29 Haziran 2010 Salı

2002'de Fransa'nın yaşadığını yaşayan İtalyanlar, Almanların kazanma alışkanlıkları ve İngiltere'nin kaybedişi...


İngilizlerin şu an düştükleri durum esasında Dünya Kupası'nda daha ilk oynadıkları maçta (bu kadar da olmasa) kendisini hisstermişti. Oynanan ilk maçın ardından İngiltere milli takımının 1966'dan beri artık alışkanlık haline getirdiği 'yıldız oyunculara rağmen bir türlü şampiyonluğun ve başarının gelmemesi' durumu birçok kişi tarafından defalarca dile getirilmişti. Turnuva öncesinde İngiltere kalesinin P. Shilton'dan bu yana güven vermediği ve aranan ismin bir türlü kaleyi koruyamaması durumu da İngiliz basınının 'budala' dediği zavallı Robert Green'in ABD karşısında yediği hatalı golden sonra tekrar anlaşılmıştı. İngiliz basını grup kuraları çekildikten sonra 'Easy' yazdıklarında kesinlikle bu günleri düşünmemiş olmalılar. Çünkü temkinli bir şekilde konuşanlar bir yana 'kırmızı forma' '1966 ruhu' gibi sinerjilerle takımlarına aşırı güveniyorlardı. ESPN'in yaptığı afişlerde dahi Rooney, Gerrard ve arkadaşları 1966'yı omuzlarında taşıyorlardı. Şimdi ise Almanya'ya büyük bir şok ile 4-1 kaybedilmesi ile birlikte turnuva öncesi beklentiler ne kadar yüksek ise yaşanan hayal kırıklığı da bir o kadar yüksek oldu. Yani başka bir anlamda İngiltere için 2010 Dünya Kupası bir anda 'easy' den 'hard' a dönüştü... Elemelerde kazanılan maçlar (bunların içinde 2002 Dünya Kupası elemelerinde Berlin'de İngiltere'nin 5-1 kazandığı maçı unutmak mümkün değil), her Dünya Kupası'na iddialı gidiş ve yine aynı hüsran...

Sürekli dile getirilen konu bunca yıldız oyuncuya ve kağıt üstünde bulunan harika kadroya rağmen başarının bir türlü gelmediği ve neden gelmediği. İlk akla gelen liderlik konusu ve İngilitere Futbol Federasyonu'da bu durumun farkında olduğu için takımın başına Fabio Capello'yu getirmişti. Bu seçimin ne kadar doğru ya da ne kadar yanlış olduğunun konuşulması bir yana kimsenin ağzından Capello'nun kötü bir teknik dirketör olduğu asla çıkmadı şimdiye dek... Ancak olayı biraz daha derinlere indirgediğimizde Capello'nun İngiliz milli takımına ve İngiliz oyun tarzına uyum sağlayamadığı söylenebilir. İtalyan futbol tarzını kendine yol edinen bir teknik adam olan Fabio Capello'nun zaman zaman bunu İngiltere milli takımına da uygulamaya çalıştığını da belirtelim. İngiltere'nin son oynadığı ve 4-1 kaybettiği Almanya maçında İngiltere'nin atak başlangıçlarına baktığınız zaman Capello'nun
takımına İtalyan tarzını örtüştürmek istediğini görmek mümkün oluyor. Terry ve arkadaşları gök mavi yerine beyaz ya da kırmızı formayla sahada oluyorlar sadece. Defanstan topu bir an önce çıkarmak ve daha çok kanatlardan ortalar ya da direk kaleye yönelen organizasyonlar ile tanınan İngiliz futbolu yerine zaman zaman kalecinin de dahil olduğu defans paslaşmalarına ve aşırı temkinli oyuna şahit olduk Capello'nun İngiltere'sinde. Bu durum Almanya maçında zirve yaptı. Bu oyun tarzına rağmen defans hatalarından yenilen goller ve verilen pozisyonlar da işin bir başka boyutu aslında.



İngiliz medyası Almanya karşısında verilmeyen gollerine de çok fazla yer ayırsa da aradan ince ince de takımlarını doğramaya da devam ediyorlar. Evet onlarda hakemin inanılmaz hatasından dert yanıyorlar ancak o gol verilse ve maç 2-2'ye gelse dahi maçın yine de çevrilebileceğini düşünenler çok az. Guardian'dan Kevin McCarra artık İngiltere milli takımının orta sınıf ve bayağı bir takım haline geldiğini köşesinde net bir dille ifade ediyor. Ancak halen hiç kimse alt kimliklerinde kulüplerinde harika oynayan takım oyuncularının ülke takımında neden istenilen performansa ulaşamadığını bir türlü açıklayamıyor. Kimileri oyuncuların takımda bir İtalyanı kabullenemediğini yazıyor ya da söylüyor /bu takımı İngilizler çalıştırınca da maalesef sorunlar çözülemedi), kimileri sahada iyi bir liderlerinin olmadığını (burada kast edilen kulübede konuk gibi oturan D. Beckham olabilir), kimileri ise olaya biraz duygusal yaklaşarak yeterince istekli ve hırslı olmadıklarını söylüyor. Öyle ki, şimdi ki M. Owen'ın Rooney'in milli takım performansından daha başarılı olabileceği dahi konuşuluyor. Bunun yanında S. Gerrard ile Lampard'ın birlikte orta alanda bir türlü istenileni verememesi, Rooney'in neden Haskey ile oynadığında daha fazla gol ortalamasına sahip olduğu ve yine Gerrard'ın solda oynayıp oynamayacağı da bir türlü cevaplanamayan sorular arasında. Futbolun beşiğinin kulüp bazında kendine hayran bırakması ancak milli takım düzeyine gelindiğinde ibrenin tam tersine dönmesi durumu daha da devam edecek gibi. Belki de İngiltere aday olduğu 2018'e kadar beklemek zorunda...



İngiltere'nin düştüğü durumu konuşuyoruz fakat Almanya'nın da harika oyununa değinmeden geçersek büyük bir haksızlık etmiş oluruz. Turnuva başında herkes Almanların oynadığı bu oyun tarzını Hollanda'dan ya da İspanya'dan bekledi ancak bunu Avustralya karşısında ilk maçta gerçekleştirenler Almanlar olmuştu. Tabii bunun yanında İngiltere'de kadrosundaki kadar ağır ve pahalı isimler bulunmamasına rağmen Almanların 'kazanma' alışkanlıkları ve turnuva takımı olma gibi özelliklerini ön plana çıkartıp onları şampiyonluğun en güçlü adayları arasında gösterenlerde çoğunluktaydı. M. Ballack dışında (o da sakat ) İngiltere kadrosu gibi isminin ağırlığı hissedilen çok fazla oyuncu olmamasına rağmen en iyisini başarmaları 'istek' ten başka bir kelimeyle açıklayamayız. Terry, Lampard, Gerrard ve Rooney'den oluşan bir omurgayı kim istemez? Fakat Almanya İngilizlerin bu omurga ile yakalayamadığı ivmeyi Mertasacker, Kheidra, Müller, Mesut Özil ve Klose ile yakalıyor. Bunu sadece istek ve hırs ile açıklamak mümkün.

"Turnuva öncesi kimse Almanlardan bu kadarını beklemiyordu..."


Almanya'nın her Dünya Kupası'nda kazanma durumuna alışkın olması da bir başka hatırlatılması gereken unsur. 'Turnuvaları yıldız oyuncular kazandırmaz' önermesinin en büyük kanıtı belki de şimdiki Alman milli takımı... İhtiyaç olan sadece dengeli bir takım ve turnuva boyunca çok büyük önem taşıyan konstantre ve iyi bir atmosfer. Takımı yöneten teknik direktöründe aynı şekilde takım ruhuna ve oyununa önem veren, bireylerden çok bütüne önem veren adam olması da çok önemli bu başarıda. Daha önceki Dünya Kupaları'nda da Almanların buna fazlasyıla önem verdiğini rahatlıkla görebiliriz. Meksika 86 öncesi Beckenbauer'in takımın huzurunu ve dengesini bozduğu için Uli Stein'i takımdan yollaması geçmişten bir örnek sadece. Almanya'nın katıldığı Dünya Kupaları'nda baktığımızda zaten ortak paydanın başarı olduğunu görüyoruz. Sadece bekletiler ve tahminler değişkenlik göstermiştir Almanlar için. 2006'daki takım beklentilerin üstündeydi, yarı finale kadar geldi. 1994 ve 1998'de kimse onlardan bir şey beklemiyordu ancak yine çeyrek finale kadar gelmeyi başardılar. 1982'de çok eleştirildiler, sevilmediler ama yine alışıldığı gibi başarılı olup final oynadılar. 2002'de Uzak Doğu'da bir araya gelen ekip te 1982 ile beznerlikler gösterdi ancak yine finale kadar gitti. Sonuç olarak takım nasıl anılırsa anılsın, nasıl yazılırsa yazılsın onların her turnuvada bir şekilde bir yerlere gelmeyi başardıkları bir gerçek...

2002'de Fransa'nın son şampiyon olarak yaşadıklarını şimdi İtalya yaşıyor...


Son şampiyon İtalya'nın durumu da turnuva öncesinde hiç kimsenin tahmin ettiği gibi olmadı. 2006'da İtalya ile final oynayan Fransızların elenmesi herkesin yüreğine su serpti ancak İtalyanlardan beklenen bu değildi, tıpkı İngilizler gibi. Turnuva öncesinde Pirlo'nun 'son şampiyon olarak yine final oynamak istiyoruz' demesi biraz umutlandırmıştı ancak ne Pirlo takımına destek verebildi, ne de takım gruptan çıkabildi. Zaten Pirlo dışında takımda liderliği üstlenecek ve takımı yönlendirecek bir oyuncunun da olmaması en büyük sıkıntılardan biriyidi. Son olarak 2006'da biraz izleme şansına sahip olduğumuz 90 ların ve 2000 lerin jenerasyonundan eser yok halihazırda. Öyle ki İtalya gruplarda elendiği vakit hemen herkesin ağzında 'Del Piero' ve 'Totti' isimleri dahi dolaşıyordu. Komple tüm takımın yaratıcılıktan uzak kaldığı kesin. 2006'da Lippi kupayı kazanmış olabilir ancak şimdi İtalya'nın yaşadığı kesinlikle Fransa'nın 1998'den sonra 2002 Dünya Kupası'nda yaşadıkları ile aynı. İtalya'nın bugüne kadar düzenlenen turnuvalarda son şampiyon ünvanı ile turnuvaya katılan takımlar içinde 2002'deki Fransa ile yarıştığını söyleyebiliriz. Lippi turnuva öncesinde 'başarısız olmam halinde beni çarmıha gererler' demişti, bakalım bizi neler bekliyor. En azından İtalya'nın hatalarından ders alıp gelecek için doğru adımlar atması beklentiler dahilinde.

Uruguay 2002 Dünya Kupası'ndaki Türkiye ile büyük benzerlikler gösteriyor.




Aztekler Arjantin'in ofsayttan attığı golün tekrarını görüp yan hakeme koşuyorlar ama sonuç değişmiyor...




Real Madrid'in iki önemli ismi, çok şey beklenilen ama gol bile çıkmayan Portekiz-Brezilya maçından sonra...

0 YORUM:

Blog Widget by LinkWithin
 
Copyright 2009 Barbarossa. Powered by Blogger Blogger Templates create by Deluxe Templates. WP by Masterplan