. İki takımında oyun dizilişleri aynıydı. Bizde Nihat-Semih, onlarda da Villa-Torres ikilisi rahatsız edecekti defansları. İspanya adidas'ın kendileri için ürettiği yeni formaları görücüye çıkarttı dün gece onu da araya sıkıştıralım.

İspanya'nın defansında problem yaşayacağı konuşuluyordu maçtan önce. Kaptan Puyol'un yokluğunda Pique'nin pek sert olamayacağı konuşuluyordu. Bu durumda doğruluk payı olduğu Nihat'ın bomboş pozisyonda kaçırdığı gol pozisyonundan sonra anlaşıldı. Bu andan sonra oyun kontrollü olarak sürdü. İspanyollar işin ciddiyetini kavrayıp gereksiz ileri çıkışlardan ve baskıdan vazgeçtiler. Semih ve Tuncay ilk yirmi dakika da Türkiye adında çok iyi işler yaptılar. Özellikle Semih bir forvet değil de daha çok orta sahada top alıp atakları yönlendiren bir kimlikte oynadı. Kafa toplarında da çok iyi iş çıkarttı. Oyun ilk yarının sonlarında sete döndüğünden dengelendi. Sol tarafta hafif aksamalar vardı ve orta alanda İspanya kadar top tutmayı beceremedik ilk yarıda. İlk yarı bittiğinde Nihat ve Semih ile yakaladığımız iki pozisyon akıllarda kaldı. İspanya'nın ilk yarının son onbeş dakikasında yaptığı hızlı pas trafiğinin takımımızı yorduğunu gördük.

İkinci yarı başladığında bir değişiklik yaşanmadı. Arda'nın çok ileride kalması, İbrahim'in tek başına etkisiz savunma yapmasına, bu da Sergio Ramos'un rahat rahat pozisyon bulmasına yarıyordu. İlk yarıda da benzer bir şekilde birçok atak geliştirdi İspanyollar. Semih iyi oynuyordu fakat Terim İspanyolların orta alandaki pas trafiğini önlemek amacı ile Ayhan Akman'ı aldı oyuna. Bu dakikadan sonra 4-5-1 e geçiş yaptık. Bir serbest vuruş sonrası Pique'nin ayağından yediğimiz gol değişiklik sonrası tam bir şanssızlıktı. Del Bosque ise gol olduktan sonra Juan Mata'yı oyuna alıp orta sahayı bizim gibi beşlemiş oldu. Bu da oyunun bir nevi orta alanda sıkışacağının göstergesiydi.

Takımımız maçın ilk otuz dakikasında sergilediği gerçek kimliğini ikinci yarı gösteremedi. Oyun 0-0 iken tek forvete dönen Terim, yenilen golden sonra tekrar bir hücumcu olan Gökhan'ı aldı oyuna. Maçın son anlarında çok basit ve çabuk top kayıpları yaşadık ve ataklarımızı bir türlü şekillendirememenin sıkıntısını yaşadık. Her İspanya atağı Sergio Ramos'un olduğu kanattan geliyordu ve Arda'nında çıkmasıyla gerçekten bomboş kalmıştı. Ramos'un zaten bitmek tükenmek bilmeyen bir enerjisi var ve bunu da en iyi şekilde kullanmasını bildi.

Son düdükle beraber İstanbul'da ki maçı  kazanmamız gerektiği kesinleşmiş oldu. Takımımız da Semih çıkana kadar harika bir oyun sergiledi. En zayıf halkamız sol kanadımız oldu maç boyunca ve çoğu atağı İspanyollar oradan yaptılar. İspanya'dan aşağı kalır bir yanımız yoktu ancak kaybeden taraf biz olduk. İlk 30 dakika da oynadığımız oyunu 90 dakikaya yayabilseydik şayet daha farklı olurdu. Semih'in çıkmasıyla ileride top tutamadık ve bu değişikliğin bir amacı orta alanı beşleyip İspanya'yı yavaşlatmaktı ve Semih'in sakatlığıydı. Çok şey beklediğimiz Nihat ikinci devre Semih'in oyundan alınmasıyla ileride etkisiz kaldı. Pique'nin golü ise bu maça yakışmayan tek şeydi. Talihsiz bir goldü.

Şimdi gözler İstanbul'a çevrilmiş durumda. İspanyollar bu maçta daha temkinli başlayacaktır maça büyük ihtimal. Defansta verdikleri ufacık bir boşluk ile ne kadar tehlikeli olabileceğimizi görmüş olmalılar. Del Bosque'nin İspanya'sı Aragones'inkinden pek farklı değildi. Son olarak artık İspanya için 2010'u garantiledi diyebiliriz.

STAT: Santiago Bernabeu

HAKEMLER: Massimo Busacca, Matthias Arnet, Francesco Buragina (İsviçre)

İSPANYA: Casillas, Pique, Sergio Ramos, Albiol, Capdevilla, Xavi, Senna, Xabi Alonso, Cazorla (Silva dk. 78), Torres (Llorente dk. 88), Villa (Manuel Matav dk. 64)
YEDEKLER: Reina, Marchena, Alvaro Arbeloa, David, Riera 
TEKNİK DİREKTÖR: Vicente Del Bosque

TÜRKİYE: Volkan, Gökhan Gönül, Emre Aşık, Hakan Balta, İbrahim Üzülmez, Arda (Gökhan Ünal dk. 78), Aurelio, Emre Belözoğlu (Sabri dk. 84), Tuncay, Nihat, Semih (Ayhan dk. 57)
YEDEKLER: Rüştü, İbrahim Kaş, Kazım, Nuri 
TEKNİK DİREKTÖR: Fatih Terim

GOL: Pique (dk. 60)

28 Mart 2009 Cumartesi

İspanya - Türkiye Kadrolar


Dün A Milli takımımızın sahaya çıkacağı ilk 11'i açıkladı Fatih Terim. Benim bir isim dışında beklediğim bir kadroydu bu. İbrahim Kaş'ı bekliyordum, onun yerine Hakan Balta'yı tercih etmiş sayın Terim. İbrahim Kaş'ın maç eksiğini göz önünde bulundurursak doğru bir tercih gibi görünüyor. Sol beke ise Hakan Balta'nın stopere geçmesiyle İbrahim Üzülmez geçecek maç akşamı.

Tam Kadro ise : Volkan, Gökhan Gönül, Emre Aşık, İbrahim Üzülmez, Hakan Balta, Tuncay, Aurelio, Emre Belözoğlu, Arda, Semih, Nihat.

İspanya'nın muhtemel kadrosu : Casillas, Sergio Ramos, Albiol, Pique, Capdevilla, Cazorla, Senna, Xabi Alonso, Xavi, Torres, Llorente.

27 Mart 2009 Cuma

Güney Amerika Futbolu # 1



Balkan Futbolu ve İskandinav Futbolu yazı serilerimiz devam ederken aklıma gelen bir fikirdi tüm Dünya Futbolu hakkında yazı dizileri oluşturmak. Üçüncü bir yazı dizisi olarak rengarenk Güney Amerika'yı seçtim. Malzeme çok bol bildiğiniz gibi. Brezilya'dan Arjantin'e, Şili'den Venezuela'ya bütün Güney Amerika ülkelerinden; Boca'dan Santos'a, Colo Colo'dan Cruz Azul'a kadar bütün Güney Amerika futbol kulüplerinden ve tabii ki futbolcularından bahsedeceğiz. Aynen Balkan Futbolu dizisinde olduğu gibi Güney Amerika taraftarlarından da bashetmeden geçmeyeceğiz. Keyifli bir yazı dizisi olacağı kesin Güney Amerika Futbolunun. 

26 Mart 2009 Perşembe

España - Türkiye 28 Mart 2009

Cumartesi akşamı saat 23.00'da NTV'nin karşısında olacağız hep beraber. Maç Harika bir stadta oynanacak. Santiago Barnebeu stadı taraftar baskısı az olan bir stad olsa da, İspanya için çok önemli bir konumda ve önemli bir avantaj teşkil ediyor.

İspanya Euro 2008 Şampiyonu sıfatı ile çıkacak karşımıza. Biz de aynı turnuva da elde etmiş olduğumuz yarı final başarısı ile. Bu yüzden Avrupa basınının bu maça çok önem vereceği aşikar. Milli takımımız 5 gün önceden gitti Madrid'e. Ay-Yıldızlılar, bir yandan Real Madrid'in Valdebebas tesislerinde antrenmanlarını sürdürürken, bir yandan da İspanya maçında nasıl bir oyun ortaya konulacağının çalışmalarını yapıyor. Fizik gücü İspanya karşısında çok öenmli olacak şüphesiz. Fatih Terim'inde bu yönde çalışmalar yaptırdığı söyleniyor. 

Türkiye'nin İspanya'yı Madrid'de yenbilmesi için normal performansının daha da üstünde bir performans sergilemesi gerekecek. Nihat'ında dediği gibi İspanya karşısında %100'ün üstünde bir oyun ortaya koymamız gerekmekte. Hazır Nihat'tan söz açılmışken ondan bahsetmeye devam edelim. Nihat sakatlıktan henüz yeni yeni çıkmaya başladı ve İspanyolların en yakından tanıdığı isim diyebiliriz. Ve Nihat'ın performasnını merak ettikleri kesin.

Peki nasıl bir oyun izleyeceğiz Cumartesi akşamı ? Öncelikle İspanya'nın favori olduğu bir gerçek. Maça Türkiye açısından bakacak olursak en büyük kozlarımız Nihat, Tuncay, Arda,   ve ileride Semih olacaktır. Aurelio ise yine orta sahanın güvencesi olabilir. Maça İspanya'nın ağırlığını koyacağını düşünüyorum. Türkiye ise bu oyuna kontrollü olarak karşılık vermeli. Defansta büyük ihtimalle Emre Aşık oynayacak. Yanında ise İbrahim Kaş oynayacak gibi. İbrahim Kaş milli takıma elbet çağrılacaktı ancak ben yinede Terim'in İbrahim Toroman'ı kadroya neden hala çağırmadığını merak ediyorum. Servet'in olmaması büyük eksiklik ama defansta kim olursa olsun İspanya ataklarında çok dikkatli olmalılar.

David Villa'nın hafif sakatlığı bulunuyor fakat oynarsa Fernando Torres ile birlikte ölümcül iki silah olacakları kesin.  İniesta'nın olmaması İspanya açısından büyük dezavantaj. Barcelona'nın orta sahasının onun yokluğunda nasıl tökezlediğini görmüştük. Defansta Puyol yok. İspanya defansı onun tecrübesini ve liderlik özelliklerini arayacaktır muhtemelen. Onun yokluğunda Pique'nin oynaması kesin gibi.

Öncelikle maç başlar başlamaz büyük taarruza maruz kalacağız, bu taarruzu güzel bir şekilde püskürtmemiz gerek. Nasıl yapacağız bu işi peki? burada Aurelio'ya büyük iş düşmekte, ve sadece o da yetmez, yanına bir pres yapabilecek, koşacak adam lazım.  İspanya'nın baş döndürücü pas trafiğini çok koşarak, iyi yer alarak kapatırsak, onlar da affalayacaklar, karşılarında ne denli bir sağlam takım olduğunu anlayacaklardır. Yani ilk dakikalarda gol yememek çok önemli.

İspanya teknik olarak en üst düzeyde futbolculardan kurulu. Takım oyunu ve taktik anlayışı olarak mükemmel düzeydeler. Futbolcu açısından bu takımın normal bir maçında zayıf noktaları yok denilecek kadar az, ama bu oyunda şu da bir gerçek ki futbolcular her zaman ve her maçta potansiyellerini sahaya yansıtamıyorlar.

Kesin onbirler maç günü belli olacak. Şimdilik durum böyle. Bekleyip göreceğiz neler olacağını.

24 Mart 2009 Salı

Los Galacticos Real. Ver. 2

Florentino Perez. Real Madrid başkanlığı için adı yeniden geçiyor ve ismi birçok yıldız ile beraber anılıyor. Önce Perez herkesin ''imkansız'' dediği transferleri ilk başkanlık döneminde nasıl yapmış ona bakalım, daha sonra da şuan için yine ''imkansız'' denilen oyuncular kimlermiş onlardan bahsedelim.

Kendisinin çılgın bir başkan olduğu, 2000 yılında adaylığını açıkladıktan sonra Barca'dan Figo'yu vaadetmesiyle anlaşılmıştı. Herkes çok şaşırmıştı. Bir kere Figo Barca'da kaptanlığa kadar yükselmişti, Barcelona'da şampiyonluk kutlamalrında deli gibi Anti-Real şarkıları söylemişti ve Barcelona taraftarını karşısına asla alamazdı, almazdı. Ancak işin içeriği biraz farklıydı. Figo gerçekte Perez'le 1.6 milyon dolarlık bir anlaşma yapmıştı Real için. Ama Perez başkan seçilirse gidecekti. Figo Perez'in başkan seçileceğine ihtimal bile vermiyordu. Bu anlaşmayı yapmasının nedeni de buydu. Ama hiç beklenmedik birşey oldu ve Perez başkan seçiliverdi. Perez Barcelona'ya tabir-i caizse muhattap bile olmadan Figo'yu sozleşme için basın toplantısında beklemekteydi. Figo'nun imza atmaktan başka yapabileceği hiçbir şey kalmamıştı.

Zidane transferi ise daha da ilginç. Florentino Perez ilk kez bir Şampiyonlar Ligi balosuna katılır o yıllarda. Perez Zidane'ı birkaç masa ileride görür. Aklından onu Real Madrid'e transfer etmek geçer. Ve o anda tek yaptığı şey bir peçete parçasına ''Real'de oynar mısın ?'' yazıp Zidane'a göndermek olur. Zidane görünce çok şaşırır bu duruma. O da peçeteye kısaca ''Evet'' yazıp gönderir başkana ve transfer o gece sonlanır.

Sıradaki hedef İnter'de oynayan genç Brezilyalı Ronaldo olmuştu Perez için. Fakat İnter ve Ronaldo kolay lokma oldu. Hemen anlaşma sağlandı ve Beyaz formayı sırtına geçirdi Ronaldo.

Perez'in son hedefi ise yine ezeli rakip Barcelona'nin ciddi gorüşmeler yaptığı David Beckham oldu. şüphesiz ki bu dunya karmasina benzeyen takim Beckham için çok daha cazipti ve 14 yilini gecirdigi Manchester'da çok zor günler geçirirken bu teklife hayır diyemedi.

Florentino perez için herkes çıldırmış olmalı diyordu. Onunsa kendine göre bir açıklaması vardı: "benim çılgın olduğumu düşünenleri anlamakta zoruk çekiyorum, bir superstarı transfer etmekten daha karlı ne olabilir ki? bir sezonda 30 tane gol atacak yuzlerce futbolcu olabilir ama benim ödediğim para sadece Ronaldo, Beckham gibi süperstarlara layık."

Perez yeniden Real Madrid başkanı olması halinde Real'in beyaz formasını kimlerin giyeceği yazılıp çiziliyor son günlerde. Cristiano Ronaldo, Kaka, Steven Gerrard, Xabi Alonso, Zlatan,  Fernando Torres, David Villa ve David Silva Perez'in listesinde olan isimler diye yazılıyor ve hep ''imkansız! nasıl olur? hayatta gelmezler!'' deniliyor sürekli. Valencia'nın David'lerini almak için Perez'in elinde önemli bir koz var : Valencia'da yaşanan mali kriz. Cristiano Ronaldo transferini Beckham transferine benzetmek mümkün. Beckham içinde Alex Ferguson bırakmaz deniliyordu ama bıraktı. Zlatan içinse Ronaldo transferini örnek gösterebiliriz. Ronaldo İnter'in yıldızı idi. Gelmesi imkansızdı. Şimdi Zlatan için de aynı şeyleri söylüyorlar. Ne olacağı hiç belli olmaz. Fakat şu üç isim için bazı engeller var. Steven Gerrard'ın bonservisi hiç önemli değil. Gerrard sembol bir isim Liverpool'da. Takımını çok seviyor ve bırakması ona zor gelebilir. Kaka ise Manchaster City teklif yaptığı vakit karakterini ortaya koymuştu. Bu durum sıkıntı yaratabilir ancak Real Man City değil. Torres ise Liverpool'da çok mutlu ve Real'e transfer olduğunda rakip Madrid taraftarının tepkilerini göğüslemek zorunda kalabilir. Xabi Real için kolay lokma gibi görünse de bir nokta var burada. Xabi bask vatandaşı ve Bask'lar Madrid'lileri pek sevmezler. Xabi'nin de bunu göze alması gerekecek. 

Geçmişte imkansız denilenleri başaran Perez, bakalım tekrar başkan olabilirse yeniden imkansızı başarıp ''Los Galacticos 2'' yi yaratabilcek mi ?

Youla ve cuku cuku


Bugün günlük gazeteleri incelerken Galatasaray-Eskişehirspor maçı ile ilgili atılmış, mizah yönü yüksek ve güzel manşetler gördüm. Akşam'ın manşeti ''Aslan saçını başını YOuLA'' , Sabah'ın manşeti '' YOuLA taş koydu, Fotomaç'ın manşeti ''İşler Youla'nda gitmiyor''. Gerçekten zekice atılmış manşetler. Bu arada Youla'nın gollerden sonra yaptığı dansın adı da Cuku Cuku imiş, onu da öğrenmiş olduk.

23 Mart 2009 Pazartesi

Genoa. Olabilir mi ?

Genoa Cricket and Football Club, Genoa 1893, Genoa CFC... Size hangisi daha güzel geliyorsa onu söyleyebilirsiniz. Madem Genoa'dan bahsedeceğiz, biraz geçmişinden bahsedelim, sonra da sadete geliriz.

Lakapları rossoblu veya grifonlar'dır bu kulübün. Öncelike söyleyelim Genoa İtalya Ligi'ni dokuz kez şampiyon bitirmiş bir takımdır. İtalya'da ligin kurulmasından sonra yedi sezonda altı şampiyonluk kazanan bir takımdır Genoa 1893. Son şampiyonluğunu bundan seksenbir sene evvel almışlardır ayrıca. Cenova'nın bir liman şehri olması dolayısıyla kulübün adı da İtalya sınırlarını aşmakta zorlanmamış. Denizaşırı ticaret yapan gemiler sayesinde takım, taraftarlarını başka kıtalarda da çoğaltır olmuş. Nitekim şuan Buenos aires, Amsterdam, Tokyo, Toronto, New york, İzlanda ve bir çok ülkede taraftar birlikleri bulunmakta. 

1992'de Liverpool'u Anfield road'da yenen ilk italyan ekibidir, altını çizeyim. 1992, yıllar sonra camianın ayağa kalktığı yıldı. Scudetto dördüncü bitirilmiş, Uefa Kupası'nda yarı final görülmüştü. Demek ki muziceler oluyor. Şimdi sadete gelelim. Cenevizliler şuan Serie A'da 4. sırada ki yerini korumakta. Sanırım benim gibi birçok kişi de artık Şampiyonlar Ligi'nde farklı takımlar görmek istiyordur. İşte Genoa, Serie A'daki şuan gösterdiği performans ile bu konuda umut vaadediyor. Milito'da maşallah leblebi gibi atıyor. Efendim CL'de Genoa gibi köklü ve sempatizanı bol bir kulübü görmek ne de güzel olurdu. Olabilir mi ? Sezon sonunu bekleyip görceğiz.

22 Mart 2009 Pazar

Fantastica ! 1-4

2004'ten bu yana Juve, Roma deplasmanlarına kaybetmiyordu. Yine kaybetmedi, hatta farka gitmesini de bildi. Serie A 'da şu maçlar da olmasa tat tuz olmayacak zaten. Maçı zevkle izledim. Maçın bana tek kötü tarafı bahis kuponumun sadece bu maçtan yırtılması oldu. Toplamda 2-3 gol olur dedik ama Juve çoştu ! İlk yarı yavaş geçti biraz ancak Juve biraz daha fırsatçı davranıp Laquinta ile 1-0 öne geçti. Roma karşılık vermek için çabalasa da bunu başaramadı ve devre de böyle bitti. Roma diğer devrenin başlarında dirilmiş bir görüntü sergiledi ve aradığı golü Loria ile buldu. Bulduğuyla kaldı çünkü Juve Laquinta, Melberg ve Nedved'in golleriyle farka gitti Olimpiyat Stadı'nda. Roma'nın hedefi artık Uefa Kupası sanırım. Juve ise bir maç eksiği bulunan İnter ile arasında ki puan farkını 4'e indirmiş oldu böylece.

ROMA-Juventus 1-4 (0-1)
GOLLER: Laquinta(2)-Melberg-Nedved-Loria

ROMA: Doni 5; Panucci 5.5, Mexes, 5 Loria 6 (17’st Montella 5.5), Riise 5; Brighi 6, Filipe 6; Tonetto 5, Baptista 4.5, Menez 5.5 (37’st D’Alessandro sv); Vucinic 6 (47’st Stojan sv). (Artur, Crescenzi, Malomo, Brosco). 

JUVENTUS: Buffon 6.5; Grygera 6, Mellberg 7, Chiellini 7, Molinaro 6; Salihamidzic 6, Tiago 5.5 (25’st Nedved 6.5), Poulsen 6.5, Giovinco 6.5 (27’st Marchionni 6); Del Piero 6, Iaquinta 8.5. (Chimenti, Zebina, Knezevic, Castiglia, Trezeguet). 



Fotoğraflar Sporx ve Reuters'tan.

20 Mart 2009 Cuma

CL ve UEFA Kuralar

Eşleşmeler bu şekilde. Arsenal ve Manu isimlerini yarı finale yazdırırlar diye düşünüyorum. Ancak şu kasaba takımı Villarreal'in sağı solu belli olmayabilir. Bu yüzden Manu, Arsenal'e göre yarı finale daha yakın. Barca-Munih eşleşmesinde ise Barca ağır basan taraf. Ben Barca'nın bir İngiliz takımı ile eşleşmesini çok istiyordum ama olmadı. Liverpool-Chelsea eşleşmesi ise gerçekten çok karışık. Ne olacağı pek belli olmaz gibi duruyor.  Finai için tahminim ve temennim ise Man Utd-Barca'dan yana. 

Uefa Kupası eşleşmeleri de belli oldu. Sinyor Can Bartu'nun çektiği kuralar :

Hamburg  - Manchester City
Paris Saint Germain  - Dinamo Kiev
Shakhtar Donetsk - Marsilya
Werder Bremen  - Udinese 

Hamburg'un işi gerçekten çok zor. Man City bu kupayı gerçekten çok istiyor. PSG ve Marsilya turu geçtikleri takdirde eşleşen takımlar olacak. Bu deribinin UEFA Kupası'na taşınması gerçekten ilginç ve güzel olur. UEFA için benim final beklentim Man City-Marsilya 'dan yana.

Metalist'ten umutluydum


Metalist Kharkiv, benim UEFA Kupası'nda sürpriz beklediğim takımlardan birisiydi. Hatırlıyorum da BJK ile eşleştiğinde çantada keklik olarak görmüştük ama harika bir futbol oynayıp kendilerini göstermişlerdi. Galatasaray ile aynı gruba düştüğünde ise sonuncu olur dendi ama lider olup devam etmeyi bildiler. Oynadığı futbol güze çok hoş geliyordu, hırslıydılar ve mütevaziliğin yanında kaliteli bir de kadroları vardı. Dün akşam Dinamo Kiev ile karşılaştılar 1-0 yenildikleri maçın rövanşında. Ben maçtan önce Metalist'in 2 farklı kazanıp yoluna devam edeceğini düşünmüştüm. İki takım birbirlerine denk olsalar da Dinamo kadrosu Metalist'e göre biraz daha isim olarak kaliteli gibi görünüyordu maçtan önce. Metalist'in bir dezavantajıda Dinamo'nun kendilerini ve oyun tarzlarını çok iyi tanıyor olmasıydı. İlk yarıda skor avantajını yakalamıştı Metalist. Hatta diğer devre yeniden 2 farklı bir skor elde edebildi ancak Kiev Ekibi 3-2'yi bulunca Metalist aldığı galibiyete rağmen elenmekten kurtulamadı. Mütevazi kadrosuyla gerçekten iyi bir futbol ortaya koyup, buralara kadar tesadüfen gelmediklerini görmüş olduk. Eğer Metalist kendi ülkesinden, kendisini yakından tanıyan bir takıma elenmeseydi, daha da ileriye gidebilirdi diye düşünüyorum. Kadrosunda bulundurduğu birkaç oyuncunun ise önümüzdeki sezon daha büyük takımlarda oynaması muhtemel.
Metalist: Goryainov, Obradovic, Gueye, Maidana, Bordian (72' Berezovchuk), Edmar, Sliusar, Valyayev (83' Zeze), Acevedo, Jaja, Devic (58' Oleynik) 

Dinamo: Bogush, Betao, Mikhalik, Sablic, Nesmachniy (69' Gusev), Correa (60' Ninkovic), El Kaddouri, Aliyev, Eremenko, Milevskiy, Kravets (85' Yussuf)

HAMburger

Uzun bir yazı yazmayacağım. Zira ben, herkes ne yazmışsa bir benzerini buraya aktarmak istemiyorum. Birçok yerde yazılıp çizilecek nihayetinde. Tribünlerde güzel bir atmosfer vardı. Pankartlar konuşuyordu adeta. 'One Minute Hamburg' pankartı sanırım maçı izlemeye gelen Recep Tayyip Erdoğan'ın çok hoşuna gitmiştir. Galatasaray maça 0-0 devam etsin, böyle bitsin der gibi başladı. Galatasaray kontrolü bir türlü eline alamadı, orta sahada tüm toplar Hamburg'da bluştu. Kewell'ın penaltı golüne kadar bu durum devam etti. İkinci devre gelen golle beraber 'Geliyoruz Kadıköy' denmeye başlandı ama işler yolunda gitmedi. Almanlar disiplinli oyunlarından asla taviz vermediler. Ard arda attıkları goller ile turu alan da onlar oldu. Ali Sami Yen adeta şok geçirmiş gibiydi. Hayaller çok büyüktü. Taraftar Kadıköy'e o kadar inanmıştı ki, maç sonunda o inanç kadar aynı büyüklükte hüzün ve hayal kırıklığı baş gösterdi. Son düdükle beraber Galatasaray'da problem başlarken, bir diğer problem Lincoln ise artarak devam etti. Şimdi elde bir tek lig kaldı ve o kulvarda da sıkıntılı günler, zor maçlar olacaktır mutlaka.

Galatasaray
De Sanctis x, Serkan Kurtuluş x (Dk. 77 Hasan x), Hakan xx, Kewell xxx, Volkan xx, Sabri xx (Dk. 85 Nonda ?), Barış xx, Ayhan xx, Arda xxx, Lincoln x (Dk. 67 Ümit xx), Baros xxx 

Hamburg
Rost xx, Boateng xx, Alex Silva xx, Mathijsen xx, Aogo xx, Pitroipa xxx, Jarolim xx, Benjamin xx (Dk. 81 Gravgaard x), Jansen xx, Olic xxx (Dk. 90 artı 3 Rincon ?), Guerrero xxxx 

Goller
Dk. 42 (penaltıdan) Kewell, Dk. 48 Baros (Galatasaray), Dk. 57 ve 60 Guerrero, Dk. 90 Olic (Hamburg) 

Sarı Kartlar
Dk. 41 Boateng, Dk. 63 Pitroipa, Dk. 89 Rost (Hamburg), Dk. 90 artı 4 Ayhan (Galatasaray)

19 Mart 2009 Perşembe

O gece bu sene mi ?


Şu güzelim İzmir'den bir takım olsun istiyorum Süper Lig'de. Altay, Karşıyaka ya da diğer takımlar farketmez. Bu yıl bu hedefe en yakın takım Karşıyaka gibi görünüyor. Sezonun bitmesine 8 maç var. Artık her maç Karşıyaka için final niteliği kazanmış durumda. Kadro yeterli görünüyor. Takım ligde 45 puan topladı ve lig de en az bütçeyle kurulan takımlardan biri. Ayrıca Türkiye Ligleri'nde Kayserispor ile birlikte en az gol yiyen takım konumunda. Karşıyaka'nın rakipleriyle karşılaştırıldığında dez avantajlı bir durumu yok. Zaten Karşıyaka takımı büyük maçlarda yapılması gerekeni fazlasıyla yapabilen bir takım. Bu hafta Karşıyaka Kartal deplasmanına gidiyor. Kartal açısından da önemli bir maç olacak. Taraftar Süper Lig'e inanmış durumda. Herkes Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş gibi büyük deplasmanların hayalini kuruyor. O gece bu sene olabilir ve bir İzmir takımı Süper Lig ile kucaklaşabilir.

18 Mart 2009 Çarşamba

Futbolun Güzelliği # 8


17 Mart 2009 Salı

İskandinav Futbolu # 3

İsveç'teyiz. Hudiksvall'da doğan, altın sarı saçları ve attığı gollerden sonra hava da 360 derece dönmesi unutulmayan, poker de ustalaşmış birini yazacağız. ''Bebek Yüz'' Thomas Brolin...

Brolin daha 6 yaşında iken yaşıtlarından ayrılan bir yeteneğe sahipti. Sürekli kendisinden büyüklerle futbol oynuyor, kendini gösteriyordu. Daha çok gençken İsveç'te ünlü bir futbol dergisine bile çıkmayı başarmıştı Brolin. 17 yaşında Futbol Okulunda gösterdiği başarıdan sonra GIF Sundsvall ile ilk profosyonel sözleşmesini imzaladı. Dört yıl kaldı bu takımda. Daha sonra ki durağı ise Norrköping oldu. Daha çıktığı ilk maçta Göteborg'a 3 gol atmayı başardı ve bir kez daha dikkatleri üzerine çekti. İsveç milli takımı'nın hocası Nordin, ondaki yeteneği farketti ve 1990 Dünya Kupası'nda İsveç kadrosuna dahil oldu. İsveç kupada başarılı olamasa da, Brolin güzel oynamış ve Brezilya'ya bir de gol atmıştı.

İtalya'da ki Dünya Kupası'ndan sonra o ülkeden ayrılmadı Brolin. Belki de hayatının en şahane, en başarılı günlerini geçireceği Parma'ya transfer oldu. Parma'nın kilit oyuncularından birisi oluverdi hemen.

1992 yazı İsveç ve Brolin için 1990 yılında gösterdikleri kötü performansı unutturmaları adına bir fırsat niteliğindeydi. Zira 92 Avrupa Şampiyonası İsveç'te düzenlenecekti. Büyük bir başarı ile yarı finale kadar yükseldiler ancak Almanya'ya 3-2 kaybedip turnuvayı sonlandırdılar. Brolin'in İngiltere'ye attığı süper gol yıllarca hafızalardan silinmedi. Brolin'in hayranları da giderek artmaya başlamıştı.

1993 yılı Brolin'in belki de en güzel yılıydı. Parma, o ve arkadaşları ile beraber bir efsaneydi o yıllar ve Kupa Galipleri Kupası ve Süper Kupa'yı kazanmışlardı. Parma ve o altın yılını yaşıyordu. Bir yıl sonra 1994 Dünya Kupası vardı ve o yine hazır kıta bekliyordu.

İsveç 1994 Dünya Kupası'na Martin Dahlin, K.Andersson ve Brolin'li ölümcül üçlü ile katıldı. Brolin yine oynadığı futbol ile futbolseverleri büyülüyordu. Futbola ilgi duyan herkesin, birçok çocuğun idolü olmaya başlamıştı. İsveç o yıl yarı Finale kadar yükseldi. Rakipleri Brezilya oldu. İsveç çok güzel bir futbol sergiledi, Brolin'de çok çabaladı ancak son dakika da Romario'nun kafa golüne engel olamadılar ve İsveç Turnuva da 3. oldu. Brolin'de kupanın en iyi onbirinde yerini almıştı.

Brolin 1994 yılında İsveç ile çıktığı bir maçta talihsiz bir şekilde bileğini kırdı. Bu olay futboluna büyük bir darbe indirdi. O yıllar 25 yaşında olan Brolin sakatlığı atlatmıştı fakat, eskisi gibi olamamıştı bir türlü. 1995 yılında efsane Parma kadrosu içinde yine vardı ve o yıl aldığı UEFA Kupası, kazandığı son kupa olacaktı. O yılın kasım ayında İngiltere'ye, Leeds'e transfer oldu. İstikrarı yakaladığı, ''Thomas Brolin'' olduğu takımdan ayrılmak zor gelmişti ona. Sakatlığın izleri de geçmemişti bir türlü. İngiltere'ye geldiğinde fazla kiloları nedeniyle lakap bulmakta ''yetenekli''(!) olan İnglizler ona da bir lakap bulmuştu: ''Fıçı''...

İngiltere'de kaldığı ilk sezondan sonra ülkesine kiralık olarak döndü Brolin. Oradan da 1997 yılında eski takımı Parma'ya gitti. Ancak ne o eskisi gibiydi, ne de Parma eski Parma'ydı. Ancak taraftarın sevgisi yine aynı oldu Brolin'e. 1998 yılı geldiğinde Brolin için futbol yaşantısı artık bimişti.

İş hayatına atıldı Brolin futboldan sonra. Bir şirket kurdu babasıyla beraber.  İsveç'te açtığı restaruantın adı Undici idi. Yani, Parma'da giydiği forma numarasına ithafen 11. Futboldan kopmak ta istemiyordu ve amatör lig de ''kalecilik'' yaptı. Ayrıca Poker turnuvalarında da boy gösteriyordu. Efsane şarkıcı Dr.Alban'ın bir klibinde oynadı daha sonra. 2005'te Larsson'un ardından İsveç'in efsane olan 2. oyuncusu seçildi.

İsveç ve Fildişi Sahilleri arasında oynanacak olan bir hazırlık maçı öncesi Drogba'ya 'İsveç futbolu hakkında ne biliyorsun?' diye sorulduğunda Drogba : '92 yazında ki Brolin'li milli takım' diyerek Brolin'in hala hafızalarda olduğunu gösteriyordu.

Thomas Brolin hep İsveç'in Altın Saçlı ve Bebek Yüzli oyuncusu olarak hatırlandı, hatırlanıyor.

16 Mart 2009 Pazartesi

16 ve 26 ' nın ardından.

Dün Eskişehir'de Eskişehirspor-Bursaspor maçı oynandı. 16 - 26 kardeşiliğinden kaynaklanan bir dostluk havası hakimdi maça. Ancak Es Es taraftarı yenilgiden ve dostluk edebiyatından pek memnun değiller. Hepsi dostluğun iyi olduğunu fakat evlerinde kaybedilen takımlardan ikisinin Ankaragücü ve Bursaspor olduğunu hatırlattılar. Bazı taraftarlar ise bazen rakip takıma daha çok tezahürat yapıldığını ve Eskişehirli futbolcuların bundan olumsuz etkiledniği söylüyor. Maçtan sonra Açık tribün ve kapalı arasında ki tartışmalar farklı bir boyut kazandı Eskişehir'de. Kapalıda ki taraftar grupları açık tribünü ruhsuzluk ve vurdumduymazlıkla suçlarken, açık ta kapalının deplasman dönüşleri sürekli kavga ettiklerini ve onlardan utandıklarını söylüyor. Taraftar grubu Kızılcıklı'ya göre açık tribünü ayakta tutan Bando. Maça gerçekten güzel bir hava veriyorlar. Ama bu tartışmalar gereksiz. İki tribünde birbirini tamamlıyor.  Maça Bursa taraftarları tarafından bakarsak, çok iyi ağırlandıkları aşikar. Eskişehir'in ünlü caddeleri Kızılcıklı ve Doktorlar caddesinde bir çok Bursa taraftarı rahat dolaşabildi ve bir tepki ile karşılaşmadı. Eskişehir atkılı Bursalılar, Bursa atkılı Eskişehirliler görmek mümkündü. Bu güzel bir olay gerçekten. 

Şimdi Es Es'i biraz sıkıntılı günler bekliyor. Dışarıda ki maçları çok zor özellikle. Umarım Eskişehir bir talihsizlik yaşamaz. Çünkü Süper Lig'in böyle taraftar kapasitesi olan takımlara ihtiyacı var. 

Bu yıl olmayacak mı yoksa ?

Lyon dün kendi evinde Auxerre'e 0-2 mağlup oldu. Hafta içinde Barca'dan 5 yemeleri, bu maça asılabileceklerini düşündürdü herkese ama Auxerre sürpriz yapmayı başardı. Ben Fransa Ligi'ni pek seven biri değilim. Mücadele ve futbolunu beğenmiyorum. 7 yıldır da aynı takım şampiyon oluyor zaten bu ligde. Artık değişiklik zamanı gelmiş olabilir. Lyon'u ensesinden takip eden PSG ise Marsilya'ya yenilince liderlik şansını kaybetti. Marsilya böylece şampiyonluk yarışına 3. takım olarak girmiş oldu. Son haftalarda Lyon, PSG ve Marsilya arasında bir mücadele izleyeceğiz. Tabii Bordeaux'uda unutmamak gerek.

İnzaghi = 300

Flippo, Siena karşısında Serie A kariyerinin 300. golünü attı dün. Bir zamanlar onun için ''Doğuştan ofsayt'' bile dediler ama bu adam hala atmaya devam ediyor.

15 Mart 2009 Pazar

Esto si es el Madrid ! 2 - 5

Anfield'den sonra Madrid için büyük önem taşıyordu Bilbao maçı. Real Madrid'de moraller bozuktu ancak herkes artık ligin öneminin farkına varmış gibi görünüyor. Robben harika oynadı. Attığı gol de bunun göstergesiydi. Hainze iki gol attı maçta. Fakat biri kandi kalesine. Huntelaar Ajax'lı günlerinde ki gibi oynamaya başladı. O da 2 tane attı. Bir de penaltıdan Higuain. Real Madrid için bu farklı galibiyet çok iyi oldu. Şimdi Barca ile puan farkı bir maç fazlasıyla 3. Geçen sezon yaşanan şampiyonluk yarışına benzer bir durum olmaya başladı.

Yolun açık olsun Kaptan

Ümit Özat Futbolu bıraktığını açıkladı. Mükemmel bir teknik direktör olacağına inanıyoruz. Yolun açık olsun Kaptan !

14 Mart 2009 Cumartesi

Incredibility ! 1-4

Liverpool'lu futbolcuların hafta içi Real'i yenip çeyrek finale çıktıktan sonra morallerinin üst düzey olduğu kesin. Kesin ama Old Trafford'da da Manu'ya bu takım 4 tane atar diyen çıkmamıştı hiç. Bırakın 4'ü, Manu'nun galibiyetine kesin gözle bakanlar bile oldu. Gerrard'ın liderlik faktörü, Torres'in fırsatçılığı ve bir de bunlara disiplini ekleyince böyle bir sonuç çıktı ortaya. Liverpool şampiyonluğu çok istiyor belli. Ama küçük maçlarda puan kaybetmemeleri lazım. 1-4... Hem de Old Trafford'da... 
Blog Widget by LinkWithin
 
Copyright 2009 Barbarossa. Powered by Blogger Blogger Templates create by Deluxe Templates. WP by Masterplan