31 Ekim 2009 Cumartesi

Haris Seferovic


Nijerya'da düzenlenen U-17 Dünya Kupası'nda grup maçları tamamlanmak üzere. Oynanan karşılaşmalarda dikkatleri üzerlerine çeken oyuncular da var tabi. B Grubunun lideri 9 puan ile İsviçre oldu. Brezilya'yı 1-0, Japonya'yı 4-3 ve son olarak Meksika'yı 2-0 ile geçtiler. Bu maçların içinde en güzeli ve zevkli olanı şüphesiz 7 gol çıkan İsviçre-Japonya maçıydı. Ancak bu maçta dikkatleri çeken sadece gol sayısı olmadı. İsviçre'nin 9 numarası Haris Seferovic attığı 2 gol ve yaptığı 1 asist ile maça damgasını vurdu. 1992 doğumlu olan Seferovic Boşnak asıllı. Kendisi Bosna Hersek milli takımını da tercih edebilirdi ama İsviçre U-17 takımı Dünya Kupası'nda olduğundan Bosna yerine İsviçre'yi tercih etti; şimdilik... Seferovic gelecekte A milli takım düzeyine geldiğinde bana göre tercihini Bosna'dan yana kullanacaktır. Çünkü onda Dzeko'nun bitiriciliği ve İbisevic'in oyun zekasının belirtileri fazlası ile mevcut. Hava toplarına da hakim, son vuruşları da gayet yerinde... Seferovic'i gelecek maçlarda izlemeye devam edelim. Onun sahip olduğu yetenekler gelecekte muhtemelen hayallerini süsleyen ve istediği geleceğin en büyük kaynağı... Dzeko ikinci bir İbrahimovic olacaksa eğer, Seferovic'te ikinci bir Dzeko olacaktır...

30 Ekim 2009 Cuma

Futbolun Güzellikleri #28

Serinin 27. bölümünde ara ara resim bulmakta zorlandığımı söylemiştim. Bazı arkadaşlar mail adresime bu türden fotoğraflar atarak beni hem mutlu ettiler, hem de elimdeki yayınlanacak fotoğraf sayısını arttırarak serinin daha da devam etmesine yardımcı oldular. Sefa Acun göndermiş iki resmi... Yeşilli ablalar Meksikalı taraftarlarmış...

29 Ekim 2009 Perşembe

'Aşağılayıcı' Yenilgi

Florentino Perez Real Madrid'in Alcorcón'a karşı aldığı 4-0'lık yenilginin 'aşağılayıcı' olduğunu ve kendisininde aslında utandığını itiraf etmiş. Perez akıllı adam, mutlaka sakinliğini koruyacaktır. Taraftarlardan da istediği bu yönde. Real Madrid'in şampiyonluklara giden serüvende 'Güvenli' bir yolda olduğu da Perez'in inançları arasında. Perez'e göre sezon başında takımın başına geldiğinde herkesin kuşku ile baktığı Pellegrini tam bir profosyonel. Ancak bana göre Perez'in unutmaması gereken bir şey var. Lidge alınan ve son olarak Alcorcón karşsında alınan 'güven vermeyen' sonuçlardan sonra oturulup bir daha düşünülmesi gerek...
Alcorcón gibi alt liglerde oynayan bir takım karşısında alınan yenilgi Real Madrid'den büyük değil ama bu bir uyarı niteliğinde. Sezon başında harcanan paraların ve Perez tarafından verilen vaadlerin boşa gittiğini düşünmek bile bana endişe veriyor. Şüphesiz ki Perez'in harcadığı paralar ve vaadler onun bu yıl ne kadar tutkulu ve istekli olduğunun göstergesi. Bu yıl Santiago Barnebeu'da oynanacak olan Şampiyonlar Ligi finalide Real Madrid için büyük bir şans. Ancak dediğim gibi Perez'in 'muhteşem' projelerinin sekteye uğramaması için ligde ve kupada oynanan son maçlar bir uyarı niteliğindedir. Ve 'Pellegrini' gerçeği bir an önce görülmelidir...

29 Ekim 1923 - ∞

28 Ekim 2009 Çarşamba

Formaya Yakışmayacaklar #1

İlginç bir seri olacak. Burada kalburüstü futbol takımlarının formalarına alsalar garip duracak ve 'yakışmayacak' olan markaları göreceğiz... Markaları kötüleme ya da buna benzer birşey yapma gibi bir niyet söz konusu değil elbet. Misal, bir 'Burger King' reklamı Getafe'nin formasında hiç güzel durmamıştı hatırlarsanız... İşte bu seri de buna benzer olacak. Başlayalım ozaman :



Blog Söyleşileri #3, Ali Ece 2. Bölüm

12) Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş'ın Avrupa maceralarında kim daha başarılı olacaktır sizce?
Galatasaray'ın Europa Ligi'ni kazanmasını çok isterim, Rijkaard-Neeskens ve bu kadroya yakışır. Dilerim Fenerbahçe de aynı kupada çok başarılı olur. Zico döneminde Şampiyonlar Ligi'nde oynanan çeyrek final muhteşem bir başarıydı ancak nedense yönetim sezon başında hedeflerini açıklarken "3 yıl üst üste Türkiye Ligi şampiyonluğu" dedi. Onun yerine bir kez Europa Ligi şampiyonu olsalar tarih yazarlar ki aslında iyi bir organizasyon ve hedef belirlemeyle bunu başarabilecek kapasitede bir kulüpler. Beşiktaş'ın bu yönetim anlayışıyla kalıcı başarı kazanması imkansız ancak Mustafa Denizli varsa her şey mümkün...

13) Bir Total Futbol aşığı olarak Frank Rijkaard'ın Türkiye'de oluşundan memnun musunuz?
Frank Rijkaard ve Johan Neeskens'le aynı sokaklarda yürüyor olmak muhteşem bir duygu.
Ancak Rijkaard'ı kıyasıya eleştiren yorumculardan sadece utanıyorum. 70 kilo fazlaları var, Alex Ferguson'la ilgili tek bildikleri "Sir" olduğu ama hala kendilerine yorumcu diyerek televizyona çıkıp eleştirebiliyorlar. "Rijkaard, Sparta Rotterdam'ı küme düşürdü" savından hareketle yorumlar yapmak bir de üzerine "Ne var ya o takımı ben bile çalıştırsam şampiyon yapardım" deme yüzsüzlüğünü göstermeleri karşısında diyecek söz bulamıyorum. Hayır, "O zaman Championship Manager ya da FM'de Barcelona'yı çalıştırın da görelim" diyeceğim ama CM FM de ne ki diyeceklerdir!


14) Premier Lig'i çok yakından takip ettiğinizi biliyoruz. Bu yıl Premier Lig şampiyonluğu adayınız kim?
Maalesef Chelsea ve Manchester United. Liverpool'un başından IMF'den beter Amerikalı başkanlar gitmedikçe işimiz çok zor.

15) Liverpool'u neden bu kadar çok seviyorsunuz?
Liverpool aşkımın kökeninde bir maçta top boş kalmış Liverpool kalesine giderken Liverpool taraftarlarının ayağa kalkıp topun aksi yönüne doğru üflemeleri fenomeni var.
Sonra büyüdükçe Liverpool'u izleyip okudukça daha da sevdim, aşık oldum... Liverpool ve Manchester Avrupa tarihinde insanların siyah-beyaz, müslüman-hıristiyan diye ayrıma uğramadan barış içinde yaşadıkları ilk iki şehir. Beatles Liverpool'lu, Bill Shankly Liverpool'u Liverpool yapan adam... Shankly'yi rahmetli dedem misali severim.
Fowler, Dalglish, Barnes, McAteer, Alan Hansen, Ronnie Whelan hepsi de Liverpool'u daha da fazla sevmem için başlı başına nedenler...
Liverpool, salt İngiliz değildir! We are Scousers, not English!


16) Futbolun içinde bu kadar çok para dönmesi ve futbolun adeta bir sanayi halini alması hakkında ne düşünüyorsunuz?
Çok hoşlandığımı söyleyemem. Dediğim gibi 1993-1999 yılları arasında Premier Lig çok daha güzeldi. Dönen para arttıkça futbol günü kurtarmak adına defansifleşti. Ben mahallede plastik topla oynadığımız oyunu seviyorum. Eric Cantona'yı, Best'i, Fowler'ı, Nouma'yı, Rıdvan'ı...

17) 1994 Dünya Kupası'nda Türkiye olmadığı için İrlanda Cumhuriyeti'ni desteklediğinizi okudum. Neden İrlanda?
İrlanda Cumhuriyeti'ni ilk olarak 1988'de tutmaya başladım. İngiltere, Türkiye'ye 8 atmış bir de hindili mindili adi karikatürler yapmışlardı. Euro 88'de İngiltere'nin ilk maçı İrlanda'ylaydı. Rahmetli dedem "İrlanda da bizim gibi Avrupa'nın zencisidir, biz Türkiye gibi sömürgeciliğin feleğini yemiş ama onu yenmeyi başarmıştır, üstelik de tam kalbinden, İngiltere'den" demişti.
O maçta uzun yıllar sonra İrlanda, İngiltere'yi yendi. Golün pasını veren John Aldridge ve tarihi golü atan Ray Houghton, İrlanda'da değil Britanya'da doğmuş göçmen çocuklarıdır. O maç dünya futbol tarihine geçmiştir. O gün bugündür İrlanda'yı çok severim, Türkiye olmayınca İrlanda'yı tutarım. İngiltere Milli Takımı kendini beğenmişliktir, aşırı milliyetçi holiganizmdir, kavgadır dövüştür, içince sapıtmaktır, daha doğrusu o yıllarda öyleydi! Şimdi düzeldi biraz. İrlanda taraftarları ise hep katıldıkları turnuvanın en centilmen taraftarları seçilirler, taç kazandıklarında Dünya Kupası'nı kazanmış gibi canhıranç alkışlarlar, futbolun güzel yüzüdürler. Ayrıca İngiltere'nin son 20 yıldaki iki büyük yıldızı Gascoigne ve Rooney isteseler İrlanda Milli Takımı'nda oynayabilirlerdi çünkü onlar da yarı İrlandalı.
Buna karşın İrlanda'ya altın çağını yaşatmış (1988-1994) olan kişi 1966'da İngiltere'nin tek kazandığı Dünya Kupası'nda savunmanın belkemiği yıldızı olan Jack Charlton'dır...
Bu vesileyle Dünya Kupası elemelerinin sonuna doğru Fransa gibi takımların katılması zora girince son anda seri başılı kura düzmecesini uyduran FIFA ve UEFA'yı kınıyorum. Dünya Kupası'na katılmak Bosna Hersek ve İrlanda gibi mütevazı takımların da hakkı!


18) Futbolun dışında hangi spor dalları ile ilgilisiniz?
Yıllarca Efes Pilsen, Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş'ta basketbol oynadım ama en son Isiah Thomas, Joe Dumars oynarkenki NBA ve Dejan Bodiroga'nın oynadığı Avrupa basketbolunda kaldım. Six Nations Cup'ı dolayısıyla Gaelic futbolu da çok severim. O kasklı masklı salt fizik gücüne dayalı Amerikan rugby'si çok yapay geliyor. İncecik, kemikleri sayılan zayıf bir Afrikalı'nın maraton ya da 400 metreyi kazanması da beni çok mutlu eder. Muhammed Ali'nin boks maçlarından görüntüleri de kaçırmam.
İlker Duralı çok daha iyi bilir, ben adını tam bilmiyorum Kış Olimpiyatları'nda beş kişi buzun üstünde kanoya falan biniyorlar, o da çok güzel:)))


19) Favori ilk 11 inizi yazar mısınız?
Kaleci: Peter Schmeichel
Savunma: Cafu, Paul McGrath, Marcel Desailly, Paolo Maldini
Orta Saha: George Best, Johan Cruyff, Kenny Dalglish (Glenn Hoddle), Ryan Giggs (defansif açıdan zayıf olduğunu ben de farkındayım ama hayallerimin 11'i sonuçta, en beğendiğim önlibero/defansif orta sahalar Guardiola, Rijkaard ve Redondo'ydu onu da belirtmek isterim)
Serbest Adam: Diego Maradona
Santrfor: Marco van Basten mükemmeldi ama ben pivot santrforlara hastayım o yüzden Niall Quinn.


20) Televizyonda ne izlersiniz? Ben tam bir Supernatural hayranıyım. Bu tip diziler ile aranız iyi mi?
Premier Lig, La Liga, NTVspor, Later with Jools Holland, Pembe Panter çizgi filmi, Kemal Sunal-Şener Şen filmleri...

21) Bloglar diyelim. Artık Bloglar, özellikle futbol blogları adeta haber kaynağı haline geldiler. Siz ne düşünüyorsunuz?
Bloglar, Türk skor basınının 10000000 ışık yılı ilerisindeler.

22) Sürekli takip ettiğiniz Bloglar var mı?
O kadar çok var ki say say bitmez, Total Futbol'un yanında linki olan tüm bloglar...

23) FM sevginizden bahseder misiniz?
Bana deseler ki al sana ayda 3000 lira, sadece CM ya da FM oynayacaksın, başka işle ilgilenmek yok; hemen kabul ederim...

24) PES mi FIFA mı ?
FIFA 99'da kaldım:)))

25) Türkiye'nin en güzel kadını?
Say say bitmez, çok ama çok güzel kadınlar var... Favorim değerli hocamız Murat Belge'nin eşi Hale Soygazi'nin 1970'lerdeki halidir...

26) Son olarak Mutlak Gol Pozisyonu'nu daha önce takip ediyor muydunuz onu soralım :)?
Tabii ki hatta FourFourTwo'da birkaç çalışan birden aynı anda keşfettik. Bizim yazmayı planladığımız konuları yazmasıyla keşfettik ama seviyoruz o ayrı!:)))

27 Ekim 2009 Salı

Johanna Almgren

İsveç'li futbolcu bir ablamız... Güzel hatun gerçekten... Zamanında Ronaldinho'nun Johanna'ya yazdığı ve evlenme teklif ettiği söylenmişti hatta...

Blog Söyleşileri #3 Ali Ece

Ali Ece ile devam ediyorum... Verdiği cevapları okurken gerçekten çok keyif aldım. Bunu da iki bölüm halinde yayınlayalım. Umarım siz de keyif alırsınız...

1) Klasik bir soru ile başlayalım. Ali Ece kimdir?
Dinar Bandosu'nun gitaristi, ortak söz yazarı ve bestecisi. FourFourTwo yazı işleri müdürü ve yazarı. Lig Radyo'da İlker Duralı, Mustafa Sapmaz ve Fırat İşbecer'in yancısı. Stone Roses, Ian Brown, Rolling Stones, Syd Barrett hayranı...

2) Spor Yazarlığına nasıl başladınız?
Küçükken kekeme olduğum ve konuşmak yerine sürekli yazdığım için mecburen yazar oldum diyebilirim yani hayat şartları beni yazarlığa sürükledi. Spor yazarlığına kendi çapımda 16 yaşındayken 1994 Dünya Kupası esnasında başladım. Başta İrlanda Cumhuriyeti olmak üzere tüm takımlarla ilgili notlar tutuyor, kendimce tesptiler yazıyordum. Ancak mutlaka tüm yazıların sonunu “Türkiye neden Dünya Kupası'na katılamıyor?”a getirirdim. Profesyonel anlamda beni spor yazarlığına başlatanlar ise Türkiye’nin modern zamanlardaki en önemli kültür adamlarından birisi olan Enis Batur ve on parmağında on marifet futbol aşığı Barış Tut’tur. Nihayet Türkiye'nin de katıldığı 2002 Dünya Kupası için düzenlenen "Top bir Dünyadır" sergisi için Barış Tut'un girişimleriyle ilk yayınlanan spor yazılarımı kaleme aldım hatta 3 ay boyunca o yazılar boydan boya İstiklal Caddesi'nde sergilendiler... Çok güzel günlerdi. Halen Barış Tut'la beraber FourFourTwo dergisine yazıyor olmamız benim için çok manidar bir durum.

3) Hangi takımı tutuyorsunuz?
Aileden hatta sülaleden Beşiktaş’lıyım. Fenerbahçe’nin kurulmasında büyük rol oynayan Saint Jospeh Erkek Lisesi’nde okudum, sonra Galatasaray Üniversitesi’ne gittim, askerden kaçmak için master bile yaptım. Saint Joseph’te okurken Fenerbahçe’de basketbol oynadım. Galatasaray Üniversitesi’nde de uzun süre futbol takımında oynadım ama hep Beşiktaşlı kaldım.
Kendimi bir dünya vatandaşı, kozmik bir evren insanı olarak gördüğüm ve öyle yetiştirildiğim için dünyanın bir çok yerinden takımı tutuyorum. Benim için Beşiktaş kadar olmasa da gerçekten aşık olduğum iki takım var: Birisi Glasgow Celtic diğeri de Liverpool FC. İşin aslı İskoçya’da Rangers hariç tüm takımları seviyor, destekliyorum. Mesela Trainspotting’i izledikten sonra Hibernian’ın şampiyonluklar, kupalar ötesinde insanlara ne kadar büyük bir mutluluk kaynağı olduğunu, ne kadar büyük bir dayanma gücü verdiğini fark ettim (adam eroin gibi bir beladan kurtulma sürecinde aradığı huzuru Hibernian'da buluyor bence bu çok önemli) ve o günden beri Hibernian’a da büyük saygı besliyorum. İngiltere’de de Chelsea hariç tüm takımları seviyorum. Mesela Liverpool’un yerel derbideki ezeli rakibi Everton’a da büyük saygı duyar, çok severim. Everton başkanı Bill Kenwright gibi kulübüne karşılık beklemeden aşık yöneticiler keşke Türkiye’de de olsa, inanın futbolumuz çok daha güzel olur.
Chelsea’yi sevmeme nedenini ise son yıllarda oynadıkları futbol ve Mourinho’dan büyülenen gençlere özellikle açıklamak istiyorum: Chelsea’nin kendisine “Kafa Avcıları” adını veren hooligan grubu, İngiliz ve İngiliz yalakası olmayan herkesten nefret eder: Zenciler, İrlandalılar, Afrikalılar ve Türkler. Bu yüzden Chelsea'nin azılı rakibi Milwall’un hooligan lideri bir ara Türk’tü. İkincisi Roman Abramovich, SSCB dağıldıktan sonra Rusya’daki yönetimi ele geçiren uluslararası karaparacı haydutlar tarafından kullanılmış bir isim: Bir günde 1 dolar karşılığında dünyanın en büyük doğal kaynak fabrikasını satın alıyor Abramovich yani Rusya halkından çaldığı paralarla, milyonlarca insanlardan çaldığı gelecekle bugünkü Chelsea’yi kurdu. Daha önce Chelsea sürünürken bunları bilmeden severdim (o zamanlar Cascarino ve Hoddle oynardı, bir de forma reklamları Commodore 64'tü), onu da itiraf ediyim. Futbol asla sadece futbol değildir, Mourinho’nun taktiksel dehasına lafım yok ama Abramovich yüzünden Premier Lig’in tüm otantizmi bozuldu. O bozulma sürecinin sonunda Shinawatra gibi tartışmalı bir diktatör Manchester City’yi aldı ve gerisi geldi. Ben açıkça şunu söyleyeyim: Kesinlikle Cantona ve Fowler’ın kralı olduğu 1990’ların ortasındaki Premier Lig çok daha güzeldi. O yılları izleme mutluluğuna erişememiş tüm genç futbolseverlere youtube’den mutlaka izlemelerini öneririm.


4) Futbol, isyan, politika, anarşi, rock'n'roll, seks, yaşam... Bunların hepsinden yola çıkarak Ali Ece'yi anlatır mısınız?
Bundan 10 yıl önce bana tercih hakkı tanısalar, Türk spor medyasında çalışmaktansa Leyla Halid’le beraber Filistin Halk Kurtuluş Örgütü’nde mücadele etmeyi tercih ederdim.
Filistin bağlamından yola çıkarak “isyan” mevhumumu açıklayayım: Başta Türkiye olmak üzere dünyadaki tüm adaletsizliğe karşı o isyan. Obama’dan önce ABD’nin Afganistan, Irak ve (İsrail eliyle) Filistin’de yaptıkları insanlık tarihinin en karanlık, en insanlık düşmanı çirkinlikleri. Son 9 yıldır insanlık ve medeniyet seviyesi daha önceki 50 yılda olmadığı kadar düştü.
Yaşadığımız zamanı hiç sevmiyorum çünkü tam bir zülum çağı. O yüzden 1960'lar ve dünyayı mahveden petrol krizi çıkana kadarki 1970'leri başta müziği olmak üzere (internet hariç) her türlü yaşam kültürüyle günümüze tercih ederim.
Bugün blog tutarak yaptığımız aslında anarşik bir faaliyet. Sonuçta spor yazarlığını tekeline almış, aynı Afganistan, Irak ve (İsrail eliyle) Filistin’deki zulümleri yapanların kafasında olan insan taklitleri bugün belli bir medya faşizmi yaratmış durumdalar. Olayları olduğu gibi objektif, analitik bir bakış açısıyla değil kendi çıkarlarına göre aktarıp yayıyorlar yani çağımızın en önemli düşünürlerinden Baudrillard'ın anlatmaya çalıştığı gibi bir "Tam Ekran" (http://www.idefix.com/kitap/tam-ekran-jean-baudrillard/tanim.asp?sid=HPIVLLC8GE3E8DKTV2TD#) durumu söz konusu. Biz blog yazarları olarak o "tam ekran"ın tekelini kırıyoruz. Halen Brezilyalı Bilica gibi geçen sezonun en değerli oyuncusu olan bir futbolcunun Romanya Milli Takımı'nda oynadığını sanan adamlar bu halkın gelişimini durdurmaya çalışan salt reyting odaklı "tam ekran" düzen(sizliğ)inden dünya kadar para kazanıyor ve o paraları yine bu çarpık düzenin gelişmesi için kullanıyorlar. İddia ediyorum ki Edirne sınırından geçtikten sonra o adamların hiçbiri dünyanın herhangi bir televizyonu ya da gazetesinde stajyer olarak bile iş bulamazlar. Yani yurt dışındaki spor medyası ile bizimki arasındaki bu farka isyan ediyorum. Sonuçta ben de çok önemli, çok satan bir dergide yazıyor, çok dinlenen bir radyo ve bayağı izleyicisi olan bir televizyon kanalında program yapıyorum ancak bunları yapmak için kimseye en ufak bir taviz bile vermedim, hep aynı stil ve duruşu sürdürdüm, sürdüreceğim de... Rijkaard'ı takım elbise giymediği için eleştiren adamlar "İşini ciddiye almıyorlar, bak biz alıyoruz takım elbisemizi giyip çıkıyoruz" diyorlar bir de utanmadan... Takım elbise asla giymeyen birisi olarak ben hepsinden çok daha fazla işimi ciddiye alıyorum... En azından Bilica'nın Rumen değil Brezilyalı olduğunu adım gibi biliyorum...
"Seks"ten kastım sevişmek değil cinsiyet üzerinden politika... George Best'in işçi hatta işsiz sınıfından fakir bir aileye mensup bir erkek olarak kabuğunu yırtmak, o kast sisteminden çıkmak için iki şansı vardı: Ya Beatles, Rolling Stones gibi rock'n'roll yıldızı olmak ya da en iyi yaptığı şeyi yapıp futbolcu olmak.

5) G. Best diyorum ve sözü size bırakıyorum...
İşte o George Best, yeteneği ve sürekli kendisi kalmak uğruna milyarları elinin tersiyle itmesiyle futbol tarihini değiştirdi. Best, tarihin ilk "Rock'n'Roll futbol" yıldızıdır. Ona 5. Beatle derler ama o başlı başına bir Rolling Stones aslında. İngiliz ulusal kanalında en çok izlenen program olan Top of The Pops'a ilk çıkan futbolcu George Best'tir, Rolling Stones'la beraber çıkıp "The Last Time" şarkısında perküsyon çalmıştır ve ilk kez bir futbolcu hem de dünyanın Beatles'la beraber en ünlü müzik grubundan daha fazla ilgi görmüştür.
Bugün futbolcular büyük paralar kazanıyorlarsa bunun için Bosman kadar Best'e de borçlular.
Best'in doğup büyüdüğü Belfast, o zamanlar Avrupa'nın güneydoğusudur, Hakkari'sidir... Oradan çıkıp zamanında çocukken mayınlara attığı çalımları rakiplerine atması olağanüstü bir olay...
Bir Muhammed Ali, bir de George Best... İnşallah cennete gidersem beraber top oynama mutluluğu bana yeter de artar, başka şeye gerek yok...
Ölüm döşeğindeyken "Tek isteğim var hayatta, o da Kuzey İrlanda ve İrlanda Cumhuriyeti'nin birleşmesi" diyecek kadar da dopdolu bir adamdır şimdiki sözde futbol idollerinin aksine...


6) Ben F dergiyi severek takip edenlerdendim. F Dergi günlerinizden bahseder misiniz?
Çok güzel günlerdi. Plazaya gitmeden evde yazmak, hem de kendi yazdıklarıma kendim karar vermek harikaydı... F dergisi, Türk basınında birçok anlamda tektir, ilktir... Hayatımın hiçbir döneminde F Dergi zamanı kadar huzurlu bir hayatım olmadı. Haftada 5 kitap okuyup 4 yazı yazıyordum, daha güzel ne olabilir ki?

8) Sky Türk'teki programın başlaması nasıl oldu?
Ben zaten Berfu Haşıoğlu ile Skytürk'te sık sık programlar yapıyordum. Mustafa Sapmaz da aynı şekilde... Sonra bir gün Mehmet Ayan bütün ekibi topladı ve öyle başladık. Benim tek şartım vardı: George Best, Robbie Fowler, Eric Cantona ve Pascal Nouma tişörtleriyle çıkarım, futbolla hiçbir ilgisi olmayan takım elbiselerden giymem:))) Gerisini konuşmadık bile... Direk programa çıktık...

9) Sizin zevkle okuduğunuz yazarlar kimler ? Örnek aldıklarınız var mı?
Ahmet Hamdi Tanpınar, İslam Çupi, Dostoyevski, eski bir Cezayirli kaleci olan Albert Camus, Bruno Schulz, Tolstoy, Puşkin, Cemal Süreya, Ece Ayhan, Turgenyev, Gogol...
Türkiye'deki spor yazarlarından en beğenerek okuduklarımı soruyorsanız, İbrahim Altınsay ve Cem Dizdar bence mükemmel yazıyorlar... Yeni kuşaktan da Erdem Kabadayı, Kaya Adalı, Hilal Gülyurt, PC Lion, Eray Sözen, Mayıslar Bizim, Rafet Baran Eryılmaz, Ali Murat Hamarat...


10) Bu yıl TSL'de yapılan en iyi transfer hangisi sizce?
Abdul Kader Keita'yı izlemeye doyamıyorum. Görev adamı olarak da Fenerbahçe'nin transfer ettiği Christian Baroni taktiksel açıdan tam isabet bir transfer. Bursaspor'un Kayserispor'dan aldığı Turgay Bahadır, Manisasporlu Jimmy Dixon ve Joshua Simpson... Galatasaray bir de savunmanın ortasına Laurent Blanc-Koeman profilinde oyun kurucu bir stoper/libero alırsa o da taktiksel açıdan ligin kaderini belirleyen transfer olabilir...

11) Türkiye'den en beğendiğiniz oyuncular ve teknik direktörler kimler?
Yıldırım Demirören ve Levent Erdoğan'ın içinde bulunduğu bir yönetime rağmen şampiyon olmayı başaran Mustafa Denizli daha önce Galatasaray ve Fenerbahçe'yi de şampiyonluğa taşımıştı. Asla oynattığı futbolu tam olarak anlayamasam da tarihsel açıdan Mustafa Denizli'nin Türk futboluna kattıkları çok önemli.
Frank Rijkaard ve Johan Neeskens'le aynı sokaklarda yürüyor olmak muhteşem bir duygu.
Ertuğrul Sağlam, Ziya Doğan ve Rıza Çalımbay hakkı en az teslim edilen teknik adamlar...
Çok yetenekli olmasının yanı sıra takımına duyduğu aşkı yansıtması bağlamında Arda, bugün Türk futbolunda benim için tek.
Görev adamları arasında Ekrem Dağ'ın hakkının yeterince teslim edilmediğini düşünüyorum. Sürekli gülen yüzü ve muhteşem kariyerine oranla bu kadar mütevazı olmayı başarmasıyla Harry Kewell'ı da çok ama çok beğeniyorum. Kewell'ı zaten o kadar severim ki zamanında Liverpool'da oynarken onun ayağına atılan tekmeyi kendi ayağımda hissetmiştim, bana inanmayan Dinar Bandosu'nun solisti Ali Asaf Sarıca'ya sorabilir!
Servet'in fedakarlığı da eşsiz... Beşiktaş'ta en beğendiğim oyuncu ise açık ara Fabian Ernst...
Bursaspor'u da komple takım olarak çok beğeniyorum.

Yarın kalan sorular ile devam...

Berbacool

Berbatov'un bu fotoğrafı bana RocknRolla filminde Mark Strong'un oynadığı 'Archy' karakterini anımsattı... Berbatov başında bulunduğu inşaat şirketinin merkez binasında gelecek olan konuklarını purosunu yakmış bekliyor...
Birazdan gelecek konuklarına 'What's a problem?' diyecek gibi duruyor... Berbatov futbolcu olmasaymış iyi bir Bulgar mafyası olurmuş...

26 Ekim 2009 Pazartesi

Semih'i Gördüm...

Fenerbahçe'li Semih'in eşi ve küçük kızı. Kızının gözlerinde Semih'in gözlerini gördüm...

Messi-Maradona, Arda-Metin Oktay


Maradona bizzat kendisi açıklamıştı kendisinden sonra Messi'nin geleceğini... Şimdi Messi ne yaptıysa Maradona'nın izinden doğru bir şekilde gittiği ve bunu başarabileceği söyleniyor. Herkesi çalımlayıp gol atıyor, eliyle de bir gol yazıyor vs... Messi'nin Maradona'nın veliahtı olmanın ağırlığını ve sorumluluğunu kaldırabildiği söyleniyor. Arda'ya yüklenen 'Yeni Metin Oktay' sıfatının ise Arda'ya ağır geldiği yazılıyor, çiziliyor. Arda'nın Messi gibi benzetildiği kişinin izinden gidemediğini söylemek ve bunun nedeni olarakta mental zayıflığının olduğunu belirtmek yanlıştır. Ancak unutulmaması gereken bir nokta var. Messi için Maradona olmak büyük bir sorumluluk ve ağırlık getirmiyor. Messi'de yetenek zaten mevcut, tek yapması gereken herkesi çalımlamak Maradona gibi. Maradona her zaman içinden geldiği gibi oynadı, içinden geldiği gibi hayatını şekillendirdi. Arda Galatasaray'ın 10 numarasını alıp kaptanlığa sahip olsa da hala genç bir oyuncu. Ve Metin Oktay genç bir oyuncunun kaldıramayacağı bir yapıya sahip. Arda Turan'dan forma aşkı ve hırsı dışında Metin Oktay gibi rakip takıma saygı duymasını, parayı ikinci plana atmasını ve alçak gönüllü olmasını (henüz) beklemek bana göre biraz erkendir. Bütün bunlar genç bir oyuncuya ağır bir yük vermek anlamına gelir. Metin Oktay demek sadece iyi bir oyuncu olmak demek değildir. Arda ile Messi'nin yükleri farklıdır. Messi eli ile gol atarsa Tanrı'nın eli yine iş başında denir, Arda eli ile gol atarsa bunun Metin Oktay'ın veliahtına yakışmadığı söylenir... Demem o ki Arda Turan biraz rahat bırakılmalı. Onun üzerindeki yükten ve beklentilerden dolayı rahat olmadığı çıktığı her maçtan sonra kendisini arttırarak hissettiriyor çünkü...


Eyyamcı Platini İstifa...

Başlıktaki sözler Galatasaray'lı bir arkadaşımın maçtan sonra biraz sinirle, biraz da esprili bir şekilde söyledikleridir sadece...

Bu işte bir şey var ?

Rakamlar yalan söylemez derler. Şükrü Saraçoğlu'na oynanan Fenerbahçe-Galatasaray maçları üç ihtimalli değil mi her maç gibi? Fenerbahçe'nin bir maç kazanma olasılığı %33 (0,33) tür. İkinci kez üst üste kazanma olasılığı 0,33 x 0,33 = 0,89 yani 10,89'dur. Sırası ile yazarsak ;

3 maç için; %3,59
4 maç için; %1,19
5 maç için; %0,39
6 maç için; %0,13
7 maç için; %0,04
8 maç için; %0,01
9 maç için; %0,00
10 maç için; %0,00’dır.

O zaman Fenerbahçe hile yapıyor... (!)

(25.10.2009, Fenerbahçe 3-1 Galatasaray)

25 Ekim 2009 Pazar

Boca Shirt's 1905-2009

24 Ekim 2009 Cumartesi

22 Aralık 1999 - ?

Yukarıdaki tarih Galatasaray'ın Şükrü Saraçoğlu'nda aldığı son galibiyetin tarihi... Başbakan Recep Tayyip Erdoğan hapis cezasını tamamlamış ama siyasi yasaklıydı. Benzinin litresi 550, LPG 150 bin liraydı.  ABD Başkanı Clinton'dı. Rusya'da da Yeltsin iktidardaydı... 1999'un son günleri. O sezondan önce 3 kez üst üste şampiyon Galatasaray olmuş. O sezonda taraftar şampiyonluktan emin. Galatasaray Şampiyonlar Ligi'nden yeni elenmiş ama son anda kazanılan Milan maçı taraftarı UEFA'da belki bir iki tur geçeriz (!) havasına sokmuş... Galatasaray oyun olarak çokta zorlanmadan o gün Kadıköy'de yenmişti Fenerbahçe'yi. Maçın ilk golü Hasan Şaş'tan, ikinci golü ise o sezon zor forma bulan Marcio'dan gelmişti. Moldovan'ın attığı gol Galatasaray'lıları biraz korkutsa da maç 2-1 bitmişti. Taraftar Hakan Şükür'den gol beklemişti ama o yine atamamış ve sakallarını uzatmaya devam etmişti. Tam 10 yıl geçti üzerinden. O gece bir devrin başladığını kimse bilemezdi. Şimdi iki soru var akıllarda; Fenerbahçe geleneği devam ettirecek mi, yoksa Galatasaray bu geleneği bozacak mı?... Bu arada o tarihi maçın kadroları da şöyleydi :

TARİH: 22 Aralık 1999 

STAD: Fenerbahçe Şükrü Saraçoğlu

HAKEMLER: Muhittin Boşat (***), Fahir Ersoy (*), Cüneyt Elmaskeser (*)

FENERBAHÇE: Rüştü Reçber (Kaptan) (***), Mustafa Doğan (**), Alpay Özalan (**), Samuel Johnson (**), Abdullah Ercan (***), Tayfun Korkut (**) (Dk.81 Erkan Sözeri), Kemalettin Şentürk (**), Metin Diyadin (*), John Leshiba Mosheou (*), Yaw Preko (*) (Dk.46 Elvir Boliç) (**), Dinu Viorel Moldovan (***) 

YEDEKLER: Murat Şahin, Uche Alozia Okechukwu, Serkan Özsoy, Tufan Apaydın, Güvenç Özkan 

TEKNİK DİREKTÖR: Zdenak Zeman 

GALATASARAY: Mehmet Bölükbaşı (**), Fatih Akyel (**), Carlos Alberto De Oliveria Capone (**), Gheorghe Popescu (**), Ergün Penbe (***), Okan Buruk (***), Suat Kaya (**) (Dk.46 Ahmet) (**), Emre Belözoğlu (***), Hasan Gökhan Şaş (**) (Dk.67 Tugay Kerimoğlu) (**), Hakan Şükür (***), Mandinga Dos Santos Marcio (***) (Dk.85 Bülent Korkmaz) 

YEDEKLER: Kerem İnan, Mehmet Yozgatlı, Arif Erdem, Saffet Akyüz.

TEKNİK DİREKTÖR: Fatih Terim 

GOLLER: (Dk.20) Hasan Gökhan Şaş (sağ ayak, pas Mandinga Dos Santos Marcio), (Dk.30) Mandinga Dos Santos Marcio (sağ ayak, pas Emre Belözoğlu) (Galatasaray) ; (Dk.51) Dinu Viorel Moldovan (sağ ayak, pas john Leshiba Mosheou) (Fenerbahçe) 

SARI KARTLAR: (Dk.24) Fatih Akyel, (Dk.37) Mandinga Dos Santos Marcio, (Dk.75) Gheorghe Popescu, (Dk.78) Emre Belözoğlu (Galatasaray)

Yarın akşam (25 Ekim 2009, 20:00) her yıl olduğu gibi yine büyük bir heyecan yaşayacağız... Uzun uzun istatistikler, analizler yapmaya hiç gerek duymadım. Böyle ilginç bir yazı yazayım istedim. Şimdi tek yapmamız gereken maçın keyfini çıkartmak. Geçen sezon yaşanan olaylardan sonra tek istediğim maçtan keyif almak çünkü...

Boca - River

Tarih: 25 Ekim 2009 Pazar
Saat: TSİ 21:15
Yer: El Monumental
'Öldükten sonra beni River bayrağına sarın' der Boca'lı bir taraftar. 'Neden?' diye sorduklarında cevabı nettir; 'Hiç değilse bir pislik öldü diye bizimkiler sevinir...' Olé yazarlarından Herman Soro'nun dediği gibi Güney Amerika'da bu maç bir ölüm kalım meselesidir ve bunu Boca'lı taraftarın söylediği sözden anlıyoruz... Şımarık çocuk River ve alttakilerin takımı Boca... Hayır, bu cümle rekabeti anlatmak için yeterli değil... Bu maç bir kimlik savaşıdır. Bir şehrin, hatta bir ülkenin kendisi ile verdiği bir kavganın resmidir... Boca ve River, yılda iki defa Simon Kuper'inde dediği gibi 'Futbolun asla sadece futbol' olmadığını tüm dünyayaya gösterir. Derbilerin babası, Super Clasico yarın saat 21:15'te El Monumental'de sahne alacak...

Futbolun Güzellikleri #27


Ufak bir rica:  Seri 30'a yaklaştı. Her kayıtta 2 fotoğraf kullandık yaklaşık olarak 60 fotoğraf olmuş... Benim tribünlerden güzelleri bulmakta ara ara zorlanmaya başladığım oluyor. Yardımcı olmak isterseniz bulduklarınızı oguzozturk@anadolu.edu.tr adresine yollayın... 

23 Ekim 2009 Cuma

Avrupa Düşler Sahnesi, 22.10.2009

S. Bükreş    0 - 1   Fenerbahçe (A.Ligi 9-10, H Grubu, 20:00)

İnsan ister istemez sezon başında Daum'un yaptığı açıklamalar nedeni ile kıllanıyor Fenerbahçe'nin Avrupa Ligi maçlarında. Fakat tüm endişelere rağmen deplasmanda alınan çok önemli bir üç puan daha ve elde edilen grup liderliği sevinç verici. Ayrıca Fenerbahçe derbi öncesi de olsa kendini fazla yormadan maça ağırlığını koyarak konsantre olmasını da bildi dün gece. 

Fenerbahçe'nin hem göze hitap eden, hem de pozitif yönde bir pas trafiği vardı dün gece. Risksiz ama her an bir pozisyon yaratabilecek nitelikte. Emre müthiş bir şans Fenerbahçe orta sahası için. Emre Tilev maç boyunca bilmem kaç kez söylese de Emre gerçekten çok iyi top saklıyor ve ayağındaki topu da çok olumlu kullanıyor. Alex'in yokluğunda sırtına biraz daha fazla yük binse de bu yükün altından başarı ile çıktı. Kazım alışık olduğumuz mevkiisinden uzaktaydı dün gece. Aslına bakarsanız topları alışı ve aldığı bu topları olumlu bir şekilde kullanabilmesi hoşuma gitmedi de değil. Güiza ve Semih'in yokluğunda 'bu işi bende becerebilirim' demiş oldu Kazım. Gol anında yaptığı koşu ise güzeldi. Özer ise haftalar sonrasında ve yaşadığı sakatlıklardan sonra ilk onbirde oynayan bir oyuncu için oldukça pozitif bir görüntü sergiledi. Fenerbahçe'nin sayısından önce önce Roberto Carlos'a bıraktığı pasın biraz daha iyisini sanırım sadece Alex atabilirdi. 

Maç boyunca kalite farkı da kendini hissettirdi diyebilirim. S. Bükreş bu yıl yeni oluşum yaşayan bir takım ve kendi içinde de sorunlar yaşıyor bildiğim kadarı ile. Takımın antrenmanlarına gelmeyerek başkandan fırça yiyen ve sorunlu bir oyuncu olan Dayro M.'den medet umulması da Bükreş'in durumunu özetliyor aslında. Ligde de durumları çok iyi sayılmaz. Geride kalan 5 maçta şampiyonluk yarışında ağır darbeler almış durumladar. Geçen yıllarda Bükreş defansının güven veren ikilisi Golanski ve Radoi, Radoi ayrıldıktan sonra sekteye uğramış durumda. Tek başına Golanski'nin yetersiz olduğu Kazım'ın attığı golde zaten belli oldu. Nicolita Bükreş adına ortalamanın biraz üstünde görünen tek oyuncu ve onunda zaten tek başına bir şeyler yapması çok zordu. Neticesinde Fenerbahçe karşısında kendi evinde dahi üstünlüğünü gösteremeyen bir S. Bükreş, Fenerbahçe'ninde güzel oyunu eklenince sahadan bu sonuç çıktı.

STEAUA BÜKREŞ: 0 - 1 FENERBAHÇE

Stat: Steaua 

Hakemler: Douglas McDonald, William Conquer, Graham Chambers (İskoçya) 

Steaua Bükreş: Zapata, Golanski, Baciu, Ghionea, Rada, Szekely (Dk. 67 Moreno ), Bicfalvi (Dk. 43 Oniçaş ), Juan Toja, Nicolita, Surdu, Kapetanos 

Fenerbahçe: Volkan Demirel, Gökhan, Lugano, Bilica, Roberto Carlos, Mehmet, Cristian, Emre, Dos Santos (Dk. 90 Ali Bilgin ), Özer (Dk. 71 Vederson ), Kazım (Dk. 86 Selçuk) 

Gol: Dk. 59 Kazım (Fenerbahçe)

Sarı Kartlar: Dk. 19 Bicfalvi, Dk. 37 Golanski, Dk. 88 Juan Toja (Steaua Bükreş), Dk. 28 Lugano, Dk. 45 Kazım, Dk. 82 Emre, Dk. 90 artı 1 Gökhan (Fenerbahçe)

Galatasaray    4 - 1    D. Bükreş (A.Ligi, F Grubu, 22:05)

Galatasaray maça başladıktan sonra rakibinin durumunu da gördükçe 'bir an önce yenip gidelim artık' diyerek oynadı sanki. Galatasaray golünü attı, rahatladı, farka gitti ve durdu... Ligde ve Avrupa Ligi'nde yaşanan puan kayıplarından sonra tıpkı sezon başında izlediğimiz Galatasaray görüntüsünü gördük. S. Bükreş-Fenerbahçe maçında olduğu gibi iki ekip arasındaki kalite farkı maç için belirleyici faktörlerden biri oldu.

Galatasaray'ın hücum hattına diyecek bir sözüm yok ancak defans bölgesi hiç olmayacak anlarda bazen rakibe kolay pozisyonlar verebiliyor. Servet defansta güvenilir evet ama orta alanda daha çok basan bir Galatasaray olsa Dinamo gol atamazdı dün gece. Mehmet Topal, Sarp ve Ayhan'ın bölgelerinde sürekli top kaptırması Galatasaray için eksi durumda.

Rijkaard maçtan önce 'Fenerbahçe'yi değil, Dinamo'yu düşünüyoruz' dese de yaptığı hamleler ile bu maçta bile Fenerbahçe derbisini önemsediğini gösterdi. Arda, Hakan Balta ve Baros'un dinlendirilmesi buna birer örnek. Rijkaard'ın Sabri ve Ayhan'ıda oyundan alması bu iki oyuncuyu da Fenerbahçe maçında önemli olarak görmesi ile orantılı. Bu nedenle Galatasaray Kadıköy'e dinç bir takım ile çıkacak. Bu arada bu Dinamo Bükreş deplasmanda Galatasaray'ın kendi evinde yenişemediği Sturm Graz'ı nasıl yenmiş anlamadım. Arda'nın yerine oynayan Elano geçtiğimiz maçlara nazaran daha dinç bir görüntü içerisindeydi. Fakat hızlı değil ayrıca okadar faydalıda değil. Buna rağmen Brezilya milli takımındaysa sanırım sabretmek gerekecek. Nonda ise Rijkaard'ın yaptığı rotasyonda en başarılı isimdi. Kieta'da bencil olmadığı ve takımı için oynadığında daha da etkili olabileceğini gösterdi.

Sonuç olarak toparlarsak güzel oyun ve biz futbol dilencilerinin ihtiyaç duyduğu bol gol ile bitti maç. Hafta sonu oynanacak olan Fenerbahçe - Galatasaray maçı öncesi hem Fenerbahçe hem de Galatasaray fizik ve psikolojik olarak rahat birer galibiyet aldılar. Şimdi bize düşen kazasız belasız geçen Avrupa haftasından sonra derbinin keyfini çıkarmak...

GALATASARAY: 4 - DİNAMO BÜKREŞ: 1 

Stat : Ali Sami Yen 

Hakemler : Martin Ingvarsson, Magnus Sjöblom, Peter Martinsson (İsveç) 

Galatasaray : Franco, Sabri(Dk. 66 Uğur ), Mehmet Topal, Servet, Caner, Mustafa, Ayhan(Dk. 75 Barış), Keita(Dk. 54 Aydın), Elano, Kewell, Nonda 

Dinamo Bükreş : Dolha, Scarlatache, Tamas, Goian, Diabate, Rus(Dk. 46 Bostina), N'Doye, Torje(Dk. 75 Niculescu), Adrian Cristea, Alexe(Dk. 59 Zicu), Andrei Cristea 

Goller : Dk. 32 Kewell, Dk. 42 ve 46 Nonda, Dk. 58 Elano (penaltıdan) (Galatasaray), Dk. 62 Bostina (Dinamo Bükreş) 

Sarı Kartlar 
Dk. 50 Ayhan, Dk. 64 Kewell (Galatasaray), Dk. 64 N'Doye (Dinamo Bükreş)

22 Ekim 2009 Perşembe

Blog Söyleşileri #2, Esat Dergi 2. Bölüm

11) UEFA'nın Türk hakemlere az görev vermesini neye bağlıyorsunuz?

Eğitim. Özellikle yaş olarak belli kıstasları çok geç aşabiliyoruz. Hakem yetiştirme konusunda yakın geçmişte bir takım atılımlar oldu. Belki bu tohumların yararını ilerleyen senelerde görürürüz ama UEFA tarafından çok görev alan hakemler yaratmak o kadar zor değil. Yani bir kulüp olarak Avrupa'da başarılı olmakla kıyası söz konusu değil. Tamam ikisinde de Avrupa var ama bugün dünyanın en iyi hakemleri dediğimizde Slovak, İsviçreli, Uruguaylı, Belçikalı hakemler de geliyor aklımıza...

12) Osman Tanburacı eski futbolcuların yazar olmasına karşı çıkıyor ve kendisi gibi esas mesleği spor yazarı olanların ekmeği nin azaldığını söylüyor. Sizin söyleyecekleriniz nedir bununla ilgili?

Özgür bir ülke, herkes istediği işi yapabilir. Herkes düşünebilir. Herkes düşündüğünü yazabilir ki yazmalı da. Ahkam kesmek ile düşünmek arasında fark var. Eski futbolcuları değer olarak bir şekilde tutmalıyız buna katılıyorum fakat onların düzine şeklinde yerli mafyası oluşturması, düşüncelerini de kendi yollarındaki, arkadaşları, dostları, yerli futbolculara olan büyük bağlılığı şekilde öğütmesi bence riskli. Herkesin futbol düşüncesi, spor görüşüne saygımız olmalı. Fakat işin içine dediğim gibi bir koruma içgüdüsü girmiş durumda. Bu eski futbolcular şu an oynayan yerlilerin anası babası değil ki, sanal bir sendika kurulmuş çoktan.

13) Sizin severek takip ettiğiniz ya da örnek aldığınız spor yazarları var mı?

Bazen çok fazla okuyorum bazen ise soyutluyorum kendimi açıkcası. Bazen çok orijinal düşünceler de oluyor. Spor yazarı olarak değil ama yazı tarzı açısından Ertuğrul Özkök'ün kurgu yeteneğine hayranım. The Guardian ve The Times'ta sıkıca bazı isimleri takip ediyorum.

14) Futbolu yazmanın dışında oynuyor musunuz?

Uzun zamandır oynayamıyorum. Bizim şirketimiz bu konuda yoğunluktan olayı biraz tembel. Keşke her hafta topa vursam. Sağım öldürür, solum süründürür derlerdi (gülerek), lise yıllarında. İddiali bir oyuncuyum yani, Uğur Boral tarzı bir açıklama oldu sanki.

15) Futbolu biraz kenara bırakalım. Sosyal hayatınızdan bahseder misiniz?

Yoğun bir iş hayatı mevcut. Günler 36 saat olsa tam anlamıyla sosyal bir hayat olu diye düşünüyorum da. Sinema tutkum fazla, sık sık giderim. Yabancı diziler konusunda takıntı derecesinde takipçiliğim var. Bazen ufak gece gezmeleri ve bol bol sahil yürüyüşleri ve çok fazla gazete okuyorum, belki de hepsini. Yerli ve çok ağırlıklı olarak yabancı.

16) Ne tarzda müzikler dinlersiniz? Kitaplar ile aranız nasıl?

Her türlü müzik dinlerim. Daha çok dönem dönem değişiyor. Alternatif, Rock, Indie tarzda müzikler ağırlıklı. Koyu bir Guns n Roses dinleyicisiyim. Kitapların insanlara kattığı şeyleri tarif etmek imkansız, fakat bir süredir çok sık kitap okuyamıyorum, iş hayatındaki yoğunluk, hayattaki yoğunluk sebebiyle.

17) Beyzbol sevginizden bahseder misiniz?

Futboldan daha çok sevdiğimi söyleyebilirim. Gecenin bir yarısı internet üzerinden ağırlıkla sevdiğim takımın oyuncuların maçlarını takip etmek, ertesi günü uykusuz geçirmek keyif verici. New York Yankees gibi bir dev takım, Derek Jeter gibi efsane bir oyuncuyu canlı canlı izlemenin heyecanında oluyorum genelde. Sadece beyzbol değil bazen saatlerce Eurosport'ta Caner Eler'in keyifli anlatımıyla bisiklet turlarına takıldığım da oluyor. Spor gerçekten eğer severseniz zevkli.

18) Futbol Blogları hakkında ne düşünüyorsunuz? Takip ediyor musunuz?

Bloglar ülkedeki bazı şeyleri dengeliyor gibi. Yavan spor gazeteleriye oluşan sabırsız, hiçbirşeyden memnun olmayan, sürekli sıkıntı yaratmanın doğru olduğu gösterilen o kitleye karşın, analitik düşünen, gerçekleri gören, rekabeti anlayan v en önemlisi de istediği gibi düşünen bir kitle yetişiyor bloglar sayesinde. Düzenli olarak olmasa da takip ettiğim bloglar var.

19) Gelecek ile ilgili hedefleriniz ve planlarınız neler?

İslam Çupi gibi olmak istiyorum demek haddimi aşan bir söz ama onun tırnağı kadar olabilsem yeterli. Her zaman dürüst davranarak, yazarak bazı şeyleri yakalayabileceğimi düşünüyorum, Fenerbahçe taraftarının da hakkı ödenmeyecek desteği var şu an zaten, herkese çok teşekkürler. Ve tabii ki biraz şanslı olmak gerekiyor.

20) Spor yazarı olmak isteyenlere tavsiyeleriniz var mı?

İşin biraz gerçeği sektörde her şey diyaloglarla gerçekleşiyor. Kalem ve kelimelerin de önemi var da! Yazmayı bırakmasınlar, ne olursa olsun. Bir cümle, bir kelime, bir not, bir yazı, her yazı insana bir şey katar ve fırsatları kendileri yaratmaya çalışsınlar. Hayat size bir şey getirmeyecek, siz istediğiniz hayata gideceksiniz.

21) Keyifli söyleşi için teşekkür ediyorum...

Çok teşekkür ederim, benim için zevkti. Tekrar herkese büyük ilgi ve destekleri için çok teşekkürler, kelimeler onlarla büyüyor. http://twitter.com/esatd adresinden bana ulaşabilirler...
Söyleşiler devam edecek...

Hiç Bir Golcü Senin Kadar Keyif Vermedi

Blogda Raul'u kaç kez yazdım bilmiyorum. Yine yazıyorum çünkü Raul dün gece Milan'a attığı gol sonrası Gerd Müller'ide geçerek Şampiyonlar Ligi tarihinin en golcü futbolcusu oldu. Oynadığı maç sayısında Maldini'yi yakalamasına ramak kaldı, Real Madrid tarihinin en golcüsü zaten o, İspanya milli takımında da yaptıkları aşikar, Madrid derbilerinde en çok gol atan yine o... Başka bir şey kaldı mı?

Raul bütün Real camiasının futbolu bıraktıktan sonra da bir şeyler beklediği bir isim haline geldi... 2005 yılında Real kötü giderken , '' Eğer takım düzelecekse ayrılırım '' diyecek kadar seviyor Real'i... Zidane bile '' 2 pozisyonda 3 gol atar '' deme nezaketinde bulundu Raul için...

O kendisini süratiyle, topla yaptığı cambazlıklarla değil, forması için döktüğü ter ile, bütün takım yürürken koşmasıyla, tilki lakabını almasını sağlayan oyun zekası, efsane aşırtmaları, bitirişleri ve takımı defalarca ipten alışıyla kanıtladu yıllarca. Bu sebepten Figo'lar Ronaldo'lar bohçasını toplayıp gittikten sonra hep kalan Raul oldu...

Benim için ister formda ister formsuz olsun dünyanın en özel futbolcusu... Sanki abim, sanki çok yakın bir arkadaşım, hiç tanımasam da hep iyiliğini istediğim...İnanılmaz bir mental güc, oyun görüşü, saygı uyandıran bir karakter ve futbolcu kimliği ile tevazu, beceri ve liderlik vasfı, tüm Real taraftarı için paranın satın alamayacağı tek şey... Sınıfta arka sırada oturan ve sessiz sakin dersini çalışan bir öğrenci oldu hep Raul. Bitti denilen maçların son dakikalarinda bile vazgeçmedi, gemisini kurtardı... Bu yüzden benim gözümde hep 1 numara Raul... Hep 32 yaşında kal...

21 Ekim 2009 Çarşamba

Blog Söyleşileri #2, Esat Dergi

Blog söyleşileri Esat Dergi ile devam ediyor. Aslında ikinci söyleşi Bülent Timurlenk ile olacaktı ama kendisinin ufak rahatsızlığı nedeni ile biraz ertelemek zorunda kaldık. Esat Dergi bana göre kalemi çok kuvvetli bir yazar. İslam Çupi'yi kendisine örnek almış iyi bir Fenerbahçe'li. Keyifli bir sohbet oldu, iki bölüm halinde sizlerle...


1) Öncelikle bize geçmişinizi ve nasıl yazar olmaya karar verdiğinizi anlatır mısınız?

Aslen İzmir'liyim. Yaklaşık 5 yıldır İstanbul'dayım. Orta okul yıllarımda bile her şeyi yazarak anlatmayı tercih ederdim. Çünkü insanı kalemi eline aldığında kendi dünyasını çiziyor, konuşurken böyle değil. Çoğu sporsever gibi uzun süren bir spor merakı, ilgisi, sadece futbol değil. Yakın geçmişte özellikle İngiltere Premier League'i kendime anavatan benimsemiştim. Daha sonra şu an Türkiye'nin en iyi spor sitesi olan Sporx'in kuruluş aşamasında (superspor) teklif aldım ve İstanbul'a yerleştim. 4-5 yıldır da Sporx'in birçok aşamasında yoğun bir şekilde emeklerim oldu, halen daha devam ediyor.

2) Fenerbahçeli taraftarlar Selçuk Yula ve Rıdvan Dilmen ile birlikte en iyi Fenerbahçe yazarı olduğunuzu söylüyorlar, Siz ne düşünüyorsunuz?

Öncelikle beğenen ve beğenmeyen herkese teşekkür ediyorum. Destek almak gerçekten güzel ve ihtiyaç duyulan bir şey, kabul etmek gerek. İslam Çupi'nin açtığı bir yol var. O yolun çok boş kaldığını düşünüyorum. Benim yazmak istediklerim kendi düşündüklerim, olduğunca dürüst bir şekilde. Kim ve neyi düşündüğümüzü sakladığımızda yazının başında okuyucuya ihanet ediyoruz. Bir de okuyucular yazı sahibinin "köşesi" altında yazdığını kabul etmeli, onların istediği şekilde yazma zorunluluğu olmadığını da. Fenerbahçe taraftarı ise gerçekten başka bir hayattalar, büyük bir hayat. Benim zaman zaman çizdiğim sadece bu dünyanın dış çizgileri, sonuçta ortada çubuklu bir forma var, anlamı derin.

3) Zico'nun başarısının mimarının Daum olduğu yönünde yapılan yorumlara katılıyor musunuz?

Bu şekilde düşünmek bence hatalı. Komple bir değişim değil kademeli değişimler oldu sürekli Fenerbahçe'de. Sadece Daum döneminde değil. O zaman her hoca her hocanın bıraktığı artı ve eksilerden yararlanıyor demeliyiz. Hangi teknik direktör büyük reform yapabildi geçmişte? Herkes ya enkaz temizliyor, ya hazır takım oluyor. Daum iyi bir takım bırakmıştı ama Zico bu takıma özgürlük tanıyarak, oynattı, o da bir yetenek. Ya Zico bu reform tutkusuna kapılıp taktik anlamda da çok kalın çizgiler çizseydi? Aragones dönemini önce yaşardı bence Fenerbahçe.

4) Fenerbahçe maçlarına büyük ihtimal gidiyorsunuz. Peki bilet fiyatları ile ilgili söyleyecekleriniz var mı?

Çift taraflı düşünmek lazım bu olayı. Fenerbahçe yönetiminin politikası sadece tribünlerdeki profili değiştirmek değil, gelir konusunda, yani kombine. Forma alışkanlığı gibi kombine alışkanlığını da tavan yaptırmak için uğraşıyorlar. Fakat bunlara rağmen ortaya konan rakamların ülke gerçekleri ile kıyaslandığında durum nedir? İçler acısı. İndirim olsa da 44 TL çok para, çok çok para. Herkes 2 milyar maaş almıyor, herkesin maça gitme hakkı var. İndirimler tek düzeyde değil, çeşitli durumlarda olmalı. Çoklu fiyat sistemi ve kategorisi. Örnekleri mevcut, sanırsam önümüzdeki sezon da olacak galiba. Bu konu üzerine çok konuşulabilir. Fenerbahçe halkın takımı olarak kalacak ama köşedeki köfteciden o sevgiyi alamaz kimse, o yüzden bu konuda paniğe gerek yok. Fenerbahçe yönetimi ise eleştirileri fazlasıyla okudu, gördü. Yapacakları yine hata olmamalı.

5) Güiza ile ilgili neler söyleyeceksiniz? Sizce Semih ile yanyana oynamalı mı?

Semih ile oynaması maç kaybetme riskininizin artması demek. Çift forvetli sistemi artıları çok, eksileri de. Çok büyük hocalar da bugün kazanmak için oynarken önce kaybetmemeliyiz diye düşünüyor. Daum'un da diğer hocaların da çift forvetli sisteme geçmekteki korkusu bu olsa gerek. Güiza çok teknik bir futbolcu. Çok tepkiyi hakedebilir, kötü performansıyla ama Fenerbahçe cephesindeki ağır baskı karşısında hiçbir forvet tutunamayacak galiba. Vurduğu gol olan forvet istiyoruz? Başka. Güiza'ya halen daha inanan çok nadir kesimdenim galiba. Onun tekniği ve nokta paslarına odaklanmak lazım, 90 dakika dövülen bir futbolcu her topu indiremez, her topa çivi gibi vuramaz. Semih bireysel olarak peki takımın ilk forveti olamaz mı? Türkiye'de kendini en iyi geliştirmiş futbolcu şu an. Öyle bir olur ki...

6) Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş'ın Avrupa maceralarında hangi takım daha başarılı olacaktır sizce?

Fenerbahçe ve Galatasaray. Fenerbahçe'nin gözü ligde olduğu için bir şey beklenmiyor ama futbolcuların ve yönetim dahil, teknik ekibinde gizli hedefi Avrupa. Söylemlerle başarı risklidir, baskı oluşturur. Şimdi sürpriz bir başarı peşindeler. Fenerbahçe'nin çoğu kişiyi şaşırtacağını düşünüyorum, hem de epey, bekleyelim, görelim. Fenerbahçe Avrupa'yı düşünmüyor eleştirileri ise kabak tadı ile eşdeğer. Fenerbahçe bir Avrupa maçında 3 asını saklar, oynamazsa o zaman eleştiri yapılabilir. Böyle bir şey olacak mı? Hiç sanmıyorum, hele grup aşamasından sonra.

7) Frank Rijkaard hakkında ne düşünüyorsunuz?

Türkiye için büyük şans. Düşünün son 3-4 yıldır ülkeye ayak basan yabancıları. Katar olmakla bunların alakası yok. Biz bu konuda bir durak noktası olabiliriz. Hani hep diyorlar ya bir karakterimiz yok. Ligimizin dışarıdan gözüken bir elbisesi yok diye. Bence bu gelen yıldızlar, hocalar, büyük isimler bizim için büyük bir şans. Bu çizgide devam etmeliyiz. Devam ettikçe dayanaklarımız fazla olacak.
Rijkaard'ın futbol bilgisini tartışmak gerizekalılıktır. Rijkaard'ı tartışmak demiyorum ama, saha içi tekniği sürekli konuşulabilir. Zaten tartışanlar reklamın iyisi ve kötüsü peşindeler. İnsanlar konuşurken bile taktiklerle konuşuyor, düşündüklerini değil. Rijkaard'ın futbol bilgisi müthiş ama teknik olarak hocalık anlamında yüzde yüz yeteneğe sahip olduğunu düşünmüyorum. Önünde bence daha uzun yıllar var, 5-6 yıl sonra onun süper bir 'teknik' hoca olacabileceğini düşünüyorum. G.Saray aslında riskli, Türkiye'de sıçrayış yapmak zor, onun da işi zor.

8) Premier Lig, La Liga, Serie A ve Bundesliga şampiyonluk adaylarınız kimler? Neden?

Premier League Chelsea, Serie A Inter, Bundesliga Bayern Münih. Chelsea çünkü sistemleri ideal. Inter çünkü klasik ama Jose Mourinho, Bayern Münih çünkü çılgın bir kadro. La Liga ise Real Madrid. Yıldızlar sürüsü olmak yetmez, takım olmak gerek diye düşünürken bu kadro bir anda seri oynamaya başladı, vites artıyorlar. Barcelona nasıl duracak deurur.

9) Sizce Real Madrid Barnebeu'da final oynayıp Şampiyonlar Ligi'ni kaldırabilecek mi?

Bence Real Madrid - Manchester United finali olacak. Cristiano Ronaldo x Ex Cristiano Ronaldo, sanki. Manchester United finali sürpriz gibi gözüküyor değil mi...

10) Futbol artık bir sanayi halini aldı. Büyük paralar konuşuyor. Siz neler düşünüyorsunuz bununla ilgili?

Bunu en duygusal futbolseverin de kabul etmesi gerek. Ben de sokak futboluyla büyüdüm. Köşemin adı da "Gol atan kaleye" zaten. Fakat ne olursa olsun burada çılgın bir savaş var ve büyükler küçükleri yiyor. Büyük balık olsun istiyor insan. Türk bayrağı da taşısın formasında. Bunun için ilk şart nedir? Gelir elde etmek. Kulüplerin bu tip bir yönetime geçmek zorunda olduğunu, bunun içinde paranın harcanırken kazanmak için harcanıldığını, bazı stratejilerin gelecekte "daha fazla kazanmak" için yapıldığını görmek gerek. Real Madrid'in bu sene yaptığı transferlerden insanlar neden bu kadar rahatsız oldu ki? Güçlü olmak suç mudur? Bunu Fenerbahçe'ye indirgeyin ve Türkiye'ye... Sizden 6-7 kat daha fazla para kazanan takımla nasıl rekabet içinde olabilirsiniz? Bunun için parayı da futbol kadar önemsemek gerek, tribün ruhu yerli yerinde kalsın da.
Söyleşinin devamı yarın.

Barca 'meme' yaptı, Barcelona 1-2 R. Kazan

(UCL Gruplar, 20 Ekim, 21:45, Barcelona 1-2 Rubin Kazan)

Evet, başlık yaratıcı olsa da herkesin kullandığı şekilde oldu farkındayım. Ama Rubin Kazan'ın Barcelona'yı devirmesi, hem de Camp Nou'da devirmesi klasik bir 'Barcelona 1-2 Rubin Kazan' başlığını hak etmiyor. 'Guardiola'nın Karadeniz'de gemileri battı' başlığı da çok kullanılmış, o da güzel. Bir de Rubin 'Kazan'dı var ki evlere şenlik. Rubin Kazan'ın İspanya'da aldığı galibiyet Rusya'da birçok menşeti meşgul edecektir tabii ama bizdeki manşetlerin konusu Gökdeniz Karadeniz olacaktır. Ayrıca merak ediyorum, bizde Rijkaard B planı olmadığı için eleştirilirken İspanyol medyası da Pep'i artık biraz rotasyon yapması için eleştirecek mi acaba? Tabii Rubin'den Barca'ya bir uyarı niteliğindedir bu maç. Şimdilik geçen yılki Barcelona'nın yerinde yeller esiyor. Guardiola son oyuncu değişikliğini 90+2 de yaparak sabırlı davransa da bunu hata olarak görenler ve Guardiola'ya yüklenenler çok fazla. Aslında bir yandan da böyle sürpriz sonuçlar görmek iyi de olmuyor değil. Rubin Kazan ve benzeri yeni Şampiyonlar Ligi takımlarının aldıkları bu güzel galibiyetler ile bilinen elenecekler listesine girmeye niyetleri olmadıklarını da gösteriyorlar bir şekilde. Aynı zamanda Platini'nin istediği bir şey bu durum. Tam olarak küçük takımların hemen boyun eğmemesi olarak adlandırabiliriz. Ayrıca büyük ihtimal Rubin Kazan'ın Barca'ya boyun eğmemesinde Rubin Kazan teknik direktörünün tesbihinin de etkisi vardır kesin... Nefesi de kuvvetli mi acaba?

Birde unutmadan maçı izlememizi sağlayan Gürcü kanalına teşekkürü bir borç bilirim. Acaba Star TV'nin maçın olduğu saatte yayına koyduğu dizi ne kadar reyting aldı onu da merak ettim doğrusu. Yahu neden yayınlamazsın şu maçı? Salı ve Çarşamba Türkiye'de Şampiyonlar Ligi ile eş anlamlıdır! Beşiktaş katılmasa demek ki hiç maç vermeyecekler bunu gördüm...

BARCELONA: 1 - RUBİN KAZAN: 2 

Stat: Camp Nou 

Hakemler: Laurent Duhamel, Stephane Duhamel, Christophe Capelli (Fransa) 

Barcelona: Valdes, Alves (90+3 Busquets), Pique, Marquez (Dk. 80 Keita), Xavi, Iniesta, Toure, Abidal, Messi, Pedro (Dk. 66 Bojan Krkic), Ibrahimovic 

Rubin Kazan: Ryzhikov, Ansaldi, Cesar Navas, Semak (Dk. 43 Murawski), Salukvadze, Domingez, Ryazantsev (Dk. 84 Kasaev), Noboa, Kaleshin, Gökdeniz (90+3 Papov), Sharonov 

Goller: Dk. 2 Ryazantsev, Dk. 73 Gökdeniz (Rubin Kazan), Dk. 48 Ibrahimovic (Barcelona)

20 Ekim 2009 Salı

Santana out Komphela in

Güney afrika futbol federasyonu Brezilyalı teknik direktörleri Joel Santana'ya güvenmemiş olacak ki 2010 Dünya Kupası öncesinde görevine son verdi. Santana ülkesinde oniki farklı takım çalıştırmış ve bunların hiçbirisinde iki yıldan fazla kalamamış bir teknik adam. Flamengo ve Vasco da Gama'yı dört farklı dönemde çalıştırması itibari ile de nöbetçi teknik adam hüviyetine sahip. Büyük ihtimal ile Güney Afrika'nın yeni teknik direktörü yine yabancı olacak. Halbuki Güney Afrika mutluluğu dışarıda değil de içeride aramalı bence. Yakın zamanda U-23 milli takımını çalıştıran 'bizim' Komphela göreve gelse ne güzel olur...

19 Ekim 2009 Pazartesi

Atkı


Evet, bende bulaştım bu işe. Fakat daha yeniyim. Şimdilik elimdekiler bunlar. Karşıyaka, Sakarya, İspanya, Romanya, Valencia, Bayern, Brezilya, Real Madrid, Arsenal, Eskişehir, S. Bükreş, BursAnkara ve Juve... Bu işe nerden nasıl başladım hatırlamıyorum ama ilk atkımın Eskişehir olduğunu hatırlıyorum. Son olarak Juventus ve Arsenal atkılarını İstanbul Kabataş'ta yol üstünde birinden aldım. Bilenleriniz vardır. Bu koleksiyonu görünce 'buda birşey mi bende neler var?' diyenleriniz de olacaktır. Çünkü daha çok yeni... Ben atkıyı da, koleksiyonunu yapanıda seviyorum. Varsa sizinde 'herkesler' bilsin istediğiniz bir koleksiyonunuz varsa mail adresime gönderebilirsiniz. Burada seve seve yayınlarım...

16 Ekim 2009 Cuma

Pause


Biraz ara vereceğim. Önce İstanbul'a, sonra Sakarya'ya, oradan da tekrar Eskişehir'e döneceğim... Pazartesi Blog kaldığı yerden devam edecek...

Purple and Brown

15 Ekim 2009 Perşembe

Honduras


6 milyon nüfuslu, yeşillikler içinde 'Maya' ülkesi. Nüfusun %90'ı Maya soyundan geliyor ülkede. El yapımı puroları dünyaca ünlü Honduras'ın. Atlasta bulması güç bir yerdir ama sahili, görebildiğimiz kadarıyla akıllara durgunluk, kalplere derinlik, gözlereyse şaşılık bahşetmektedir. Honduras derinlik anlamına geliyor ayrıca. Para yok tabii... Ya da dengesizlik var diyeyim. Yapılan darbe mutsuz etti onları şüphesiz. Cumhurbaşkanı ile asker arasındaki anayasa anlaşmazlığı 28 Haziranda darbe olarak sonuçlandı Honduras'ta... Unutmadan, zamanında ABD işgaline de uğramışlardı. Honduraslılar Tortita, Pilav, ağaçtaki mangoları , muzları ve tabii ki futbol ile mutlu oluyorlar. 1982 yılındaki takımları hala kalplerinde. Şimdilerde ise Honduras halkı 1982'deki özlemlerini dindirmiş durumdalar. 2010 Dünya Kupası'na katılmayı garantilediler. Benim için de değişik olacak çünkü 1982'de hayatta değildim, onları ilk kez izleyeceğim... Daha önce 'Dünya Kupası'nda kimi tutsam' başlığı ile bir yazı yazmıştım. Honduras'ta bu ülkeler arasında artık...

Hayırlı Traşlar

Goalissimo

Yeni bir Futbol Blogu... İşim gücüm futbol-Goalissimo. Sabah Blogun sahibinden bir mail aldım. Blogunu takip ettiklerim listesine ekledim ve ricası üzerine daha çok yeni olduğu için buraya da yazalım istedim. Adı hoşuma gitti açıkçası. Kendisine başarılar diliyorum. Önünde çok uzun bir yol var gerçekten... Bloga buradan bakabilirsiniz...

Bu Fotoğrafın Hikayesi #3

Tarih 30 Haziran 2002. Dünya Kupası finali... Kupa tarihinde Almanya ve Brezilya'nın ilk karşılaşması. Finalden önce tüm maçlar boyunca Oliver Kahn kalesini en iyi koruyan eldiven, Ronaldo ise en çok gol atan oyuncuydu.

Maç başladığında önce Almanya biraz daha atak görünmüştü. Brezilya ise 3R'si Ronaldo, Ronaldinho ve Rivaldo ile gol arıyordu. Bir de bu isimlere bir topu direkten dönen Kleberson eklenmişti. İlk yarı bir orta saha mücadelesi şeklinde geçmişti. İkinci yarıya Brezilya daha iyi başlamıştı. atakları sıklaşıyordu. Dakika 69'da Rivaldo ceza sahası dışından çok sert bir şut çekti. Oliver Kahn bu tpou çelmekle yetinince fırsatçı Ronaldo Brezilya'yı 1-0 öne geçirmişti. Almanlar yedikleri golden sonra ataklarını sıklaştırmışlardı. Brezilya kalecisi Marcos ara ara zor anlar yaşıyordu. Fakat Almanların çabası yeterli olmadı. Kleberson'un pasında Rivaldo topun üstünden atladı, Ronaldo'da birden bire bomboş pozisyonda Kahn'la baş başa kalıverdi. Deyim Yerinde ise 'pis burun' ile Kahn'ı 2. kez avladı... 

Maç bittiğinde Kahn'ın bu fotoğrafı koca bir Alman ulusunu yansıtıyordu adeta. Oliver Kahn'ın yüzünde yediği ilk golde sanki 'topu neden sektirdim' bakışı vardı maç sonu. Ama Alman basını 'Frankfurter Algemeine Zeitung' dışında Oliver Kahn'dan hiç bahsetmedi... Geriye Oliver Kahn'ın Collina son düdüğü çaldıktan sonra bu görüntüsü kaldı...

Blog Widget by LinkWithin
 
Copyright 2009 Barbarossa. Powered by Blogger Blogger Templates create by Deluxe Templates. WP by Masterplan