28 Şubat 2011 Pazartesi

Udinese'nin Palermo karşısında 'iştah' kabartan yıldızları.

Serie A gibi bir ligde 7-0 her zaman karşılaşamayacağımız bir skor. Ancak pazar günü Udinese, Alexis Sanchez'in önderliğinde Palermo karşısında bunu başardı.

Goal.com Türkiye ekibi, Udinese'nin Avrupa piyasasının iştahını kabartan oyuncularını derledi.

İsim: Samir Handanovic (Yaş 26)
Ülke: Slovenya

Pozisyon: Kaleci
Transfer Değeri: 11 milyon avro
İlgilenen Kulüpler: Blackburn, Bayern Münih, Schalke, Zenit
Gideceği Muhtemel Kulüp: Schalke


Sloven oyuncu gösterdiği performansla Zebrette'nin bir numaralı tercihi oldu. Manuel Neuer'in büyük ihtimalle Schalke'den ayrılacak olması da, bu sezon kalesinde sadece 30 gol gören kaleciyi Alman ekibi için mükemmel alternatif haline getirdi.

İsim: Cristian Zapata (Yaş 24)
Ülke: Kolombiya

Pozisyon: Defans
Transfer Değeri: 10 milyon avro
İlgilenen Kulüpler: Arsenal, Bayern Münih, Juventus, Manchester City, Zenit
Gideceği Muhtemel Kulüp: Arsenal


Bir süre transfer gündeminden uzaklaşan atletik stoper, bu sezon ortaya koyduğu performansla tekrar Avrupa'nın dikkatini üzerine çekti. Gerçek bir lider olan ve sahaya hükmeden oyuncu, tekrar Arseal'in yakın takibine girdi.

İsim: Pablo Armero (Yaş 24)
Ülke: Kolombiya
Pozisyon: Sol bek
Transfer
Değeri: 8 milyon avro
İlgilenen Kulüpler: Arsenal, Barcelona
Gideceği Muhtemel Kulüp: Barcelona


Listedeki bir diğer Kolombiyalı oyuncu bir anda tüm gözlemcilerin peşinde koştuğu adam haline geldi. Atak futboluna yatkın oluşu nedeniyle Avrupa'nın devlerini karşı karşıya getiren oyuncu için Arsenal ve Barcelona gibi kulüpler şimdiden kollarını sıvadı.

İsim: Mauricio Isla (Yaş 22)
Ülke: Şili
P
ozisyon: Sol bek/ Orta saha
Transfer
Değeri: 9 milyon avro
İlgilenen Kulüpler: Lokomotiv Moskova, Milan, Roma
Gideceği Muhtemel Kulüp: Milan


Hem defansta hem de hücumda etkili olan müthiş yeteekli oyuncu, hızı ve kanat etkinliğiyle Rus ekiplerinin, özellikle de Lokomotiv Moskova'nın takibine girdi. Ancak her geçen gün artan performansı, kendisini sol bek sıkıntısı çeken Milan için de bir hedef haline getirdi.

İsim: Gökhan İnler (Yaş 26)
Ülke: İsviçre
Pozisyon: Orta Saha
Transfer
Değeri: 13 milyon avro
İlgilenen Kulüpler: Fiorentina, Inter, Man City, Napoli, Palermo, Zenit
Gideceği Muhtemel Kulüp: Napoli


Küçük takımların Andrea Pirlo'su olarak anılan orta saha oyuncusu, geçtiğimiz yıldan beri Napoli'nin transfer gündeminde yer alıyordu. İtalya'dan gelen raporlar, 2011 yazında bu transferin mutlu sonla tamamlanacağını gösteriyor.

İsim: Kwadwo Asamoah (Yaş 22)
Ülke: Gana
Pozisyon: Orta Saha
Transfer Değeri: 15 milyon avro
İlgilenen Kulüpler: Arsenal, Fiorentina, Man City, Zenit
Gideceği Muhtemel Kulüp: Man City


Ekstra kabiliyetli Ganalı yıldız, genç yaşına rağmen şimdiden 20'nin üzerinde milli maça çıktı. Eylül ayında yeni bir sözleşme imzalaması bile bu oyuncunun transfer listelerinden çıkmasını sağlamadı. Hiç şüphe yok ki Roberto Mancini'nin orta saha sistemine uyum sağlayacaktır.

İsim: Alexis Sanchez (Yaş 22)
Ülke: Şili
Pozisyon: Kanat/Forvet
Transfer
Değeri: 40 milyon avro
İlgilenen Kulüpler: Chelsea, Man United, Man City, Barcelona, Real Madrid, Inter, Juventus
Gideceği Muhtemel Kulüp: Manchester United

Yıldırım gibi hız, kusursuz teknik, sansasyonel top kontrolü ve üstün bitiricilik - Alexis Sanchez şu an tüm dünyanın transfer etmek istediği bir isim. Korkunç bir potansiyeli var ve şimdiden Cristiano Ronaldo ile kıyaslanmaya başladı. Söylentiler Alex Ferguson'ın yeni süperstarının Alexis Sanchez olacağını gösteriyor.



Gullit - Maradona

Gök mavili Napoli bugün San Siro'da Milan karşısına çıkıyor. Milan zirvede. Puan farkı 3. Arada Inter'de var. Napoli kazanır mı? Neden olmasın. 1990'daki maçta Maradona ve arkadaşları 3-0 ile başarmışlardı. Fotoğrafta (Getty Images) 1989-1990 sezonundan. Gullit ve Maradona yine bir şampiyonluk yarışı içindeler. Cavani ve Mazzari'nin diğer öğrencileri 20 yıllık hasret uğruna San Siro'ya adım atacaklar.


Forza Napoli!

23 Şubat 2011 Çarşamba

Miel*

Yılların verdiği bir stresle çıktı Real Madrid maça. Bunun üstüne bir de maça doğrudan etki etme konusunda uzman olan Ol. Lyon seyircisi eklenince maçın stresli bir havada geçmesi de kaçınılmaz oldu.

Jose Mourinho maç başlarken Casillas, Ramos, Pepe, Carvalho, Arbeloa, Khedira, Alonso, Di Maria, Alonso, Özil, Ronaldo ve Adebayor'u tercih etti. Maçtan önce Karim Benzema'nın eski takımına karşı ilk onbirde maça başlayabileceği konuşuluyordu ancak bu maçta oynaması sakıncalı olmayan Adebayor başladı. Takıma bakıldığında tartışılması gereken sanıyorum sadece Arbeloa-Marcelo ikilisi olabilir çünkü çoğu maçta kanattan ceza sahası içine yaptığı koşular ile tehlikeli olabilen Marcelo, bu maçta da Ol. Lyon'un başına dert açabilirdi. Ancak Jose Mourinho'nun tercihi savunma yönü daha ağır basan Arbeloa yönünde oldu.

Hücumcu bir savunma beki olmayan Arbeloa, pek tabii Marcelo'nun çoğu maçta yaptıklarını yapamadı. Marcelo'da Real Madrid ile ilk onbirde yer aldığı maçlarda çoğu zaman Cristiano Ronaldo ve Mesut Özil'in rakip takım defansı içinde yarattığı boşluklardan faydalanıp, hücumlara büyük ölçüde katkıda bulunuyordu. Yine aynı zamanda atağa çıkan Marcelo, Cristiano Ronaldo'nun daha fazla rahatlamasına ve rakip yarı alanda daha fazla pozisyon bulmasına yardımcı oluyordu. İşte Real Madrid'in Stade Gerland'daki bu maçta eksik olan tek unsuru buydu. Marcelo ile yakaladığı uyum kadar Arbeloa ile anlaşamayan Ronaldo, kullandığı ve direkten dönen serbest vuruşu ile en büyük etkisini gösterebildi. Tabii ki Jose Mourinho'nun Arbeloa tercihinin de bir mantıklı açıklaması var. Bu tercih, Lyon kanatlarının kendi liglerinde oldukça etkili olmaları ve Marcelo'nun ileride kaldığı anlarda büyük bir tehdit doğurabilecek olmasından kaynaklı.

Maçın ilk yarısı boyunca göze çarpan ilk ayrıntı iki tarafında hırs eksikliği yaşıyor oluşuydu. Real Madrid çok etkili gelemedi, Lyon ise sakin bir oyunu tercih etti ve sıkıcı bir ilk yarı ortaya çıktı. Yine ilk yarıda Cristiano Ronaldo'nun serbest vuruşundan gelen tehlike dışında Real Madrid'in fazla efektif olamaması ilk yarının başka bir özeti. Aynı zamanda Real Madrid ataklarını kesmeyi başaran Lyon takımının defansı ve orta sahasının bu topları kötü paslarla iyi kullanamaması ve ileri uçta Gomis'in ilk 45 dakikada beceriksiz bir görüntüde olması, ev sahibi ekibin gol bulmasını engelleyen faktörlerden bazılarıydı.

İkinci devre ise nihayet Real Madrid'in gerçek temposunu bulduğu dakikalardan oluştu. Ancak ikinci 45 dakika için ev sahibi Lyon'un büyük şansından da söz etmeden geçmek olmaz. Cristiano Ronaldo'nun zekice kullandığı ve kaleci Lloris'in bakışları içinde kaleye yönelen topun direkten dönmesi, yine Sergio Ramos'un kafasının üst direkte patlaması, Lyon için şans anlarıydı. İkinci yarı boyunca pozisyon üretmekte zorlanan Lyon'un, Real Madrid'in ataklarının sıklaştığı anlardan kazasız çıkması da bir başka önemli unsur. Tabii ki bu durum maç sonuna kadar devam etmedi ve hata yapmaya müsait olan Lyon savunmasını Adebayor'un çok fazla zorlayamadığını düşünen Jose Mourinho, Karim Benzema'yı eski takımına karşı oyuna aldı. Lyon taraftarının eski yıldızlarını oyuna girdiği anda alkışlamaları da güzel bir ayrıntı olarak akıllarda kaldı.

Oyuna girdiği ilk saniyelerde hemen Lyon savunmasını yıpratmaya başlayan Benzema, Ronaldo'nun pasında ceza sahası içinde zorlama bir vuruşla topu ağlara göndereyi başardığında hepimiz Real Madrid'in hem bu maçta, hem de genel anlamda Lyon'a karşı olan şanssızlığını kırdığını düşündük. Bu andan sonra maç boyunca 58'e 42 ile sahanın pas yüzdesi en fazla oyuncusu olan Khedira'yı oyundan alan Mourinho, benim her daim oynamasını istediğim Lassana Diarra'yı oyuna alarak orta sahanın direncini biraz daha arttırma yoluna gitti.

Ol. Lyon'un geçen yılki eşleşmede Real Madrid'in belalısı olan Pjanic'i oyuna alması Puel'in son hamlesi oldu. Neredeyse tüm takım ile hücum etmeye başlayan Ol. Lyon, Real Madrid'in son anlarda oyunu kendi alanında kabullenmesi ile golün geleceği hissedildi. Bir şans topunda tek kişilik barajdan gelen topu Cris, Gomis'e indirdi ve siyahi oyuncu altın bir dokunuşla durumu 1-1 yaptı. Bu gol, aynı zamanda turun 'daha fazla stres' ile Santiago Bernabeu'ya kalacağının da habercisi oldu.

Son olarak istatistiklere bir bakalım. Her ne kadar rakamlar 'mini etek gibi olup, asıl görülmesi gerekeni göstermese de' Real Madrid'in tüm rakamlarda (faul sayıları dahil) Lyon'un arkasında kalarak şaşırttı. İşte rakamların herşeyi göstermeyeceği gerçeği burada daha çok geçerlilik kazanıyor. Yazı içinde sık sık bahsettiğimiz 'Lyon'un pas yapamama' durumu istatistiklere de yansımış durumda. Real Madrid %68 pas yüzdesi ile oynarken bu rakam Lyon'da %57'de kalmış. Ayır olarak Mesut Özil'den de mutlaka bahsetmek gerek çünkü 38'de 32 isabetli pas ile maçın en iyilerinden.

Real Madrid aldığı bu beraberlik ile turu geçmek adına bir avantaj sağladı ve geçecektir de ancak olası bir kazada geçen yıldan daha büyük bir kabusun olabileceği gerçeği de korku salan bir durum.

Yazının bombası da Jose Mourinho'nun maç sonunda İtalyan basınına yaptığı açıklamalar olsun: "Şampiyonlar Ligi Finali'nde Inter ya da Chelsea ile oynayabilmek için para bile öderim"


CL 2010-2011 İkinci Tur (1. Maç)

OL. LYON 1-1 REAL MADRİD

*Miel (Fransızca ve İspanyolcada 'Bal' anlamına gelir)

Bu yazı aynı zamanda Goal.com Türkiye adına yazılmıştır.

22 Şubat 2011 Salı

Ol. Lyon - Real Madrid | Maç Öncesi

Şampiyonlar Ligi'nin lanetinin bitmesini isteyen bir Real Madrid sempatizanı olarak özel olarak ilgi göstereceğim bir maç olacak. Bahsettiğim 'lanet' ise 2004-2005 sezonundan bu yana süre gelen, Goal.com'da şurada bahsettiğimiz 'çeyrek finali görememe' durumu. Bu maç ya da Santiago Bernabeu'da oynanacak olan maçla beraber bu tur, Real Madrid'in önce Ol. Lyon üzerindeki şanssızlığını, sonra da 7 yıldır gelen şanssızlığını kırması adına çok çok önemli.

Finansal alanda her daim lider olmayı başaran Real Madrid, bu kulvardaki başarısını artık en kısa zamanda Şampiyonlar Ligi arenasına da yansıtabilmeli. Son altı sezonda çeyrek finale kadar gelemeyen Real Madrid, bu gece Ol. Lyon karşısında işini şansa bırakmayarak deplasmanda alacağı avantajlı bir skorla evine dönmek istiyor. 2004 yılından bu yana Real Madrid'in dokuzuncu çalıştırıcı olan Jose Mourinho, geçen yıl yine Ol. Lyon karşısında Manuel Pellegrini'nin başaramadığını başarmak için saha kenarında olacak.

Bu maç aynı zamanda Karim Benzema için yine önem teşkil ediyor. Geçen sezonda yine eski takımına karşı oynayan Benzema, bu maçtan önce de yaptığı açıklamalarda karşılaşmayı dört gözle beklediğini söyleyerek Jose Mourinho'ya sinyali çakmış durumda. Levante karşısında bir gol atan ve Mourinho'dan bu maçta şans bekleyen Benzema'nın en büyük rakibi hiç şüphe yok ki geldiği andan itibaren kulüpte kalıcı olabileceğini ispatlayan Emmanuel Adebayor. Man City forması ile Avrupa Ligi'nde oynayan Adebayor, UEFA'nın özel kuralları çerçevesinde eğer Jose Mourinho isterse Lyon'a karşı forma giyebilecek.

Bu sezon diğer bir Fransız Auxerre karşısında kazanmasını bilen Real Madrid, son yıllarda bir türlü Lyon'a karşı diş geçiremiyor. İki takım arasındaki en unutulmaz maç hiç şüphe yok ki Lyon'un 2005-2006 Şampiyonlar Ligi gruplarında kendi evinde 3-0 kazandığı müsabaka. Real Madrid Fransız takımlarına karşı oynadığı karşılaşmalarda 4 kez kazanıp, 1 kez berabere kalırken 6 kez de kaybetti. Bu istatistiğin ilginç yani mağlubiyetlerin hepsini Ol. Lyon'un tattırmış olması.

Yine 2003-2004 sezonunda Porto ile Şampiyonlar Ligi şampiyonluğuna ulaşan Jose Mourinho, aynı sezon içinde çeyrek finalde Ol. Lyon'u elemeyi başarmıştı ve şimdi bunu Real Madrid'in başındayken ikinci kez yapmak istiyor. Yien Jose Mourinho'nun o takımında defansın bel kemiği olan Carvalho, tekrar Lyon karşısına bu maçın anısı ile çıkacak. Ayrıca 2007-2008 sezonunda Manchester United ile Ronaldo, 2005-2006 sezonunda ise Milan forması ile Kaka, geçmişte Lyon ağlarını sarsan ve şimdi Real Madrid forması giyen iki isim durumunda. Yine Sami Khedira'da Stuttgart'ta oynadığı dönemde 2007-2008 sezonunda Lyon'a karşı geçmişte ter döken başka bir Real Madridli.

Maçtan önce Lyon ile geçmiş yıllarda oynanan müsabakalara pek takmadığını söyleyen Jose Mourinho, Lyon'un hakkını verdi ancak kendilerinin daha güçlü bir takım olduklarını da eklemeyi unutmadı.

Maç öncesinde Real Madrid'de Gonzalo Higuain uzun süren sakatlığı ile beraber bu karşılaşmada yine forma giyemeyecek. Yine Fernando Gago'da Fransa'ya götürülmeyen bir diğer oyuncu.

Bu maçtan önce kimsenin üstü kapalı cümleler söylemesine gerek yok çünkü biliniyor ki Real Madrid artık Ol. Lyon'dan fazlasıyla intikam almak istiyor. Geçen sezon rakibi küçümsemenin başlarına ne işler açtığını gören futbolcular, bu sefer Jose Mourinho'nun disiplini altındalar ve ne yapacaklarını gayet iyi biliyorlar. Hızlı, teknik ve çevik forvet oyuncularıyla Lyon'un başını döndürüp işi kısa sürede bitirebilecek kapasiteye sahip bir takım Real Madrid. Yeter ki işi bu sefer sıkı tutsunlar.

Şimdi son olarak benim için iyi anılar olmasa da Real Madrid'in 2004-2005'ten bu yana sürekli ikinci turunda veda ettiği Şampiyponlar Ligi maçlarını tekrar hatırlayalım. Buradan o maçların hikayelerine tekrar bakabilirsiniz. Ve son olarak Real Madrid'n Lyon'u elemesi için 5 nedene de bu linkten bakabilirsiniz. Güzel bir akşam olsun...

Ol. Lyon - Real Madrid

22.2.2011, 21:45

"Football's Greatest" #1 Raul


The Greatest, Pitch International'ın hazırladığı belgesel tarzında seri halinde verilen bir program. Denk gelenleriniz de mutlaka olmuştur. Bu seri halindeki programlarda futbola damga vurmuş isimlerden bahsediliyor.

Raul, Maldini, Dalglish, Cruyff, Batistuta, Best, Gullit, Di Stefano, Maradona, Garrincha, Eusebio, Müller, Pele, Platini, Puskas, Rivelino, Schmeichel, Van Basten ve Zidane'ın belgesel tadındaki videolarını futbol arşivlerine katmak isteyenler için paylaşmak istedim.

Benim için ilk bölümün paylaşımının Raul olması şaşırtıcı gelmemiştir. Saydığım büyük isimlerden talep ettikleriniz varsa sırayla paylaşmaya devam edebilirim. İyi seyirler.

Dil İngilizcedir.

Download: Part 1 Part 2 Part 3





18 Şubat 2011 Cuma

Barça sempatizanları 'Nasıl kaçar?' gibi serzenişlere bu kadar alışkın değil.

Barcelona durmalıydı, bu takımı durdurabilecek olanın da Şampiyonlar Ligi eşleşmeleri yapıldığında Arsene Wenger'in Arsenal'inin olabileceği ihtimali çok fazla yadırganmadı. Geçen yılki eşleşmede olanların en azından ilk maçta yaşanmayacağını biliyorduk çünkü Arsenal ders almıştı. Belki David Villa'nın golü olmasa Arsenal turu rahat geçecekti ancak kendi evlerinde Barcelona'yı durdurmaları ve yine Highbury günlerinden bu yana sahalarında yenilmemeleri ayakta alkışlanacak bir durum.

'Barcelona artık bunaltıyor' diyen bünyeler adına rahatlatıcı bir galibiyet oldu Arsenal'in aldığı. Lionel Messi'nin kaçırdığı birkaç pozisyon ise aslında futbolun içinde olan ve Barça taraftarları ve sempatizanları için uzun zamandır uzak bir duygu olan 'Nasıl olur? nasıl kaçar?' cümleleri ile beraber gelen üzüntüydü. Şüphe yok ki, futbol böyle daha zevkli. Belki Camp Nou'da Barcelona deplasmanda attığı tek golün ekmeğini yiyerek turu da geçecek ancak Arsenal'in kazanmayı başarması 'yenilmez Barça' cümlelerinin de biraz olsun son bulmasına yardımcı olacak.

İlk yarıyı önde kapatan Barcelona'nın yine galibiyet alacakları hissi ile beraber gelen bir rehavetinden söz etmemiz elbette ki mümkün. Arsenal Van Persie ve Arshavin'in gollerine kadar oyunda üstün olan taraf olmayı başarmıştı ve nihaytinde son düdük geldiğinde bunun da meyvesini fazlasıyla toplamıştı. Daha önce kazanmak için birçok deneme yapan ancak gülen taraf olmayı başaramayan Arsenal, rövanş öncesinde bu kez gülen takım olmayı başardı. Van Persie'nin golünden sonra Arsene Wenger'in yüzüne yerleşen ve çoğumuzun alışkın olmadığı gülüşü de bu mutluluğun en önemli tablosuydu.

Barça'yı durdurmaya ilk olarak Hiddink yaklaşabilmişti

Kısa vadede Barcelona'yı durdurabilen nadir performanslara şahit olduk. Şampiyonlar Ligi baz alındığında hakem Ovrebo'nun Barcelona'ya turu hediye etmesini saymazsak Guus Hiddink'in Chelsea'si buna en çok yaklaşan ilk takımdı. Tamamlayan ise geçen sezonki Jose Mourinho'nun Inter'iydi. Jose Mourinho Inter'in başındayken kendi evlerindeki maçta olmasa da, deplasmandaki maçta Barcelona'yı kendi sahasında bekleyerek elemeyi başarmıştı. Tabii ki bunda ilk maçta rövanş maçının tam tersi bir 'atağa karşı atak' oyunu ile alınmış galibiyetin etkisi büyüktü. İşte Arsenal'in de tam olarak yaptığı bu oldu. İlk yarıdaki şaşkınlığı varsaymaz isek ikinci yarıda toparlanan Arsenal, Barcelona'nın stiline çok yakın bir oyun yapısı ile Katalanları yenmeyi başardı. Tam 94 dakika süren maçta, topun tam tamına 68 dakika oyunda kalması da aslında her iki takımın ne kadar bol pas yaptığının, ne kadar oyun içinde olduğunun ve oyun tarzlarının birbirine çok benzediğinin de bir başka göstergesi.

Barcelona'nın kaybetmesindeki etkenlerden bir tanesi Wenger ve öğrencilerinin ne kadar istediğini söylememizin yanında, Barça'nın ve Guardiola'nın da yaptığı bazı hatalardı. Arsenal'in maçı çok istediği dakikalarda Barcelona'nın 1-0'ı arkasına alıp alışılagelmişten uzak bir şekilde skoru korumaya çalışması ve Pep Guardiola'nın maç içinde işleyen sistemi bozan hamleleri (Villa - Keita değişikliği gibi) mağlubiyetin hazırlayıcısı oldu bir nevii.

Victor Valdes ?

Victor Valdes'den de bahsetmeden yazımızı bitirmeyelim. Kendisinin La Liga'nın Barcelona'ya göre çok zayıf rakipler karşısında kalede çok rahat olduğu konusunda sanıyorum hepimiz hem fikiriz. Bu maçlara 5-0 biten Real Madrid karşılaşması da dahil. Ancak görülüyor ki Barcelona kalesine gelebilen rakipler karşısında kariyerinde bu kadar yükselmesinin Rüştü Reçber'in de dolaylı olarak katkısı olan Victor Valdes, çok çok kötü bir kaleci olabiliyor. Ben şahsım adına Barcelona'nın La Liga'da oynadığı çoğu maçı takip ederken Victor Valdes'i Barça'nın attığı gollerden sonra istavroz çıkartarak sevinirken görebiliyorum sadece. Ya da orta alanda bir tartışma olduğunda deli gibi o tarafa doğru koşarken... Valdes, Pique-Puyol, orta alanda Busquets ve Xavi gibi müthiş oyuncuların güvenin önüne alarak oynadı hep. Bu oyuncular ise rakibin gelmelerine izin verdiklerinde Van Persie'nin attığı gole bakınca aslında Valdes'in sezgilerinin ve kalecilik yeteneklerinin çok iyi olmadığını da hepimiz gördük, bu takımın zayıf halkasının da o olduğununun farkında herkes te bana katılacaktır.

2007-2008 sezonundaki Fenerbahçe'nin Şükrü Saraçoğlu'nda aldığı 2-1'lik Chelsea galibiyetine çok benzettiğim Arsenal'in Barça galibiyeti sonrasında umuyorum ki rövanşı Chelsea-Fenerbahçe maçına benzemez. Hep birlikte bekleyip göreceğiz.

(Bu yazı aynı zamanda Goal.com Türkiye için yazılmıştır)

17 Şubat 2011 Perşembe

Benedikt Pliquett


16.2.2011

Hamburg 0-1 St. Pauli

St. Pauli'nin Hamburg nefretini anlatan en güzel fotoğraf St. Pauli kalecisi Benedikt Pliquett'ten...


Willkommen St. Pauli


FC St. Pauli: Almanya'nın Muhalif Sesi


14 Şubat 2011 Pazartesi

'Fenomeno' ( I. Bölüm )

Ronaldo Luis Nazario de Lima... Onu bir paragrafa ya da bir yazıya sığdırmak gerçekten çok zor olacak. Ancak ben, onun futbola veda ettiği bugünlerde kendisini canlı canlı izleyebildiğim için ve bende çocuklarıma anlatabileceğim anılar bıraktığı için buruk bir mutluluk yaşıyorum. Son yılların en iyi futbolcularından biriylea artık vedalaşmak zorundayız. Şimdi biraz geçmişe gidelim...

Dadado!

Rio'nun varoş mahallesinde küçük bir evde 1976 yılında doğduğunda o bebeğin birgün dünya futboluna damga vuracağını kim bilebilirdi? Lima çiftinin üçüncü çocuğu olan Ronaldo, hayaya gözlerini açmıştı. Yavaş yavaş büyüyen ve artık mahalle aralarında top sektiren Ronaldo'ya ise Brezilya'da meşhur olan lakapta ilk olarak abisinden gelmişti. Dadado!

Ne zaman parası ve fırsatı olsa Flamengolu Zico'yu seyreden Dadado Ronaldo, büyük futbolcuyu da kendine örnek almış ve onun gibi oynamayı hedeflemişti. Tabii ki devamında Flamengo'nun seçmelerine de gitmesi kaçınılmaz olmuştu. Ancak ne hikmetse Flamengo onu beğenmemişti! Salon futbolu oynamaya devam eden Ronaldo, 14 yaşına adım attığı günlerde normal futbola geçip Sao Cristavao adına oynamaya başlamıştı.

Onu keşfeden ilk adam: Jairzinho

1970'lerde Brezilya futbolunun en önemli isimlerinden biri olan Jairzinho, aynı yıllarda yetenek avcılığı yaptığı bölgelerin birinde Ronaldo'yu daha ilk görüşte keşfeder ve hemen Cruzeiro ve Brezilya Milli Takımı yetkililerine haber verir. Gel zaman git zaman, bizim Dadao kendini hiç anlamadan Brezilya 16 yaş altı milli takımında buluverir! Güney Amerika 16 yaş altı şampiyonasında da oynayan Ronaldo için devreye ilk olarak Cruzeiro girer. Sonrasında yapılan anlaşmaların eşğinde Ronaldo'nun bonservisinin yarısı Belo Horizonte'ye devredilir. Ronaldo'nun ise artık büyüdüğünü farkeden çevresi onu Dadao olarak değil, ismi ile hitap etmeye başlar.

Daha 17 yaşını bitirmeyen Ronaldo Cruzeiro ile müthiş dikkat çeker. Bunun sonucunda daha o yaşta A milli takım kapıları ona ardına kadar açılır. O zamanki Teknik Direktör Parreira kadroya Ronaldo'yu da çağırır. Mart 1994'te de ilk kez Meksika'ya karşı Bebeto'nun yerine son 10 dakikada oyuna girer. İlk gol ise Mayıs 1994'te İzlanda karşısında gelir. Devamı ise Ronaldo için hayalinin gerçekleşmesi demektir. Genç Ronaldo, 1994 Dünya Kupası kadrosundadır!

İlk kez ona 'Ronaldinho' dendi.

1994 Dünya Kupası kadrosunda genç Ronaldo ile beraber takımda olan Sao Paololu Ronaldo Rodrigues'in varlığı, Ronaldo için yeni bir lakabı da beraberinde getirir. Ronaldo'ya 'küçük Ronaldo' anlamına gelen 'Ronaldinho' denmeye başlanır ve yıllar sonra bizim aşina olacağımız diğer Ronaldinho'nun lakabı ilk o zamanlar anılır. Ancak iki Ronaldo'da hiçbir maçta sahaya ilk 11 çıkamaz. 17 yaşındaki genç Ronaldo altın madalyayı boynuna takar, ancak Pele'den sonra aktif olarak Dünya Kupası kaldıran en genç oyunculardan biri olma şansını da bir nevi kaçırır.

"Onun yeteneğini büyükannem bile görür!"

Avrupa'nın Ronaldo üzerindeki iştahının açılması uzun sürmez. Romario'yu Barcelona'ya gönderen Hollanda ekibi PSV Eindhoven'ın yeni hedefi Ronaldo olur. Bu transfer 6 milyon dolara gerçekleşir. O dönem PSV Teknik Direktörü Frank Aresen'in ondaki yeteneği büyükkannesinin bile farkedebileceğini söylemesi aslında Ronaldo'nun nasıl bir yıldız olacağınında başka bir göstergesidir. Beklentiler boşa çıkmaz, Ronaldo PSV'deki ilk sezonunda tam 30 gol atar.

Baş belası diz sakatlığının ilk görüldüğü yer: Eindhoven...

PSV'deki ertesi sezonunda 18 maçta 18 gol atıp müthiş ivmesini devam ettiren Ronaldo, sonraki yıllarda başını fazlasıyla ağrıtacak diz sakatlığı ile ilk kez bu dönemde karşılaşır ve merhaba der. Yoğun çalışma temposuna Ronaldo'nun dizi dayanamaz ameliyat kaçınılmaz olur. Bu da 6 ay futboldan uzak kalmak demektir. Sonrasında ilk kez yapılan Olimpiyatlar ile futbola geri döner. Bu kez ona talip olan, daha önce Romario'yu yine aynı takımdan alan bir İspanyol devi olur; Barcelona...

Romario'nun yerini dolduracak isim; Ronaldo

Romario'yu ülkesine yollayan Barcelona, bu oyuncunun yerini dolduracak ismi çok uzaklarda aramaz. Zira o oyuncu, Hollanda'da fırtınalar estiren Ronaldo'dan başkası değildir. Bunun maliyeti ise Katalanlara 15 milyon dolar olur. Geldikten sonra Ronaldo, belki de kariyerinin en görkemli sezonlarından birini geçirir. 1996-1997 yılları arasında Barça forması giyen Ronaldo, toplamda çıktığı 49 maçta 47 gol kaydeder. Aynı sezon finalde PSG'yi deviren Barcelona Kupa Galipleri Kupası şampiyonluğuna da ulaşır. Dünyanın ağzından düşürmediği Ronaldo, sezon sonunda ise FIFA tarafından 'Dünyada yılın futbolcusu' olmayı başarır. Ayrıca bu ödülü kazanan en genç oyuncu olmayı da başarmıştır.

Moratti'nin rüyası...

Bu andan sonra Ronaldo, yeni bir isim için rüya haline gelmiştir. Bu isim, o dönemin Roman Abramovich'i olan Inter Başkanı Massimo Moratti'den başkası değildir...

Yazının 2. bölümünde Ronaldo'nun Inter ve Real Madrid takımlarında yaşadıklarını yazacağım.

(Bu yazı, aynı zamanda Goal.com Türkiye için yazılmıştır)

12 Şubat 2011 Cumartesi

'Stephanoisler' ler, Ol. Lyon'a karşı...

Fransa'nın en büyük iki derbisinden biri bu gece sahne alıyor. İlk yarıda iki takım arasında oynana 100. maçta St. Etienne'in 1-0'lık üstünlüğünün intikamını almak isteyen Ol. Lyon, bu maça özel bir motivasyonla hazırlandı.

Fransızların derbi festivali öncesinde bu rekabetin geçmişinden biraz bahsetmek gerekiyor aslında. St. Etienne, armasında bulunan tek yıldız ile Fransa'nın 10 şampiyonluğu olan tek takımı konumunda. Ancak bunu birkaç yıldır 'yeşillerin' başarı anlamında taşıdığı söylenemez çünkü bu sezonki iyi futbollarını geçen sezon son anda ligde kalmalarına borçlular. Bu sezon başında da gözler son yıllarda başarılı olmuş takımlara çevriliydi ancak St. Etienne otoriteleri şaşırtarak adına yakışır bir şekilde kendine üst sıralarda yer bulabildi. Üstelik şimdilik ezeki rakip Ol. Lyon'un da averajla üstündeler!

"İngiliz derbilerine benzeyen bir rekabet..."

Fransa'da en büyük iki derbi olduğundan yukarı da bahsetmiştim. Ancak St. Etienne-Lyon rekabetinin PSG-Marsilya rekabetinden büyük bir farkı var. Başkent ile Marsilya'nın geçimsizliğini daha çok medya tetikledi bugüne kadar ve böyle büyüdü. Ancak St. Etienne ve Lyon takımlarının geçimsizlikleri başlı başına bir tarih. Bu derbi haftalarca Fransa'da tartışılıyor ve medyanın her daim dile getirdiği gibi İngiltere'deki Man City-Man Utd rekabetine benzetiliyor.

Her derbide meşhurlaşmış olan hikâye burada da mevcut. Lyon'lu aristokratların işçi sınıfını ezmesi öykülerinin 18. yüzyıla kadar gittiği söyleniyor. Tarihi ufakça bir kurcaladığımızda önemli bir ticaret kenti olan Lyon, yakınlarındaki kasabaları bu konuda kendine bağlarken işçi sınıfına müdahil olan 'Stephanois' ler buna seslerini yükseltip karşı çıkıyorlar. Daha sonra yavaş yavaş kendi bölgesinin lideri olan St. Etienne, gelişmeye devam etti. Ancak bu durum, oranın halkı üzerinde günün birinde Lyon'un banliyösü olma korkusunu yok edemedi. Bu bağlamda halkın kendine güvenini tekrar getirecek, bütün ülkede söz sahibi olmasını sağlayacak tek şey de zamanla futbol oldu ve St. Etienne futbol takımı 1933 yılında, ezeli rakip Ol. Lyon'dan 17 yıl önce 'merhaba' dedi. Sonrasında bu kulüp, 1960'lı yıllara kadar Fransız futbolunun önde gelen takımlarından olmayı başardı.




St. Etienneliler bu sezon mutlu ilerliyorlar...




St. Etienne'in 1996'dan bu yana, 306 maçtır kalesini koruyan Jeremie Janot, geçen sezonki ve ondan önceki birkaç sezondaki başarısızlıkları için büyük tarihlerini sorumlu tutuyor ve bunu kaldıramadıklarını itiraf ediyor. 1970'li yıllarda içinde efsane isim Michel Platini'nin de bulunduğu efsane takım, en başarılı Fransız takımı seçilmişti. Ancak 70'li yıllardan sonra ve 80'leri takip eden yakın zamanlarda St. Etienne, maalesef geçmişte yaşamak zorunda kalan bir takım haline büründü. 1981'de yaşanan son şampiyonluktan sonra o günler mumla arandı. Kupasız geçen kötü sezonlar St. Etienne için devam ederken, bahsettiğim rekabetteki ikinci takım Ol. Lyon ise Jean Micheal Aulas'ın kanatları altında büyüdükçe büyüdü.

St. Etienne taraftarının nefretindeki isim: Aulas

St. Etienne tarafından bu rekabete baktığımızda en büyük hedef Ol. Lyon'un Başkanı J. M. Aulas. 'Yeşiller' tarafından bakılınca Aulas bir nefret kaynağı ancak 20 yılı aşkın süredir başında bulunduğu Ol. Lyon'u dipten alıp, Avrupa'nın üst düzey takımları arasına sokması ve ilk şampiyonluğundan sonra da 2007-2008 sezonuna kadar bunu 7 kez üst üste başarması sebebiyle de saygı duyulması gereken bir futbol adamı. Ancak Lyon'u getirdiği noktanın yanında her daim takındığı küstah açıklamaları, St. Etienne ile Lyon arasını geren en büyük nedenlerden bir tanesi. Yeşil taraftar arasında nefret ikonu olmasını sağlayan ilk olay ise 2000 yılında ortaya çıktı. St. Etienne, o yıllar tekrar şahlanmak üzere olan bir takımdı. Brezilyalı forvetleri Alex ve Aloisio'nun arkasına toplanan tüm takım geleni geçeni mahvediyordu. Zaman akıp geçti ve bu müthiş St. Etienne'in Ol. Lyon ile oynamasına günler kala Aulas bu iki Brezilyalı oyuncunun sahte Portekiz pasaportu taşıdığını söylemesi birçok olayın yaşanmasına neden oldu. Sonrasında Federasyonda Aulas'a katıldı ve ikinci lige düşen yeşiller 2004 yılına kadar Ligue 1'e dönemediler. O günden bu yana Yeşil St. Etienne Aulas'tan nefret ediyor...

Şimdi artık St. Etienne, yavaş yavaş eski günlerine dönme sinyalleri verse de, rekabeti de unutmuş değil. Ligin ilk yarısındaki galibiyet ile ruhlarını tatmin eden yeşiller, Lyon'un oynadığı her Şampiyonlar Ligi maçında da ekrana kilitlenip rakip kimse onu destekliyorlar. Hatta bazı St. Etienne taraftarları 'züppeleri' yendikleri için ligin nasıl biteceğinin umurlarında olmadığını da söylüyorlar. Bakalım bu sezon gennç oyuncuları ile iyi bir hava yakalayan St. Etienne, ligin ikinci maçında da ezeli rakibini yenip onları üzmeyi başarabilecek mi?

Yazıyı bir zamanlar Ol. Lyon'un defansının vazgeçilmezi olan ve Fransızların milli takımdaki geçmişi sebebiyle pek sevmediği R. Domenech'in ve St. Etienne ile 70'li yıllarda 250 maça çıkan Osvaldo Piazza'nın bu derbi hakkında söyledikleri ile bitirelim:

"Sahaların yeşil değil de, mavi ya da kırmızı olduğunu hep düşledim. Evimde bahçeme kaldırım döşettim. Böylece o iğrenç yeşil çimleri görmek zorunda kalmıyorum..."

"Bugünlerde futbolcular fazla kibar. Lyonlu birini yerden kaldıran St. Etienneli bir futbolcu gördüğümde gözlerime inanamıyorum..."

12.2.2011, 22:00

St. Etienne - Ol. Lyon


Man City 5-1 Man Utd, Eylül 1989

Şüphe yok ki iki takım arasında oynanan en unutulmaz maçlardan bir tanesi 1989-1990 sezonunda oynanan ve 5-1 City galibiyeti ile sonuçlanan karşılaşma. Taraftarlar arasındaki yaşanan olaylar ve saha içi mücadele bu derbinin en akılda kalan olmasının da bir sebebi. MirrorFootball'da bu derbinin hikayesini ve fotoğraflarını paylaşmıştı daha önce. Ona da buradan bakabilirsiniz.



11 Şubat 2011 Cuma

C. Ronaldo: "Messi de tıpkı Di Maria gibi Arjantinli bir arkadaşım..."

Cristiano Ronaldo, "El Larguero" isimli çocuklar için futbol eğitimi veren bir vakfın gerçekleştirdiği programın konuğu olmuştu. Keyifli bir söyleşi olmuş, çeviri trafiğinde nihayet paylaşabiliyorum. Buyrun.

S: Çocukken ne hayallerin vardı?

CR7: Oyun oynayan normal bir çocuktum. Sürekli futbol oynardım ve bu annem beni eve çağırdığında son bulurdu. Çok masum yıllardı. Futbolcu olmayı her daim hayal ediyordum ve bunu başardığım için çok mutluyum.

S: Başarının sırrını ne olarak görüyorsun?

CR7: Bu konu hakkında çok net konuşabilirim. Her zaman hedefleriniz doğrultusunda inanmalı ve hissetmelisiniz. Bunun yanında çok çalışmakta en önemli kural. Hepimizin hayatında bazı fırsatlar var ve bu uğurda inanmak va çalışmak zorundayız. 12 yaşında futbol uğruna ailemi terketmek zorunda kaldım. Günlerce ağladığım olmuştu ama şimdi geldiğim yerde bunlar güzel anılar olarak kaldı. O dönem o sıkıntıları yaşamasaydım bugün bu durumda olamazdım.

S: Messi Altın Top ödülünü kazandıktan sonra onunla konuştun mu?

CR7: Öncelikle Messi ile sanıldığı gibi kişisel bir savaş içinde olmadığımı belirtmek isterim. Messi'de tıpkı Di Maria gibi Arjantinli bir arkadaşım...

S: Senin için 'chulo' yani ukala deniyor. Bununla ilgili söylemek istediğin bir şey var mı?

CR7: Herkesin kendi görüşü var. Ama insanların ne düşündüğü açıkçası umurumda değil. İki yüzlü veya sahte biri değilim. Kibar olmaya çalışıyorum. Çok iyi bir insan olduğumu söyleyebilirim.

S: Baba olduktan sonra hayatında ne gibi değişiklikler oldu?

CR7: Bu çok farklı bir duygu. Hayatım boyunca başıma gelen en güzel şeylerden biriydi.

S: Bebek sana benziyor mu?

CR7: Zor soru. Annem ve arkadaşlarım hayır diyorlar ama ben her daim çocuğumda kendimden bir şeyler buluyorum.

S: Oğlunuzu zor bir hayat mı bekliyor sizce?

CR7: Onun çocukluğu benimkinden farklı olacak. O Real Madrid'de oynayan ünlü bir futbolcunun çocuğu olduğu için bazen zorlanacak. Fakat herşey hayatın bir parçası.

S: Kendini artık yorulmuş hissediyor musun?

CR7: Hayır, halen kendimi çok iyi hissediyorum. Gerçek şu iki kendimi bir ya da iki ay öncesine göre mükemmel hissediyorum.

S: Sadece futbol mu seyrediyorsun?

CR7: Ne varsa biraz izlemeye çalışıyorum. Ancak dışarı da daha çok vakit harcıyorum.

S: Mısır ve Tunus'ta önemli gelişmeler oluyor. Dünyada olup biteni takip ediyor musun?

CR7: Evet, yeterince takip ediyorum ve meraklıyım. Eve geldiğimde ilk yaptığım Portekiz basınını takip etmek ve Portekiz televizyonlarına bakmak oluyor.

Vakıfta eğitim gören çocuklardan gelen sorular:

S: Emekli olduktan sonra ne yapacaksın?

CR7: Bilmiyorum. Hala onu düşünüyorum. Ama sanırım karar vermek için biraz erken.

S: Futbolcu olmasan ne olurdun?

CR7: Futbol sebebiyle eğitim hayatım erken bitti. Kötü bir öğrenci değildim. Tam bir fikrim yok ama sanırım futbolcu olmasaydım öğretmen olmak için çabalardım. Doktor ya da avukatlık okuması zor olduğu için böyle bir tercihim olurdu.

S: Takımdaki en iyi arkadaşların kimler?

CR7: Bu iyi bir soru. Neredeyse herkes ile iyi geçiniyorum. Ama sanıyorum en iyi arkadaşlarım Pepe, Marcelo ve Kaka. Tek tek isim vermeye devam edersem tüm takımı sayarım. Fantastik bir ekibiz.

S: Abebayor için ne düşünüyorsun?

CR7: İyi biri. İngiltere günlerimden yakından tanıyorum. Eğlenceli bir adam ve bende iyi bir izlenim bırakmıştı.

S: Madrid şehri için ne söyleyebilirsin?

CR7: Burası mükemmel... Çok büyük ve rahat bir şehir. Futbolu bıraktıktan sonra ailemle burada yaşamaya devam etmeyi isterim.

S: Barcelona'ya 5-0 kaybedince neler hissettin?

CR7: Zor bir andı. İntikam alma gibi bir duygum yok. Ancak dediğim gibi kariyerimin en zor anlarından bir tanesiydi.

S: Uyumayı sever misin?

Ek: Herkes bir yerlerden denk geldi kesinlikle. The Guardian'dan Sid Lowe'da Xavi ile konuşmuş. Buradan bakabilirsiniz.



Xabi Alonso: "Kendimi Emektar Hissetmiyorum"

Sergio Ramos: "Tanımadığım insanlarla yemek dahi yiyorum..."

Mesut Özil: "Müslümanım, ancak arada bir şarap içmek sağlığa kesinlikle iyi gelir..."

El Pipita: "Jose'nin bazen konuşmadan dahi isteklerini anlıyorsunuz..."

Benzema: "Başkan Perez'in sevgisine gollerimle karşılık veriyorum!"

10 Şubat 2011 Perşembe

Kömür İşçilerinden Doğan Efsane, Madenden zirveye doğru; Tavşanlı Linyitspor


Onlar, 'Kömür işçilerinden doğan büyük efsane olarak' nitelendiriliyorlar. 1943 yılında, Kütahya ili, Tavşanlı ilçesi, Tunçbilek Beldesinde bulunan; kısa adı GLİ olan Garp Linyitleri İşletmesi çalışanları ile onların ailelerinin spor faaliyetinde bulunması için kurulan GLİ Gençlik Kulübü, her ne kadar güreş dalında da başarılar elde etse de futbol her zaman ön plandaydı. Goal.com için Nihat Mermer'in yazdığı bir makale, bir futbol hilayesi ile baş başa bırakıyorum sizi.

Kan kırmızısı kömür siyahı

Kırmızı-Siyah renklere sahip kulüp, bu renkleri, kanın kırmızısından ve kömürün siyahından esinlenerek aldı. 1987 yılında TKİ Tavşanlı Linyitspor adıyla anılmaya başlayarak kurum takımı haline gelen kulüp, amatör müsabakalarda Tavşanlı'ya heyecan yaşatsa da daha parlak futbol mazisine sahip olmak için önüne gelen fırsatı tepmedi. TFF, 1984 yılında çıkarılan kanunla, yeni kurulan 3. Lig'e para karşılığında takım kabul ediyordu. 15 milyon Liralık teminatı yatıran Linyitspor, 1984-1985 sezonundan itibaren 3. Lig'de mücadele etmeye başladı. Bünyesinde bir çok yıldız oyuncuyu barındıran Linyitspor, 1995-1996 sezonunda, 11 yıl boyunca mücadele ettiği ligden düştü ve bir 11 yıl da yeniden 3. Lig'e yükselmek için çaba sarfetti.
Merhaba 3. Lig

11 sezonluk özlemin ardından, Erhan Sarıgöl'ün çalıştırdığı Linyitspor, 2006-2007 sezonunda tüm engelleri aşarak yeniden 3. Lig'e yükseldi. 3. Lig'e Erdoğan Sarıuşak ile başlayan Linyitspor, ligin ilk haftasında yine tarih yazdı. İlk maçını evinde oynayan kırmızı siyahlılar, Ispartaspor önünde Abdi'nin (2) ve Ali'nin golleriyle 3-0’lık skoru yakaladı.

Sudan çıkmış balık

80. dakikaya kadar 3-0 üstün olan Linyitspor, 81, 82, 87 ve 89. dakikalarda yediği 4 golle sahadan 4-3 mağlup ayrıldı. Linyitspor, 2006-2007 sezonunda mücadele ettiği 3. Lig 3. Grup'ta sezonu 7. olarak tamamladı. Şu an Bank Asya kadrosunda yer alan kaptan Abdi Aktaş, Mehmet Besler, Hasan Yaşar ve Ahmet Yakak, o dönem kurulan takımın kadrosunda da yer alıyordu.

Seçsev dönemi

Sezon sonunda Sarıuşak ile yollarını ayıran Linyitspor, 2008-2009 sezonuna Cengiz Seçsev ile başladı. Yeni transferlerle yeniden yapılanan takımın bünyesi, Bank Asya kadrosunda da yer alan İbrahim Genç, Emrah Dağ gibi isimleri barındırırken, şu an takım kaptan olan Abdi Aktaş, yaş haddi yüzünden takımdan ayrılmak zorunda kaldı. Yine 3. Grup'ta yer alan takım, Kademe Grubu'nu lider tamamlayarak Yükselme Grubunda mücadele etme şansını yakaladı. Yükselme Grubu'nu 3. olarak tamamlayan Linyitspor, tarihinde ilk kez 2. Lig'de oynama hakkını elde etti. Takım, o dönem oynadığı futbolla, deplasmanda aldığı galibiyetlerle ve az sayıda yediği gollerle Rıdvan Dilmen'in bile ilgisini çekmiş, spor programlarına konu olmuştu.

2. Lig'de fırtına

Linyitspor, tarihinin en önemli başarısına imza atarak 2. Lig'e yükseldi. Futbol kamuoyuna yabancı gelen bu isim, sanal sözlüklere bile espri konusu oldu. Ancak rüya hiç de iyi başlamadı. Cengiz Seçsev'den boşalan koltuğa getirilen, Fenerbahçe'nin de eski futbolcularından olan Erdoğan Yılmaz, 2 yıllık sözleşme imzalarken başına gelecekleri hiç hesap etmemişti. Sezona, tesisleşme ve alt yapı parolasıyla başlayan Linyitspor'da işler kötü gitmeye başladı. Ekip, güzel oyununa rağmen gol bulamıyor ve puan toplayamıyordu. Taraftarlar arasında homurdanmalar başlamış, Yılmaz'a karşı tepkiler çoğalmıştı. Tavşanlı ilçesinin tek yerel radyosu, takıma destek olmak ve gol sorununa dem vurmak için 'Haydi Gol' adında bir şarkı hazırlattı. Bu şarkı, aynı zamanda Linyitspor için yapılmış ilk profesyonel çalışma özelliğini de taşıyordu. Ancak beklenen olmadı ve Kademe Grubu'nun 10. haftasına gelindiğinde, grubun en az gol atan takımı olan Linyitspor, resmen dibe çökmüştü.

Kara bulutlar

2009 yılının Ekim ayı, Linyitspor için birkaç farklı dönüm noktasını barındırdı. 18 Ekim 2009 tarihinde oynanan ve 2-2 biten Beykoz maçından sonra ayağa kalkan taraftar, öfke kustu ve takım otobüsünün etrafını çevirmeye kadar varan eylemlerde bulundu. Bu olayın ertesi gününde, teknik direktör Erdoğan Yılmaz istifa etti ve sonrasında Kasımpaşaspor ile anlaşarak Yılmaz Vural ile birlikte çalıştı. 23 Ekim 2009 tarihinde, Ada Stadı'ndaki idmanda, takım arkadaşı Aydın'a yumruk atan ve Aydın'ın kaşında 6 dikişlik iz bırakan Zeynel Yaldız'ın sözleşmesi feshedildi. Artık takım içinde ciddi anlamda bir huzursuzluk söz konusu idi.

İmam Ahmet devrimi

10. hafta sonunda görevinden ayrılan Yılmaz'ın yerine, geçici olarak alt yapı sorumlularından İmam Ahmet lakaplı Ahmet Erdinç getirildi. Grubun ilk yarısının son maçı, deplasmanda Pendiksporlaydı ve Linyitspor, belki de sezonun en iyi mücadelesini göstererek, rakibini 1-0 yenmeyi başardı. İmam Ahmet, galibiyeti 'İnancın zaferi' olarak niteledi.

Futbol perisi iş başında

Devre arası ile harekete geçen Linyitspor, anlaşma zemini hazırlamak üzere Pendikspor maçına davet ettiği Mustafa Reşit Akçay ile 27 Ekim 2009 tarihinde el sıkıştı. Boş mukaveleye imza atan Akçay, ayağının tozuyla çıktığı antrenmanda yaptığı açıklamada, gelecekten haber veriyordu: "1 puan ortalaması takımı kümede bırakır ama 2 puan ortalaması şampiyon yapar. Biz 2 puanlık ortalamaya kaymak istiyoruz." Açıklamanın içeriği, ilk etapta hayal gibi gözükse de 2009-2010 sezonu sonunda 2 puanlık ortalamaya ulaşan Linyitspor, sezonu şampiyon tamamlamıştı.

Futbolun kitabını yazmış

'Ajax ve Hollanda Futbolu' adlı bir de kitabı bulunan Akçay, ikinci yarıya şanssız başladı. Sakaryaspor ile deplasmanda yapılan mücadeleyi 1-0 kaybetti. Üzerine bir de Türk Telekom maçını kaybedince, küme düşme düşünceleri aldı yürüdü. İkinci yarının ilk 3 maçında yalnızca 1 puan toplayabilen Akçaylı Linyitspor, 15. haftada adeta şahlandı. Sahasında Güngören Belediyespor'u 4-0 yenen ekip, iki hafta sonrasında ağırladığı Gebzespor'u da 4-1'le geçti. Artık evinde kaybetmemeyi öğrenen kırmızı siyahlılar, Kademe Grubu'nun son haftasında da Pendikspor'u 4-0'la evine uğurlayarak ligin ilk yarısını 6. sırada tamamlamayı başardı.

Şampiyon köy takımı

Giderek yükselen grafiğiyle dikkat çeken Linyitspor, köklü takımların seyircileri tarafından 'Köy Takımı' olarak aşağılansa da Klasman Grubu'na liderin 2 puan gerisinde başladı. Gol krallığında iddialı İshak Topçu önderliğinde, sahasında bol gollü galibiyetlere alışan Tavşanlı ekibi, Klasman Grubu'nun 5. haftasında, averajla liderliğe oturdu ve sezon sonuna kadar da bir daha koltuğu kimselere kaptırmadı.

Post modern futbol

Grubun 6. haftasında, Pendikspor'u ağırlayan Linyitspor, umulmadık bir dirençle karşılaştı. 1-1 biten mücadele sonrasında, futbol dünyasının renkli simalarından olan ve o dönem Pendikspor'u çalıştıran Abdülkerim Durmaz'ın, '1 haftadır uyumuyorum. İşim gücüm Linyitspor oldu.' açıklaması, takımın kendi sahasında ne derece korkutucu oynadığının ispatı gibiydi. Durmaz, günümüz futbolunda pek rastlanmayan sarkık libero yöntemiyle İshak Topçu'ya adım attırmamış ve Linyitspor'un gol ayağını durdurmayı denemişti. Buna rağmen Topçu, takımının golünü atan isimdi. İlginç olan ise grubun ikinci yarısındaki maçta Linyitspor'un Pendikspor'u bir kere daha devirmesi olmuştu. Pendikspor, o sezon oynanan 4 maçın üçünü kaybetmiş, tek puanı ise post modern futbolla almıştı.

Musluk tarihe geçti

Grubun 8. haftasında, Gebzespor deplasmanında mücadele eden Linyitspor, Türk futbol tarihinde eşi benzeri olmayan bir teröre tanıklık etti. Gebze deplasmanında İshak ile öne geçen Linyitspor, 89. dakikada beraberlik golüne engel olamadı ancak golden saniyeler önce, kendini bilmez Gebzeli bir seyirci, taraftarlar için tahsis edilen tuvaletten söktüğü bir musluğu, yan hakem Mustafa Sarsılmaz'ın kafasına attı. 15 dikişe mâlolan bu hareket sonrasında saha karıştı ve maç tatil edildi. Uzun süre PFDK'yi meşgul eden bu maç sonunda Gebzespor hükmen yenik ilan edildi ve 6 maç seyircisiz oynama cezasına çarptırıldı.

Yalova Sezai'nin sonunu hazırladı

11. haftadan itibaren düşüşe geçen Linyitspor, 3 haftalık periyotta sadece 1 puan alabildi ve 13. hafta sonunda deplasmanda kaybedilen Yalovaspor maçı sonrasında, o zamana değin takımın başarı grafiğinde önemli rol üstlenen kaleci Sezai Yüksel yedeğe çekildi ve Bank Asya 1. Lig'in devre arasına kadar bir daha kaleye geçemedi. Bayrağı devralan İbrahim Genç, Bank Asya'ya yolculukta önemli başarılara imza attı. Sezai, 2010-2011 sezonunun devre arasında takımdan ayrıldı ve 2. Lig Beyaz Grup'ta yer alan Adıyamanspor'a transfer oldu.

"%80 Bank Asya'dayız"

Ligin bitmesine henüz 7 hafta varken, her ne kadar basına yansımasa da Mustafa Akçay'ın söylemleri, efsanenin yazılacağının sinyallerini veriyordu. Akçay, "Play-off'a adımızı yazdırırsak %80 Bank Asya'ya çıkacağımıza inanıyorum." diyordu. Nitekim, 14. haftayla beraber yeniden ivme kazanan Linyitspor, sırasıyla Zeytinburnuspor, Pendikspor ve Gebzespor'u devirerek bitime 1 hafta kala Klasman Grubu'ndaki şampiyonluğunu ilan etti ve adını play-off'a yazdırdı.

İstatistikler alt üst oldu

Sezonun ilk çeyreğinde golden yoksun yapısıyla taraftarlarını üzen Linyitspor, sezon sonunda grubun en çok gol atan 2. takımı olmayı başardı ve bu alanda 61 golle lider olan Bozüyükspor'un sadece 3 gol gerisindeydi. Grubun en az gol yiyen takımı ünvanını da elinde bulunduran Linyitspor, averaj konusunda da rakiplerinden birkaç gömlek üstün olduğunu +28 averajla ispatladı.

15 aydır namağlup

En son, Kademe Grubu'nun 2. yarısında, 8 Kasım 2009 tarihinde, sahasında Türk Telekom'a 1-0 mağlup olan Linyitspor, o tarihten bu yana evinde maç kaybetmedi. Bank Asya 1. Lig'in ilk yarısında da evinde namağlup tek takım olan Linyitspor, Gaziantep B.Ş. Belediyespor ile birlikte; sahasında en az gol yiyen takım olma özelliğini de taşıyor. Bütün bunların yanı sıra Türk Telekom mağlubiyetinden sonra play-off maçları da dahil toplam 47 maça çıkan Linyitspor, bugüne kadar yalnızca 8 mağlubiyet aldı.

Tavşanlı Antalya'ya taşındı

Yükselme Grubu'nda, Güngören Belediyespor ve Akhisar Belediye Gençlik ve Spor, ipi göğüsleyerek 2010-2011 sezonunda Bank Asya 1. Lig'de oynamaya hak kazandı. 1. Lig'e yükselecek 3. takımın belirleneceği play-off mücadeleleri Antalya'da gerçekleşti. 25 Mayıs 2010'da oynanan ilk maçta, Adana Demirspor ile eşleşen kırmızı siyahlılar, maçın normal ve uzatma süreleri 0-0 geçince, penaltılara kaldı ve rakibine 5-3'lük üstünlük kurarak, kendisi gibi penaltılarla Çorumspor'u eleyen Trabzon Karadeniz A.Ş. (Kulübün şimdiki adı 1461 Trabzon'dur) ile eşleşti. 27 Mayıs 2010'da oynanan yarı final müsabakasını, Kemal Özyurt'un golüyle 1-0 kazanan Linyitspor, adını finale yazdırdı.

Bir efsanenin doğuşu

30 Mayıs 2010 tarihinde yapılacak final müsabakasında Eyüpspor'la karşılaşacak Linyitspor'a destek için Antalya'ya akın eden Tavşanlı Halkı, tam 7500 kişi ile şehri istila etti. Eyüpspor'u da 2-1 deviren kırmızı siyahlılar, maçın tüm gollerini kendileri kaydetti. 23. dakikada defansın bel kemiği Tanju Yavuz'un golüyle öne geçen Linyitspor, yine aynı futbolcunun kendi kalesine attığı golle şanssızlığı yaşadı. 75. dakikada Zafer Kargoğlu ile bir kere daha öne geçen Linyitspor, müsabakayı 2-1 tamamlayarak Bank Asya 1. Lig'e yükselen 3. takım olmayı hak etti. 3 sezon evvelinde amatör kümede top koşturan ekip, ilk kez mücadele ettiği 2. Lig'den o yıl çıkıp, Bank Asya'ya adını yazdırarak efsane olma yolunda ilerledi.

Rüya kabusa dönüştü

2. Lig'deki ilk sezonunda Bank Asya'ya yükselme başarısını gösteren Linyitspor için 1. Lig hiç de iyi başlamadı. Sezonun ilk altı haftasında; deplasmanda alınan 3 mağlubiyet ve sahasındaki 2 beraberlikle yalnızca 2 puan toplayabilen kırmızı siyahlılar, futbol otoritelerinin mağrur tavırları altında, "Biz düşer demiştik" yorumlarına maruz kaldı. Üstelik henüz gol atamayan ekip, eleştirilerin hedefi oldu.

Siftah 7. haftada

Ligin 7. haftasında, Giresunspor'a konuk olan Linyitspor, sezon başında Gençlerbirliği’nden aldığı (Hacettepespor’da kiralık oynayan) Mehmet Akyüz'ün 46. dakikada atmış olduğu golle ilk deplasman galibiyetini alıp ilk golünü kaydetti. Lige alışma evresini tamamlamaya çalışan ekip, iki hafta sonra yine deplasmanda Diyarbakırspor'u tek golle geçti. Ligin 10. haftasında, Karşıyaka'yı 2-0 yenen Linyitspor, böylece ilk kez evindeki bir mücadeleyi kazanmış oldu.

Büyükler dize geldi

Sonraki hafta Denizli deplasmanında şanssız bir yenilgi alan Linyitspor, asıl çıkışını iki hafta sonra Orduspor deplasmanında gerçekleştirdi. 55. dakikada Müslüm ile öne geçen ev sahibi takım 2 dakika içinde yediği gollerle sahadan 2-1 mağlup ayrıldı. Bir hafta sonra, 2. Lig'de aynı grupta olduğu Güngören Belediyespor'u da 3-1'le geçen ekip, 16. haftada da lider Çaykur Rizespor'u 2-0 yenerek büyük sükse yarattı. Ligin ilk yarısını, ilk altı içerisinde hem de liderin yalnızca 2 puan gerisinde tamamlayan Linyitspor, bir anda futbol otoritelerinin gözüne girdi ve yakaladığı başarı ile kendisini eleştirenleri adeta yalanladı.

9 maçtır kaybetmiyor

Bank Asya 1. Lig'in 11. haftasında, deplasmanda Denizlispor'a 1-0 mağlup olan Linyitspor, tam 9 haftadır mağlup olmuyor. Bir başka deyişle 100 günden bu yana mağlubiyet nedir bilmeyen kırmızı siyahlılar, istikrarlı gidişiyle ligin gözde takımlarına kafa tutuyor.

Evinde namağlup ama evi yok

2008-2009 sezonunda 3. Lig Yükselme Grubu'ndan 2. Lig'e çıkan Linyitspor, basamakları çabuk tırmanmanın bedelini statsız kalarak ödedi. Takımın kazandığı ivmenin gerisinde kalan tesisleşme ve alt yapı sorunu yüzünden Tavşanlı Ada Stadı, Bank Asya kriterlerine uymayınca, stat bakıma alındı. Ancak stadyum, gereken zamanda bitirelemeyince, maçlarını şehir merkezindeki Kütahya Dumlupınar Stadı'nda oynamak zorunda kalan Linyitspor, evindeki her maç için 50 kilometre yol kat etmek zorunda kalıyor. Aynı şekilde, takımın peşinde koşan taraftar da 50 kilometre gidip aynı mesafeyi geri dönüyor. 8 ayı aşkın süredir aşılamayan sorunlardan şikayetçi olan taraftarlar, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a seslenmeye çalışarak, stat eziyetinden kurtulmak istiyor.

Bir yıldız doğuyor

Sezon başında renklerine bağladığı Mehmet Akyüz'den, ilk haftalarda pek yararlanamayan Linyitspor, sistem değişikliği sayesinde yeni bir yıldıza kavuştu. Attığı gollerle dikkatleri üzerine çeken ve bir anda şöhreti yakalayan Mehmet Akyüz, gol krallığında da iddialı konumda bulunuyor. Futbolseverlerin 'Yerli İbrahimovic' diye adlandırdığı futbolcu, şimdiden büyük takımların iştahını kabartmış durumda.

Vefa örneği

2009-2010 sezonunun devre arasında, Tarsus İdman Yurdu'ndan transfer edilen ancak bu kulüple yaşadığı sorunlar yüzünden 6 ay hak mahrumiyeti cezası alan Kemal Özyurt'a vefa örneği gösteren Linyitspor, Kemal Özyurt'u serbest bırakmak yerine bünyesinde barındırarak cezasını tamamlaması için ortam sağlamış bulunuyor.

2012'de Şampiyonlar Ligi'nde

Profesyonel liglerdeki 4. sezonunda, Süper Lig'e göz kırpan Linyitspor'un seyircisi, 3. Lig'deki 2. sezondan itibaren kurulan hayalin izinde olan kulübe toz kondurmuyor. 2008-2009 sezonunda, tribünlerde bir avuç seyirci tarafından hep bir ağızdan söylenen şu tezahürat, şimdi binlerce taraftarın sesinden her yerde yankılanıyor:

Çekmişiz Formaları, Dalmışız Hayallere

2012'de Şampiyonlar Lig'inde

Atacağız Real Madrid'e...

8 Şubat 2011 Salı

Tek Şehir, İki Takım

Manchester şehrinde iki renk vardır; Mavi ve kırmızı. Şehrin iki takımı olan City ve United'ı temsil eden bu renkler, gerçekten de iki takım taraftarlarını birbirlerinden ayıran tek neden. Tüm Manchester aynı partiye oy verir, tüm şehir Liverpool'a karşıdır ancak iş City, United rekabetine geldiğinde işler bir anda değişiverir...

Çoğu Manchester United taraftarının Malcolm Glazer'in kulübün sahibi olmasına verdiği tepkinin tam tersine, City taraftarları Şeyh Mansour'dan oldukça memnun görünüyorlar. Bu gelişimden geçmişteki kötü sonuçlar nedeniyle memnuniyetle bahsediyorlar. Onlara göre eğer kaliteli oyuncularla birlikte güzel bir futbol sergilenecekse hiçbir problem yok. Böyle bir durumda City'liler kulübü kimin finanse ettiği ile ilgili haberlerle ilgilenmiyorlar bile.

Manchester büyük bir futbol şehri. Britanya adasının en büyük ikinci yerleşim yerinde milyonlarca kişi futbol topunun peşinden koşuyor. Man Utd ve Man City'nin maça gelen taraftarların saysının ortalamaları alındığında Avrupa'nın başka herhangi bir kentindeki en büyük iki takımı izleyenlerin sayısından daha fazla olduğu hemen ortaya çıkıyor. Ancak bu iki takım arasında taraftar sayıları dışında bir dengenin olduğunu söylemek çok zor. ManU son yıllarda birçok başarıya imza attı ve atıyor ancak City için son kupa 1976 yılındaki Lig Kupası...

Man City taraftarı övünecek bir kupa ya da şampiyonluk bulamadığı için, kendilerinin farklı olduklarını söylüyorlar. Örneğin City tarfatarları, Man Utd taraftarlarının çoğunun Old Trafford'u 1999'daki Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu ve geçen müthiş bir sezondan sonra desteklemeye başladıklarını söylerler. Man Utd taraftarlarının buna cevabı ise City taraftarlarının Stockport'tan, yani uydu şehirlerden geldikleri yönünde.

Manchester City'nin 1976'da son kupasını kazandığı kadroda yer alan ve aynı zamanda Manchester United formasını da giyen Peter Barnes, "İki takım oyuncuları benim zamanında dışarıda da görüşürlerdi. Taraftarlar arasındaki nefret o zamanlar yoktu" sözleri ile rekabetin bugün hangi boyuta geldiğini gösteriyor.

City'nin flamalarında ve pankartlarında yazan 'bu şehir bizim' ve Manchester usülü' yazıları Ciy kulübünün şehre fazlasıyla bağlılığını temsil ediyor. Aynı yazıların ve sözlerin Manchester şehrindeki bilboardlarda kullanılmasından sonra ise yazıların üstünde '35 yıl' ibarelerini görmek mümkün oluyor. Bunu yapanlar tabii ki United'lılar ve amaç 76'dan bu yana kupa kazanamayan rakiplerine gönderme yapmaktan başka birşey değil.

İki kulübün şehir içindeki coğrafki konumları ve sahiplendikleri kavramlar oldukça karışık aslında. ManU, şehrin kuzey kısmında daha çok destek bulurken, City doğu ve güney bölgelerinde daha çok taraftar kitlesine sahip. City taraftarlarını kızdıran durum ise II. Dünya Savaşı'ndan önce City'nin şehrin büyük takımı olması ancak bunun daha sonradan değişmesi.

II. Dünya Savaşı'na kadar United'ın bir Federasyon kupası'na karşılık aynı kupadan City'de iki adet vardı. City Federasyon Kupası'nı 1904 ve 1934'te, lig şampiyonluğunu da 1937'de kazanırken United 1936'da küme düşmekten son anda kurtulmuştu. Rüzgarın tersine dönmesi ise ancak II. Dünya Savaşı'ndan sonra olabildi. United Matt Busby'yi menajerliğe getirdikten sonra kırmızı şeytanlar tam dört kez lig şampiyonu olmayı başardılar. 1960'lara gelindiğinde ise artık Man Utd'ın üstünlüğü fazlasıyla hissediliyordu...

City, 1968 yılında şampiyonluğu kapmıştı belki ama birkaç hafta sonra United Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası'nı kazanarak City'nin şampiyonluğunu gölgede bıraktı. Bu arada derbilerde halen ateşli geçmeye devam ediyordu. 1971 yılında City, United'ı Old Trafford'da 4-1 yenmişti ancak bu maç daha çok G. Best'in rakip oyuncu Pardoe'nun ayağını kırması ile akıllarda kalmıştı. 1974'te oynanan derbi ise şiddet açısından kesinlikle en kötüsüydü. O maçta hakem Clive Thomas, City'li Doyle ve United'lı Macari'ye kırmızı kart göstermişti ancak sahada yaşanan kavgalar sebebiyle tüm oyuncular aynı anda oyundan ihraç edilmişlerdi. Yine 1976'da City, Lig Kupası'na giden yolda Manu'yu 4-0 ile geçmişti. İşte bundan sonrasında City'nin başarıları minimuma inerken, Manu kupaları kazanmaya devam etti...

Kırmızıların, Mavilerin elde ettiği tüm başarıları gölgede bıraktıkları yıl kesinlikle 1999'du. Manchester United'ın sezon Şampiyonlar Ligi, Lig Şampiyonluğu ve Lig Kupası ile beraber üç kupa ile kapatması ile beraber manşetlerin rengi kırmızıydı. Bu andan sonra City taraftarları belli başlı derbi maçlarına dikkatleri çekerek işten sıyrılmaya çalıştılar. En çokta 1989'da 5-1 yendikleri maçı anlattılar ancak Manu'nun buna cevabı Kasım 1994'te City'yi 5-0 yenmesi oldu...

City, "Susun ve bizi dinleyin. Tezahürata başlıyoruz" derken, United'lılar, "Bütün biletlerini satsanıza, ama satamazlar ki" diyor...




----> Manchester City şehrin kazanan takımı olabilecek mi?

----> Futbolun İlk 'Playboy' Antrenörü; "Big Mal"

----> Denis Law; City ile United Arasında Bir İskoç...

----> Manchester, alay şehri...

----> Yeşil - Sarı Man Utd


+

---> Old Firm; Celtic - Rangers
---> Ruhr; Schalke - Dortmund
---> Kızılyıldız - Partizan
---> Merseyside; Liverpool - Everton

Yakında;

.Barcelona - Espanyol,
.Lyon - St. Etienne,
.Ajax - Feyenoord,
.Hajduk Split - Dinamo Zagreb,
.Genoa - Sampdoria,
.Torino - Juventus.

---> @wikipedia, Manchester derby

Edit: ManU taraftarları derbiye hazır...


Bu yazı aynı zamanda Goal.com Türkiye adına bir önceki (Kasım 2010) Manchester Derbisinden önce yazılmıştır.

Tekrar Gösterim

13.2.2011

Man Utd - Man City/15:30

Ali Ece Twitter'a Dönsün Kampanyası

Ali Ece'siz bir twitter bunlardan herhangi biri; Johan Cruijff'suz Hollanda / Maradona'sız Messi'siz Arjantin / George Best'siz Kuzey İrlanda / Bill Shankly'siz, Gerarrd'sız Liverpool / Tito'suz Yugoslavya / Knut Hamsun'suz Norveç / Kenny Dalglish'siz İskoçya / Moda'sız Kadıköy / Cantona'sız Manchester United / Clint Eastwood'suz Sergio Leone'siz Western / MAF'sız Gordon Milne / Philip K. Dick'siz Bilimkurgu / Joe Strummer'sız The Clash / Kemal Sunal'sız Türk Sineması gibi bir şey. Biri olmasaydı diğeri olurdu ama tam olmazdı. Tam olmuyor da.

Ali Ece çıktan sonra twitter bunlardan herhangi biri; Cantona uçan tekme atıp ceza yedikten sonraki zevksiz Manchester United ya da ağzı burnu dağılan Simmons / başrol kahramanı yeni sözleşmeyi reddince devamı başka bir aktörle çekilen uyduruk devam filmi / Zeki Demirkubuz'un romantik komedi çekmesi / Lost'un dandik Finali (!) / Yaşar Duran'ın İngiltere'den yediği bir araba dolusu gol / Ömer Üründül, Erman Toroğlu ve hatta Reha Muhtar! / The Stone Roses'ın dağılması!

Abarttık mı, belki çok az. Twitter O olmadan da var, ama hep biraz eksik, hep daha suskun. Şu an twitter'a dönmesini istediğim tek bir insan var; o da Ali Ece. Muhabbetinden, sohbetinden bizi mahrum bırakmasın. Dönsün - seksolog Erman'a, "Çok, çok" Ömer'e, Gargamel ve çetesine, onları sevenlere inat; kaliteli spor insanlarına küfredenlere inat. Döner mi dönmez mi, o küfreden aşağılıklarla yine uğraşmak ister mi bilemiyorum. Empati kuruyorum, belki ben de onun yapacağı şeyi yapardım orası kesin. Ama bize ve bizim gibi düşünenlere düşen, çürük elmaların yanında sepette parlak elmaların da olduğu hatırlatmak. Onu bildiğine de eminim, o zaman ona olan sevgimizi bir daha göstermek bu gönlü geniş insana. Kendisini çok iyi anlamakla beraber, dönerse de seviniriz.

5 Şubat 2011 Cumartesi

Patlama Zamanı Geldi mi?


Profosyonel olduğu günden bu yana Amerika futbolunun patlama yapmasını beklediği (Bir diğeri Rizespor'a imza atan, FM oynayanların yakından tanıdığı Freddy Adu), ancak bunu bir türlü gerçekleştirememesinden ötürü zaman zaman 'overrated' damgasına maruz kalan Jozy Altidore, artık kendisini son şampiyonumuz Bursaspor kanatları altında göstermek için çabalayacak. Kenny Miller'ın da katkısıyla etkileyici bir forvet hattına sahip olan Bursaspor ise bu oyuncunun gerçek potansiyelini sahaya yansıtması adına elinden geleni yapmaya çalışacak.

Onun da kurtuluşu futboldu!

Haitili bir ailenin oğlu olan Altidore'da küçüklüğünde futbolu kurtuluş yolu olarak seçenlerden. Bir röportajında 5 kişilik ailesinin Haiti'den ABD'ye ceplerinde sadece 200 dolar ile geldiğini söyleyen Altidore, zorluklar içinde geçirdiği çocukluk yıllarından sonra futbol ile ailesini zor zamanların içinden çekip almayı başarmış bir oyuncu. (Dün oynanan Bursaspor-Sivasspor maçında tribünde olan Altidore ve Annesi, hepinizin dikkatini çekmiştir).

2006-2008 yılları arasında 3 sezon New York Red Bulls forması giyen Altidore'un dikkatleri çekmesi çok uzun sürmemişti. Henüz Avrupa'ya açılmadan dahi EA Sports'un Kuzey Amerika yüzü olmayı başarmıştı bile! Üstelik kapak çekimlerinde yanında Ronaldinho vardı. Tabii ki onu el üstüne çıkaran sadece EA Sport değildi, rivayet odur ki Real Madrid onunla sözleşme imzalamak adına ABD'ye gider ancak ne olduysa bu işin içinden sıyrılan Villarreal olur. Jozy Altidore, 2008-2009 sezonu öncesinde Villarreal ile sözleşme imzalar ve hayallerinin peşinden gitmeye devam eder. Bu süreç, aynı zamanda büyük beklentilerin oluştuğu Altidore için bir baskı döneminin de başlangıcı sayılabilir. Sarı Denizaltılar Altidore için 7.4 milyon avro ödemişlerdir ve genç oyuncu bunun hakkını vermek zorundadır...

Villarreal'de ilk sezonda sadece 1 gol atabilir Altidore. Oynadığı maç sayısı ise sekizdir. İlk sezonunda yeterince şans bulamayan Altidore, kulüp formasına nazaran Milli Takım ile önemli işler yapmıştı. 2010 Dünya Kupası'nun provası olarak görülen 2009 Konfederasyonlar Kupası'nda İspanya Milli Takımı'nın 35 maçlık yenilmezlik unvanına son verdiği akşam açılış golünün sahibi Altidore'dan başkası değildi. Ardından döndüğü Villarreal'de büyük bir çekişme onu bekliyordu ve kazanması çok zordu. Forvet hattında bulunan Rossi ve Nilmar gibi isimler, Altidore'un Villarreal'de arka planda kalmasına sebep oluyordu. 2008-2009 sezonunu Xerez'de sakat sakat ve hiç maç oynamadan kabus gibi geçiren Altidore için yeni durak 2009-2010 sezonu öncesinde Hull City idi.

Patlama zamanı geldi mi?

Hull City Altidore'u kiraladığında aynı zamanda satın alma opsiyonunu da elinde bulunduruyordu. Hull City'ye transfer olduğu ilk günler tek derdi çalışma izni çıkarmak olan Altidore, bunu başardıktan sonra gol atma sıkıntısı ile daha büyük problemler ile uğraşmaya başlamıştı. İlk golünü Bolton filelerine bırakan genç oyuncu, Manchester City ve Sunderland'e de birer gol bırakıp, zaman zaman yedek başladığı 28 maçta forma giymişti. Toplamda attığı gol sayısı ile sadece beş olan Altidore'un beklentilerin uzağında kaldığı bir gerçekti. Herkes, diğer bir ABD'li oyuncu Freddy Adu gibi onunda artık gelişme gösteremeyeceğini düşünüyordu. Onun bonservisini almaktan vazgeçen Hull City teknik ekibi, aynı zamanda Altidore'u Villarreal'de yeniden çıkmazın içine sürüklemişti. 2010-2011 sezonu başladığında Villarreal forvet hattı yine yıldız isimlerden kuruluydu ve Amerikalı oyuncunun forma giyme şansı çok azdı. Avrupa Ligi'nde tek bir maça çıkan Altidore, bu kez yeni bir macera için yeni bir ülkeye doğru yol alıyordu; Türkiye...

2010-2011 sezonun ikinci yarısı için Bursaspor ile kiralık anlaşmaya varan Altidore, çıkışını topraklarımızda arayacak. Annesini yanından ayırmayan Alditore, yine onun destekleri ile Bursaspor'da başarılı olmak için elinden geleni yapacak. Bitirici vuruşları için çok iyi cümleler kuramaskta Spor Toto Süper Lig için fiziğini ve atletik yapısını ele aldığımızda başarılı olabileceğini söylemek mümkün. Bursaspor'un ilk maçını ve taraftarını tribünden izleyen Altidore, henüz 21 yaşında olmasına rağmen karmaşık bir futbol geçmişine sahip. Genç oyuncunun beklenen patlamayı Bursaspor'da yapıp yapamayacağını hep birlikte göreceğiz.

Bu Yazı aynı zamanda Goal.com Türkiye adına yazılmıştır.

Oğuz Öztürk / Goal.com Türkiye

Blog Widget by LinkWithin
 
Copyright 2009 Barbarossa. Powered by Blogger Blogger Templates create by Deluxe Templates. WP by Masterplan