27 Ekim 2009 Salı

Blog Söyleşileri #3 Ali Ece

Ali Ece ile devam ediyorum... Verdiği cevapları okurken gerçekten çok keyif aldım. Bunu da iki bölüm halinde yayınlayalım. Umarım siz de keyif alırsınız...

1) Klasik bir soru ile başlayalım. Ali Ece kimdir?
Dinar Bandosu'nun gitaristi, ortak söz yazarı ve bestecisi. FourFourTwo yazı işleri müdürü ve yazarı. Lig Radyo'da İlker Duralı, Mustafa Sapmaz ve Fırat İşbecer'in yancısı. Stone Roses, Ian Brown, Rolling Stones, Syd Barrett hayranı...

2) Spor Yazarlığına nasıl başladınız?
Küçükken kekeme olduğum ve konuşmak yerine sürekli yazdığım için mecburen yazar oldum diyebilirim yani hayat şartları beni yazarlığa sürükledi. Spor yazarlığına kendi çapımda 16 yaşındayken 1994 Dünya Kupası esnasında başladım. Başta İrlanda Cumhuriyeti olmak üzere tüm takımlarla ilgili notlar tutuyor, kendimce tesptiler yazıyordum. Ancak mutlaka tüm yazıların sonunu “Türkiye neden Dünya Kupası'na katılamıyor?”a getirirdim. Profesyonel anlamda beni spor yazarlığına başlatanlar ise Türkiye’nin modern zamanlardaki en önemli kültür adamlarından birisi olan Enis Batur ve on parmağında on marifet futbol aşığı Barış Tut’tur. Nihayet Türkiye'nin de katıldığı 2002 Dünya Kupası için düzenlenen "Top bir Dünyadır" sergisi için Barış Tut'un girişimleriyle ilk yayınlanan spor yazılarımı kaleme aldım hatta 3 ay boyunca o yazılar boydan boya İstiklal Caddesi'nde sergilendiler... Çok güzel günlerdi. Halen Barış Tut'la beraber FourFourTwo dergisine yazıyor olmamız benim için çok manidar bir durum.

3) Hangi takımı tutuyorsunuz?
Aileden hatta sülaleden Beşiktaş’lıyım. Fenerbahçe’nin kurulmasında büyük rol oynayan Saint Jospeh Erkek Lisesi’nde okudum, sonra Galatasaray Üniversitesi’ne gittim, askerden kaçmak için master bile yaptım. Saint Joseph’te okurken Fenerbahçe’de basketbol oynadım. Galatasaray Üniversitesi’nde de uzun süre futbol takımında oynadım ama hep Beşiktaşlı kaldım.
Kendimi bir dünya vatandaşı, kozmik bir evren insanı olarak gördüğüm ve öyle yetiştirildiğim için dünyanın bir çok yerinden takımı tutuyorum. Benim için Beşiktaş kadar olmasa da gerçekten aşık olduğum iki takım var: Birisi Glasgow Celtic diğeri de Liverpool FC. İşin aslı İskoçya’da Rangers hariç tüm takımları seviyor, destekliyorum. Mesela Trainspotting’i izledikten sonra Hibernian’ın şampiyonluklar, kupalar ötesinde insanlara ne kadar büyük bir mutluluk kaynağı olduğunu, ne kadar büyük bir dayanma gücü verdiğini fark ettim (adam eroin gibi bir beladan kurtulma sürecinde aradığı huzuru Hibernian'da buluyor bence bu çok önemli) ve o günden beri Hibernian’a da büyük saygı besliyorum. İngiltere’de de Chelsea hariç tüm takımları seviyorum. Mesela Liverpool’un yerel derbideki ezeli rakibi Everton’a da büyük saygı duyar, çok severim. Everton başkanı Bill Kenwright gibi kulübüne karşılık beklemeden aşık yöneticiler keşke Türkiye’de de olsa, inanın futbolumuz çok daha güzel olur.
Chelsea’yi sevmeme nedenini ise son yıllarda oynadıkları futbol ve Mourinho’dan büyülenen gençlere özellikle açıklamak istiyorum: Chelsea’nin kendisine “Kafa Avcıları” adını veren hooligan grubu, İngiliz ve İngiliz yalakası olmayan herkesten nefret eder: Zenciler, İrlandalılar, Afrikalılar ve Türkler. Bu yüzden Chelsea'nin azılı rakibi Milwall’un hooligan lideri bir ara Türk’tü. İkincisi Roman Abramovich, SSCB dağıldıktan sonra Rusya’daki yönetimi ele geçiren uluslararası karaparacı haydutlar tarafından kullanılmış bir isim: Bir günde 1 dolar karşılığında dünyanın en büyük doğal kaynak fabrikasını satın alıyor Abramovich yani Rusya halkından çaldığı paralarla, milyonlarca insanlardan çaldığı gelecekle bugünkü Chelsea’yi kurdu. Daha önce Chelsea sürünürken bunları bilmeden severdim (o zamanlar Cascarino ve Hoddle oynardı, bir de forma reklamları Commodore 64'tü), onu da itiraf ediyim. Futbol asla sadece futbol değildir, Mourinho’nun taktiksel dehasına lafım yok ama Abramovich yüzünden Premier Lig’in tüm otantizmi bozuldu. O bozulma sürecinin sonunda Shinawatra gibi tartışmalı bir diktatör Manchester City’yi aldı ve gerisi geldi. Ben açıkça şunu söyleyeyim: Kesinlikle Cantona ve Fowler’ın kralı olduğu 1990’ların ortasındaki Premier Lig çok daha güzeldi. O yılları izleme mutluluğuna erişememiş tüm genç futbolseverlere youtube’den mutlaka izlemelerini öneririm.


4) Futbol, isyan, politika, anarşi, rock'n'roll, seks, yaşam... Bunların hepsinden yola çıkarak Ali Ece'yi anlatır mısınız?
Bundan 10 yıl önce bana tercih hakkı tanısalar, Türk spor medyasında çalışmaktansa Leyla Halid’le beraber Filistin Halk Kurtuluş Örgütü’nde mücadele etmeyi tercih ederdim.
Filistin bağlamından yola çıkarak “isyan” mevhumumu açıklayayım: Başta Türkiye olmak üzere dünyadaki tüm adaletsizliğe karşı o isyan. Obama’dan önce ABD’nin Afganistan, Irak ve (İsrail eliyle) Filistin’de yaptıkları insanlık tarihinin en karanlık, en insanlık düşmanı çirkinlikleri. Son 9 yıldır insanlık ve medeniyet seviyesi daha önceki 50 yılda olmadığı kadar düştü.
Yaşadığımız zamanı hiç sevmiyorum çünkü tam bir zülum çağı. O yüzden 1960'lar ve dünyayı mahveden petrol krizi çıkana kadarki 1970'leri başta müziği olmak üzere (internet hariç) her türlü yaşam kültürüyle günümüze tercih ederim.
Bugün blog tutarak yaptığımız aslında anarşik bir faaliyet. Sonuçta spor yazarlığını tekeline almış, aynı Afganistan, Irak ve (İsrail eliyle) Filistin’deki zulümleri yapanların kafasında olan insan taklitleri bugün belli bir medya faşizmi yaratmış durumdalar. Olayları olduğu gibi objektif, analitik bir bakış açısıyla değil kendi çıkarlarına göre aktarıp yayıyorlar yani çağımızın en önemli düşünürlerinden Baudrillard'ın anlatmaya çalıştığı gibi bir "Tam Ekran" (http://www.idefix.com/kitap/tam-ekran-jean-baudrillard/tanim.asp?sid=HPIVLLC8GE3E8DKTV2TD#) durumu söz konusu. Biz blog yazarları olarak o "tam ekran"ın tekelini kırıyoruz. Halen Brezilyalı Bilica gibi geçen sezonun en değerli oyuncusu olan bir futbolcunun Romanya Milli Takımı'nda oynadığını sanan adamlar bu halkın gelişimini durdurmaya çalışan salt reyting odaklı "tam ekran" düzen(sizliğ)inden dünya kadar para kazanıyor ve o paraları yine bu çarpık düzenin gelişmesi için kullanıyorlar. İddia ediyorum ki Edirne sınırından geçtikten sonra o adamların hiçbiri dünyanın herhangi bir televizyonu ya da gazetesinde stajyer olarak bile iş bulamazlar. Yani yurt dışındaki spor medyası ile bizimki arasındaki bu farka isyan ediyorum. Sonuçta ben de çok önemli, çok satan bir dergide yazıyor, çok dinlenen bir radyo ve bayağı izleyicisi olan bir televizyon kanalında program yapıyorum ancak bunları yapmak için kimseye en ufak bir taviz bile vermedim, hep aynı stil ve duruşu sürdürdüm, sürdüreceğim de... Rijkaard'ı takım elbise giymediği için eleştiren adamlar "İşini ciddiye almıyorlar, bak biz alıyoruz takım elbisemizi giyip çıkıyoruz" diyorlar bir de utanmadan... Takım elbise asla giymeyen birisi olarak ben hepsinden çok daha fazla işimi ciddiye alıyorum... En azından Bilica'nın Rumen değil Brezilyalı olduğunu adım gibi biliyorum...
"Seks"ten kastım sevişmek değil cinsiyet üzerinden politika... George Best'in işçi hatta işsiz sınıfından fakir bir aileye mensup bir erkek olarak kabuğunu yırtmak, o kast sisteminden çıkmak için iki şansı vardı: Ya Beatles, Rolling Stones gibi rock'n'roll yıldızı olmak ya da en iyi yaptığı şeyi yapıp futbolcu olmak.

5) G. Best diyorum ve sözü size bırakıyorum...
İşte o George Best, yeteneği ve sürekli kendisi kalmak uğruna milyarları elinin tersiyle itmesiyle futbol tarihini değiştirdi. Best, tarihin ilk "Rock'n'Roll futbol" yıldızıdır. Ona 5. Beatle derler ama o başlı başına bir Rolling Stones aslında. İngiliz ulusal kanalında en çok izlenen program olan Top of The Pops'a ilk çıkan futbolcu George Best'tir, Rolling Stones'la beraber çıkıp "The Last Time" şarkısında perküsyon çalmıştır ve ilk kez bir futbolcu hem de dünyanın Beatles'la beraber en ünlü müzik grubundan daha fazla ilgi görmüştür.
Bugün futbolcular büyük paralar kazanıyorlarsa bunun için Bosman kadar Best'e de borçlular.
Best'in doğup büyüdüğü Belfast, o zamanlar Avrupa'nın güneydoğusudur, Hakkari'sidir... Oradan çıkıp zamanında çocukken mayınlara attığı çalımları rakiplerine atması olağanüstü bir olay...
Bir Muhammed Ali, bir de George Best... İnşallah cennete gidersem beraber top oynama mutluluğu bana yeter de artar, başka şeye gerek yok...
Ölüm döşeğindeyken "Tek isteğim var hayatta, o da Kuzey İrlanda ve İrlanda Cumhuriyeti'nin birleşmesi" diyecek kadar da dopdolu bir adamdır şimdiki sözde futbol idollerinin aksine...


6) Ben F dergiyi severek takip edenlerdendim. F Dergi günlerinizden bahseder misiniz?
Çok güzel günlerdi. Plazaya gitmeden evde yazmak, hem de kendi yazdıklarıma kendim karar vermek harikaydı... F dergisi, Türk basınında birçok anlamda tektir, ilktir... Hayatımın hiçbir döneminde F Dergi zamanı kadar huzurlu bir hayatım olmadı. Haftada 5 kitap okuyup 4 yazı yazıyordum, daha güzel ne olabilir ki?

8) Sky Türk'teki programın başlaması nasıl oldu?
Ben zaten Berfu Haşıoğlu ile Skytürk'te sık sık programlar yapıyordum. Mustafa Sapmaz da aynı şekilde... Sonra bir gün Mehmet Ayan bütün ekibi topladı ve öyle başladık. Benim tek şartım vardı: George Best, Robbie Fowler, Eric Cantona ve Pascal Nouma tişörtleriyle çıkarım, futbolla hiçbir ilgisi olmayan takım elbiselerden giymem:))) Gerisini konuşmadık bile... Direk programa çıktık...

9) Sizin zevkle okuduğunuz yazarlar kimler ? Örnek aldıklarınız var mı?
Ahmet Hamdi Tanpınar, İslam Çupi, Dostoyevski, eski bir Cezayirli kaleci olan Albert Camus, Bruno Schulz, Tolstoy, Puşkin, Cemal Süreya, Ece Ayhan, Turgenyev, Gogol...
Türkiye'deki spor yazarlarından en beğenerek okuduklarımı soruyorsanız, İbrahim Altınsay ve Cem Dizdar bence mükemmel yazıyorlar... Yeni kuşaktan da Erdem Kabadayı, Kaya Adalı, Hilal Gülyurt, PC Lion, Eray Sözen, Mayıslar Bizim, Rafet Baran Eryılmaz, Ali Murat Hamarat...


10) Bu yıl TSL'de yapılan en iyi transfer hangisi sizce?
Abdul Kader Keita'yı izlemeye doyamıyorum. Görev adamı olarak da Fenerbahçe'nin transfer ettiği Christian Baroni taktiksel açıdan tam isabet bir transfer. Bursaspor'un Kayserispor'dan aldığı Turgay Bahadır, Manisasporlu Jimmy Dixon ve Joshua Simpson... Galatasaray bir de savunmanın ortasına Laurent Blanc-Koeman profilinde oyun kurucu bir stoper/libero alırsa o da taktiksel açıdan ligin kaderini belirleyen transfer olabilir...

11) Türkiye'den en beğendiğiniz oyuncular ve teknik direktörler kimler?
Yıldırım Demirören ve Levent Erdoğan'ın içinde bulunduğu bir yönetime rağmen şampiyon olmayı başaran Mustafa Denizli daha önce Galatasaray ve Fenerbahçe'yi de şampiyonluğa taşımıştı. Asla oynattığı futbolu tam olarak anlayamasam da tarihsel açıdan Mustafa Denizli'nin Türk futboluna kattıkları çok önemli.
Frank Rijkaard ve Johan Neeskens'le aynı sokaklarda yürüyor olmak muhteşem bir duygu.
Ertuğrul Sağlam, Ziya Doğan ve Rıza Çalımbay hakkı en az teslim edilen teknik adamlar...
Çok yetenekli olmasının yanı sıra takımına duyduğu aşkı yansıtması bağlamında Arda, bugün Türk futbolunda benim için tek.
Görev adamları arasında Ekrem Dağ'ın hakkının yeterince teslim edilmediğini düşünüyorum. Sürekli gülen yüzü ve muhteşem kariyerine oranla bu kadar mütevazı olmayı başarmasıyla Harry Kewell'ı da çok ama çok beğeniyorum. Kewell'ı zaten o kadar severim ki zamanında Liverpool'da oynarken onun ayağına atılan tekmeyi kendi ayağımda hissetmiştim, bana inanmayan Dinar Bandosu'nun solisti Ali Asaf Sarıca'ya sorabilir!
Servet'in fedakarlığı da eşsiz... Beşiktaş'ta en beğendiğim oyuncu ise açık ara Fabian Ernst...
Bursaspor'u da komple takım olarak çok beğeniyorum.

Yarın kalan sorular ile devam...

2 YORUM:

paars dedi ki...

Eline sağlık...

ismenegerekvar dedi ki...

Ali Ece nin cevapları yazı tadında

Blog Widget by LinkWithin
 
Copyright 2009 Barbarossa. Powered by Blogger Blogger Templates create by Deluxe Templates. WP by Masterplan