Liberyalı… Avrupa’da yılın futbolcusu ödülünü alan ilk Avrupalı olmayan oyuncu… Afrika’da Yüzyılın Futbolcusu… Politikacı… Hümanist… Devlet başkanı adayı… Bunlar George Weah’ın isminin önüne koyabileceğiniz sıfatlardan sadece bazıları… Türkçede renk üzerinden aşağılama pek olmadığından (misal ‘Kızılderili’ lâfı ırkçı söylem içermez) Kara Tren veya Kara Boğa demeyi de tercih edebiliriz belki de, sebebini daha sonra açıklamak üzere…
1985 yılında amatör Liberya liginin iyi oyuncularından biri olan Weah, ülkesinin Invincible Eleven adlı takımda oynarken 23 maçta 24 gol atmıştı. Ama aynı zamanda operatör olarak bir telekomünikasyon şirketinde çalışıyordu. Ardından Fil Dişi Ligine, ardından da Kamerun’un Tonnerre Yaoundé takımına geçmişti. 18 maçta 14 gol de orada kaydetti. Dünyanın her yerine oyuncu gözlemcileri göndermesiyle ünlü Arsene Wenger o zaman Monaco’nun başındaydı. Her hafta George Weah hakkında dikkat çekici raporlar alıyordu. En sonunda bu genci izlemesi için bir meslektaşını Kamerun’a gönderdi. Meslektaşı telefonda şöyle diyordu: “Kötü haber: Herifin kolu kırıldı. İyi haber: Yine de oyuna devam etti.”
Wenger’in hoşuna gitti bu azim. 22 yaşındaki Weah’a bir uçak bileti alındı, Monaco’ya getirildi. Fransız teknik adam, zaten fakir bir ülke olan Liberya’nın en fakir bölgesinde doğan bu Afrikalının yakınmalarına öyle üzülmüştü ki cebinden 500 frank vererek aklını çeldi ve ekledi; “Sıkı çalışırsan, Avrupa’nın en iyisi olabilirsin.”
PREKAZİ, WEAH’A KARŞI
Weah o gün gerçekten de Avrupa’nın en iyisi olabileceğine inanmış mıdır, bilinmez ama Monaco’daki ilk sezonunun (1988-89) ardından ‘Afrika’da Yılın Futbolcusu’ seçildiği bir gerçek.
Weah’la bizim alıcı gözle ilk tanışmamızsa, 1989’daki Galatasaray maçı… Maç öncesinde Fofana ve Hateley haricinde bir de Weah’a dikkat çekiyor basınımız. İlk maçta 1-0 kazanan Galatasaray, 1-1 biten ikinci maçtaysa Orhan Ayhan’ın “Oha be Prekazi” şeklinde anlattığı Prekazi’nin füzesiyle geçiyor turu. Bir gol bulan, bir şutu da direkten dönen Weah’ın şanssızlığıysa, Galatasaray’a Şampiyon Kulüpler Kupası yarı finalini getiriyor belki de…
Dönemin büyük oyuncusu Hoddle o dönemde neredeyse hocalık yapmış ona: “Sürekli doğruları göstermeye çalışıyordu ve beni yola sokuyordu” diyor Weah. Wenger ise “Benim için büyük sürprizdi. Piyasaya bu kadar hızlı giren başka bir oyuncu görmedim” diyor.
Weah 92’ye kadar Monaco’da 103 maça çıktı, 47 gol kaydetti. Ardından dönemin transfer canavarı Paris St. Germain’in yolunu tuttu. 96 maçta 32 gole ulaştı. Fransa’daki ilk şampiyonluğunu elde etti. Takımın yarı final oynadığı 94-95 sezonunda Şampiyonlar Ligi’nin gol kralı da olunca, Fransa ona küçük gelmeye başladı ve Milan’ın yolunu tuttu Kara Boğa.
AFRİKA’YA İLKLERİ YAŞATTI
Artık ‘daha büyüklerin’ ligindeydi Kara Tren. Bir tren hızlandığında yenilmezdir, önüne gelen her şeyi yıkabilir, ancak yoluna taş koyup raydan çıkarırsanız, devrilir. Faulsüz durdurulamayan bir oyuncuydu Weah da aynı bir tren gibi… Daha geldiği ilk sezonda büyülemeye başladı İtalya’yı. Verona’ya karşı, tüm sahayı geçerek kendi kalesinden aldığı topla golü buldu. Gazetelerin uzlaştığı bir konu vardı; Weah ligin en iyisiydi. O sezon attığı 11 golle Milan’ın en golcüsü oldu, takım da Serie A’ya ulaştı. Robert Baggio ile, Marco Simone ile, Dejan Saviçeviç ile aynı takımdaydı…
1995-96 sezonu, kariyerinin zirvesiydi. O sezon Avrupa’da Yılın Futbolcusu ödülüne ulaşan ilk Afrikalı oldu. Dünya’da Yılın Futbolcusu ödülü için de aynı ilk geçerliydi. Hâlâ bu ödülleri kazanan tek Afrikalı… Ve aynı yıl içinde Afrika’da Yılın Futbolcusu ödülünü üçüncü kez aldı. Hem dünya, hem Avrupa, hem de Afrika’nın en iyi oyuncusu seçildi… Hepsi aynı sene içinde…
AYAĞINA VURAN PİŞMAN OLUYORDU
Weah’ın esas olayı golün ötesindeydi. Hiçbir zaman gol istatistiklerini alt üst etmedi. Özelliği “yıkılmaz” bir forvet olmasıydı. Müthiş bir atletti; peşine taktığı defans oyuncularını bir o yana bir yana sallıyordu. Öyle güçlüydü ki, adeta tekme atanın ayağı kırılıyordu! Bitiriciliği üst seviyedeydi, uzaktan füzeleri vardı. Orta sahaya tümleşik oynuyordu, çok çalışkandı. Muhammed Ali’nin lâfında olduğu gibi; “Kelebek gibi dans ediyor, arı gibi sokuyordu.”
Milan’da oynadığı beş sezonda 46 gole ulaşmış, iki de şampiyonluk görmüştü. 2000 yılında artık 34 yaşındaydı; altı aylığına Chelsea’ye kiralandı. Milan önce bonservisini vermedi, sonraysa Zaccheroni’nin isteği üzerine “İstemiyoruz artık seni” diyerek kulüp bulmasını önerdi. Weah da Manchester City’nin yolunu tuttu. City menajeri Joe Royle ile kavga etti ve küfürleştikten sonra Marsilya’ya uğradı yaşlı kurt. Son olarak da yeni bir heyecan aradı ve Al-Jazera’da 8 maçta 13 gol atarak tamamladı kariyerini…
BAŞKAN ADAYI OLDU
Futboldaki mücadelesi bitse de, hayat mücadelesi bitmemişti Weah’ın. 2003 yılında biten İkinci Liberya İç Savaşı’nın ardından devlet başkanlığa adaylığını koydu. Fransız vatandaşı olduğu için şüpheyle yaklaşanlar oldu, “Eğitimi yeterli değil!” diye karşı kampanyalar yürütüldü… Yine de ülkenin en sevilen figürüydü Weah, 90’lı yıllardan beri birçok yardım yapmıştı ülkesine, iç savaşın bitmesi için mücadele etmişti. Yüzde 40’ın üzerinde oy aldı ama başkan olamadı. Destekçileri hâlâ o seçimlerde hile olduğuna inanıyor. “Eğitimi yeterli değil!” iddiaları belki de en çok onu üzen şeydi ki; 2009’da İngiltere’deki Parkwood Üniversitesi’nin Spor Yönetimi bölümünü, 2011 yılında Miami’deki DeVry Üniversitesi’nin İş Yönetimi bölümünü bitirerek iki ayrı bölümden mezun oldu…
Bir Afrika’nın kazanabileceği her ödülü kazanmıştı. UNICEF’le uzun süre birlikte çalıştı, ülkesinin fakir mahallelerine yardımlar dağıttı. Hem saha içinde, hem de saha dışında başarıları bitmedi. “Afrika’da Yüzyılın Futbolcusu” seçilmesi bu yüzden tesadüf değildi belki de…
0 YORUM:
Yorum Gönder